Serseri mi?

Anneannem diyor ki, ben serseri bir çocukmuşum...

Eğer,
Okuldan gelirken üstünü başını toplantıya gidermişcesine düzeltmemek, ceketinin önünü kapatmamak,
Birisi laf soktuğunda cevabını terbiyeli bir biçimde vermek,
Haksız yere notun kırıldığında böyle bir şeyin neden yapılamayacağını öğretmenlere ifade etmek,
Sorulan soruya doğru cevabı vermek,
Can sıkıntısından çatıya çıkıp kitap okumak,
Yazın çadırda uyumak,
Oda toplama olayını planlamaya almak,
Sorumluluklarını içten içe yerine getirmek,
Bilgisayarı ondan daha çok sevdiğini rehberlikçine söylemek,
Hayatın A, B, C, D şıklarından ibaret olmadığını dershanedeki öğretmenlere söylemek,
'Yürüyen Billboard' muamelesine karşı gelmek,
Haksızlığı konuşarak gideremediğinde susmak yerine soğuk savaş veya isyan başlatmak,
Sıkıntıdan oje sürüp silmek,
'Mağazada aklım kalacağına param kalsın.' felsefesini benimsemek ve benimsetmek,
Yeni nesillere 'Uslu çocuk ve Saf çocuk' konulu konferans vermek,
Su tabancasıyla kuzenleri ıslatmak,
Her kediyi, köpeği sevmek serserilikse,
KABUL, SERSERİYİM!

İsteyerek Düşünmek

Kıpır kıpırım bu aralar... Yine kanım evrimle değişime dönüştü. Canım sürekli hareket etmek, birşeylere imza atmak istiyor. Mütemadiyen hayalgücümle yaşamak istiyorum. Gezip tozmak, yeni yerlerde yeni kültürler yudumlamak istiyorum.

Bir elimde bavulum, bir elimde pasaportum, cebimde çek defterimle masum bir seyyah olmak istiyorum. Ülke ülke gezmek, kâh trene binmek, kâh gemiyle, uçakla seyahat etmek, bir banliyödeki çocuğun tebessümüyle Nil kıyısındaki çiftçinin alın terini çerçeveletmek istiyorum.

İnsan olduğumun farkına varmak, ot formundan uzaklaşmak, sevmek sevilmek, öğrenmek, keşfetmek, kıpırdamak istiyorum...

Biliyorum, bu ülkede, hatta bu dünyada, çok şey istiyorum... Düşünüyorum, her zamanki gibi... Belki de bu dünya başka bir gezegenin cehennemidir...

Biri Gelsin...

Biri gelsin, bana öyküler, methiyeler yazdırsın,,
Biri gelsin, bana aksiyon yaşatsın, nefesimi kessin,,
Biri gelsin, modelim olsun, portresini çizeyim,,
Biri gelsin, bana bir dolu iş versin, yazıp çizeyim,,
Biri gelsin, elime bir senaryo taslağı tutuştursun, 'Al bunu, yaz, derle topla, filmini çek...' desin,,
Biri gelsin, elinde Nikon D80'im olsun,,
Biri gelsin, beni yanına alıp hiç bilmediğim, görmediğim bir yere götürsün,,
Biri gelsin, gölgem olsun,,
Biri gelsin, beni yaka paça Hollywood'a veya Broadway'e fırlatsın,,
Biri gelsin, kafama silah dayayıp zorla bir iş yaptırsın, adrenalin salgılayayım,,
Biri gelsin, bu sene öğrenmem gereken her şeyi beynime doluştursun,,
Biri gelsin, yanında R, D, W, G, R2 olsun,,
Biri gelsin, macera olsun,,
Biri gelsin, Arjantinli olsun,,
Biri gelsin, beni hem ağlatsın, hem güldürsün,,
Biri gelsin, cebinde Volvo C30 anahtarı olsun,,
Biri gelsin, kalbi mavi olsun,,
Biri gelsin, sanatı yeşil olsun,,
Biri gelsin, rengi kırmızı olsun,,
Biri gelsin, beni sevsin,,
Biri gelsin, sımsıkı sarılsın ve hiç bırakmasın,,
Biri gelsin, ihtişamla gelsin... Narin elleriyle hayatımı değiştirsin, bana desteksiz adımlar atmayı öğretsin, ömrümün geri kalanına yetecek kadar sevgi ve şefkatle doldursun bedenimi, kokunu üzerimde bıraksın ve su misali akıp gitsin, iz bırakmadan, hafif bir nemle...

Ölüm...

Ölüm... Sonsuzluğun başlangıcı veya maceranın sonu... Nasıl algılarsanız algılayın, ne derseniz deyin, bir gerçek... Gerekli bir gerçek... Bir nev'i yenilenme, eskiyeni silme sistemi. Çoğu insan, ondan kaçıyor, kuytulara saklanıyor, belki de korkuyor. Yitip gitmekten veya ardındaki sonsuzluk düşüncesinin baş döndürücülüğünden... Çok azımız onu kabullenebiliyor, onuruna yedirebiliyor bu perdenin kapanış merasimini...

Kabullensek de, itiraz etsek de, "Neylersin, ölüm herkesin başında / Uyudun, uyanamadın olacak. / Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında / Bir namazlık saltanatın olacak / Taht misali o musalla taşında..."

Benim takıldığım nokta ise şu; belirli kesimden anneler, çocuklarını bazı şeyleri yapmamaları için tehdit ediyorlar, hem de ölümle... 'O kumandayı bırak, elektrik çarpar, ölürsün, mezara koyarız seni sonra...', 'Kaldırımdan yürü, yola çıkma, araba çarpar, ölürsün, toprağa gömeriz seni sonra...' Daha neyin ne olduğunu bilmezken, akıllarına 'Ölüm' konu başlığı altında bu tarz korkutucu düşünceler yerleştiren bireylerin nasıl karakter gelişimini tamamlayacağı konusu aklımı kemiriyor... Böyle telkinlerde bulunulan çocukların ölümden korkmaması, panik hâlinde yaşaması topluma ne gibi faydalar, ne gibi yararlar sağlar, tartışılır...

Anlayamadığım bir nokta daha var ki, ölümden niye korulur? Dolu dolu bir yaşamın üstündeki toprak, yoğun bir günün ardındaki uyku gibidir, ihtiyaçtır... Korkulası bir şey değil, yerinde ve zamanındahoş olabilecek bir olaydır...

Bilmiyorum, ben mi olayı basite indirgiyorum acep? Ya da erdim mi, ne oldu?
Ben pek böyle ciddi takılmam ya, hayırlısı...

Size Abi Diyebilir Miyim?

Küçükken inatla bir abim olsun isterdim. Kızlarla pek anlaşamazdım doğrusu (şimdilerde de durum pek farklı değil ama neyse :P) ve can sıkıntısından kardeş isterdim içten içe. Şöyle ki, kız olmamalıydı, benden de küçük olursa bütün dikkatleri üstüne çekerdi, en iyisi benden büyük olmasıydı... Sessiz sakin olacak, benim önüme geçmeyecek, canım sıkılınca da beni eğlendirecek, bilgisayarıma oyunlar yükleyecek, okulda biriyle kavga edersem yardım edecekti... Bu özlemlerle geçti çocukluğum...

Bu yüzden benden bir yaş da büyük olsa, tanıdığıklarıma 'abi' deyip duruyorum. Pis bir ağız alışkanlığı oldu, hitabet cümlesi olarak da 'Abi yhaf...' diye başlıyorum. Anneanneme bile 'abi' demeye başladım...

İşin ilginç tarafı da, ben abi istemekten vazgeçeli yıllar oldu, ve tek başına aksiyon yaşamayı öğrenince, 'İyi ki tek çocuğum! Kardeş mi, AYYY!' demeye başladım. Sanırım etkiye tepkim geç oluyor...

Uyuyan Cazgır

Ben ömrümün hiçbir döneminde sessiz sakin olmadım, olamadım. Sebebine dair pek çok teorim var. ( a.Benimle aynı zamanda, farklı bir galakside bir bebek daha doğdu. Dünyalı değildi, bu yüzden konuşabilitesi bizden fazlaydı. Ama Mars ve Venüs o sırada birbirlerine kur yapmakta olduğundan o farklı gezegen ve Dünya jigs bir açıyla kovboy filmlerindeki gibi karşı karşıya geldi, zavallı uzaylı bebeğin konuşabilitesi ve üstün özellikleri (tevazusu hariç) bana geçti. O da kabak gibi ortada kaldı... b. Bebekken, tısıl tısıl uyurken beynimdeki konuşma merkezini karyolaya çarptım, o da bozuldu. Sonuç, kabuss... c. Belki de ben insan değilim... d. Benim beynim yok, yerinde konuşma çipi ve yüklü replikler var, ha bire tekrar edip duruyorum... Bunlardan daha çok var...)

Sebebi meçhul de olsa sonucu karşınızda. Ve ben sırf bu sonuç yüzünden ajan olma hayallerimi yaktım... (bücürken en büyük hayallerimden biriydi... 1.Kırmızı Porsche, 2.Kımızı Ferrari, 3.Topuklu, kırmızı rugan ayakkabılar, 4.Çikolata, daha fazla çikolata... 5.Ajan olmak, 6.Uzayda yaşayıp işe uçan bir spor arabayla gidip gelmek... Saf bir çocuktum bea...)

Ve bu sonuç yüzünden bela mıknatısı oldum.
İnsan çenesini tutamayınca, -özellikle doğrular konusunda- başına çok iş geliyor... Mesela öğretmenlere kendi doğrularını savunmak, sonucunda ceza ıvır zıvır almak; koça körünün göz olduğu gerçeğini belirtip, savunma için yeni bir plan belirtmek, öbür plana 'Kömik ve şaçma!' demek; bir arkadaşın yeni sevgilisi hakkındaki görüşlerini filtrelemeden belirtmek (kaba değildi, sadece yontulmamış gerçeklerdi...) bunlardan bazıları... Bir de alışveriş merkezlerinde, bir şey incelerken veya alırken benim dikkatimi kasten ve amaçsızca dağıtan, beni engelleyen, oyalayan veya almayı düşünmediğim bir şeyi gözüme sokan insanlarla; dolmuşta, yolda, sokakta sinirimi zıplatan kırocanlarla yaşadıklarım var...

Mesela markette benimle hemen hemen aynı şeyleri almasına rağmen (Ben: sakız, çikolata, ice tea, kız: kola, naneli şekerleme, cips) 'Benim daha az eşyyaaoom vaar!' diyerek önüme zıplayan kıza 'Şirret-i pislik!' demişliğim vardır... (Bu lafın da tarihçesi var, bir ara anlatırım)

Bir iki gün önce bir arkadaşımla benzer bir olay yaşadık, olay şöyle cereyen etti:
Arkadaş yeni bir telefon düşünmektedir, pazar bilgisi(!) ve çenesi yüksek olan sayın sevgili ben Geveze ile gitmek istemiştir. Ben de 'Alış veriş olsun, çamurdan olsun!' diyerek peşine düşmüş, Teknosa, Bimeks gezilmiştir. X satış noktasında adamın birinin gözüne pek bir bücür gelmişizdir, bir şey alacağımızı düşünmemiştir, habuki arkadaş parasıyla gelmiştir, beğenirsek 18 yaşından büyük olan abi gelecek ve gereken kâğıtları imzalayacaktır. Nokia'nın bir Express Music modeli tarafımdan önerilmiştir, fekat görevli bey(!) bizimle ilgilenmemiştir.
Bilmez ki, Geveze şahsiyet ondan daha hindir.
"Paardoon, eğer ilgilenmeyecekseniz biz daha yetkili bir meeeerciyle göörüşeliiim..."
"Nasıl yani?"
"Nasılı var mı canıııaam? Basbayağı daha yetkili biriiie... Meselaaa,, buranın müdürü kiiimdi? Meselaa, X'in iletişiim adresi neeydi? Meselaaa,, müşteri memnuniyeti sizin için öneemli olduğuna..."
"Ah, tabii, anlıyorum. Ne bakmıştınız?"
"Kapı nerede diye bakınıyorduk..."
Bu olaydan sonra arkadaşla başka bir teknolojik ıvır zıvır mağazasına gittik, daha pahalı bir telefon aldık, ben üstüne kamera kaseti, 25lik DVD, bir tane film aldım. Orada daha çok para bıraktık, oooh olsun!

Yolda sokakta tükürük bezlerini kuruturcasına boşaltım yapanlara da böyle antipatik cevaplar verebiliyorum... Veya yere çöp atanlara... Geveze ve dikkafalı ruhum susmuyor, susamıyor!

Normalde (tabii normalim varsa eğer) daha sakin bir mizaca sahibim(okulda ve dershanede agresif olabilirim). Daha geniş bir insanım. Ama okulun veya dershanenin kapısından içeri girince, biri damarıma basınca sinir katsayım artıyor vee...
İçimdeki uyuyan cazgır uyanıyor. Kısa zaman içinde bastırılamazsa veya uyandırılma sebebi büyükse kolay kolay da uyuyamıyor.. Tehlikeli olabiliyor, hem benim için hem de çevrem için... Yakınımdakilerin ve çevremdekilerin bilgilerine arz ederim...



Ve nostaljik bir şarkı... Mazhar Alanson & Cem Yılmaz / Psikopat

Hormon Eksiği...

"Hayatımda bir şey eksik...
Sanki bir iki hormon lazım bana...
Bir avuç adrenalin...
Bir ölçek endorfin...
Biraz da...
Feronom...
Evet, feronom..."

Bazı şeyler vardır şu mavi toparlakta, olunca canını yakar, içini hoplatır, panik atak yapar. Olmayınca da, bir boşluk, bir hiçlik, bir eksiklik...

Olunca, hay olmaz olaydın, dedirtir...
Olmayınca da susuz koyun gibi meletir...

Aşk böyle bir şey... Hem extreme, hem saçma, hem sıkıcı, hem heyecanlı, hem ihtiyaç, hem lüks... Bir gerçeği, bir yalanı, bir göstermeliği, bir nirvanası, yaşama sebebi, bir de hobisi var...

Gerçekse ne ala...
Yalansa, tükür suratına...
Göstermelikse, bil ki gerçeğine...
Nirvanaysa bize laf düşmez...
Hobiyse, yandığının resmi...

Ben henüz çözemedim, hangi gruba dahil olduğumu... Çözünce paylaşacağım ;))

Kaçan Kovalanır Mı?

Kaçan kovalanır...
Mı? Öyle mi gerçekten?
Belki... Ama eğer işin içinde BEN varsam, genellemeleri rafa kaldıralım! Seviyorum kerataları ama manyetik alanımız ters...

Sadede gelirsek... İflah olmaz bir salağım!
Kankamın kankasının bana bakarken dibi düşmekte... 'Chatty, bebeeeem, bi istein var mıydı?' gibi... Dedim ki(demez olaydım!),
"Kaçan kovalanırmış! Kaçmayayım, bıktırma politikası izleyeyim!"

Kaçmadım, insancığın imanı gevreyene kadar, 'Hamdım, piştim, yandım.' yolunu düz edene kadar msn'de konuştuk. Konuştuk, konuştuk... En iç bayıcı kız triplerini yaptım, en mide bulandırıcısoruları sordum(niye beeen?, nasıl beeen?, hala arkadaşıııaazz!!!, sence ben hakkında ne düşünüyoruuauum? vs. vs.). Ama hepsine inatla cevap verdi. Eee, kaçmadım da ne oldu? Her şey daha beter oldu. Konuşarak anlaşalım dedim, arkadaş çoktan 'O beni prenses, peri sanıyoo..' moduna bağlamış beni...

Bak, seni uyarıyorum dostum, kendine gel! Sırf senin yüzünden feminist olup çıkacağım. Eğer beni karşınıza alırsanız sizin için çok kötü olur erkek milleti, tersim pistir! (öyle midir Busebuse?)

Şimdi, tekrar soruyorum, kaçan kovalanır mı?
Bunu kim ortaya attı?
Niye böyle bir teze ihtiyaç duyuldu?
Gerçekse niye işe yaramadı, değilse niye bu kadar tartışılıyor?
Açıklayınız....

Göz Görmeyince...

Anneannem hastalık derecesinde titiz bir kadındır. Gelir geçer yer siler, cam siler, toz alır, ev süpürür... Artık bir nevi hobi oldu, günlük temizlik kotasını doldurmayınca depresif oluypr, bana kızıyor, anneme kızıyor, televizyona kızıyor, komşunun kızına kızıyor...

Annem de çalıştığı için ben anneannemin eline doğmuşumdur. Kendileri benim kankamdır, (kelimenin tam mansıyla.. KAN-KArdeşi. doğduğumda sarılık olmuşum ve anneannemin kanını vermişler bana) sırdaşım, yoldaşım, oyun arkadaşımdır. Ben büyüyünce böyle temizliğe sarmıştır...

Yemek yapmayı de pek sever. Sonr da mutfağı toplar, siler malumunuz...
Aslında, kazın ayağı öyle değildir...
Mutfak dolaplarında hâlâ yağ lekeleri vardır. Ama bizim Kanki, göremediğinden onları tertemiz sanar, (gözlüğü değişti ve aylardır alışmaya çalışıyor. huysuzluk zor zanaat... ileride ben de böyle olursam eyvah!) rahat rahat oturur televizyonunun karşısında... (genelde NTV veya Nickelodeon. Tarzımız var!) Annem hastahaneden döner ve dolapları siler. Bizimki küser, 'Ben silmeyi bilmiyor muyum? Benim yaptığım iş batıyor mu sana?'
Şu anda bunu tartışıyorlar, annem dolapları sildiği için elinde kant kalmadı, bir türlü sonuca varamadılar... Acep gidip davayı bir dahaki 'Anneanne yemeği günü'ne ertelemelerini mi söylesem, yoksa tatlı atışmalarını mı izlesem?

Ve Hüsran!!

Yemedi, dear okur. Annem buz ve tebeşir tozu numarasını yemedi... Ben zavallı o kadar buz ve tebeşir tozu yediğimle kaldım. Üstelik boğazımda da berbat bir ağrı var, tebeşir tozunun paslı tadı da damağımda. Hem kel hem fodul muhabbeti.

Okul da berbat geçti. Beden eğitiminde hentbol oynadık, ki ben çok saçma buluyorum... İçinde kale olan klasik mahalle basketbol sahasında plastik toplarıyla basketbol oynayan grupla futbol oynayan grup bibirine karışmış, böyle cins bir şey çıkmış ortaya. Neymş, çizgiyi geçince atılan basketler ouucchh, goldü, sayılmıyormuş. Pöh! Sonra, o top zıplamıyor ki!

Fen dersi güzeldi ama, hoca derse gelmediği için...

Türkçe, idare eder...

Kitap okumayla İngilizce'yi ve yazılıyı saymıyorum... (PURRFECT!)

Ama rehberlik, ama rehberlik! Murat hoca (KGB, CIA, FBI, MIT, Interpol ıvır zıvır ajanı... Beni takip ediyor!) iğğğrenç bir yer değişikliği yaptı. Dilimde tüy bitti, 'Nolamaz, nolabilemez!' demekten...

Şimdi ben o kadar üç kâğıdı boşuna yaptım, yukarıdan torpil lazım bana!
Annem de yok yanımda, İzmir'e gitti. Anneannem de benim kitaplardan almış bir tane (Aşk/Elif Şafak :O) hevesle okuyor. Ben sıkıldıydım, patladıydım, yok! Bir elinde ıhlamur bir elinde kitap, kim ki Geveze-ül bitap! Pöööh Gülsüm Sultan, pöööh! Unutmam bunu, unutma!

Tatil, Tatil, Beni Duyuyor Musun?

Yazarın tavsiyesi: Aşağıdaki şarkıyı açarak okursanız daha manalı olur. (Demek istiyor ki, yazı beş para etmez, müziği açın da beni kurtarın!)

Uzunca bir zaman kendimde pazartesi sendromu olduğunu sandım. Ama sorun pazartesilerde değilmiş, bendeymiş! Evet, bendeymiş. Ben, Üstad-ı Geveze (tevazu-tevazu-tevazu.. ne ki o?) su götürmez bir tembelmişim! Tem-bel!!!

Pazartesilerden de bu sebepten dolayı nefret edermişim. Mantıklı, doğrudur...
Peki, gelelim neticeyeeee...
Yarın, pazartesi... Okul, 8.30da... Ödevler, hâlâ çantada... Saat, 10! Ben, tembel... Okul, 8 ders... Çalışma sürem, birkaç aydır aralıksız... Sonuç: TATİLe ihtiyacım var.

Kumlu kumsalllı olması şart değil, evde geçirilen 5 işgünü+bir iki DVD+bir iki roman+internet+brunch+sınırsız portakal suyu yeter. Amaaaaa.....

Bissürü param olsaydı, okula gitmez, özel öğretmenlerden ders alır, canım sıkılınca Londra'ya yağmurda ıslanmaya, Paris'e aşık olmaya, İtalya'ya tıkınmaya, Marsilya'ya bronzlaşmaya, Kanada'ya ten rengimi açtırmaya, Hollywood'a kapris yapmaya, Broadway'e eğlenmeye, Milano'ya paramı çarçur etmeye, Amerika'ya teknoloji manyağı olmaya, Rusya'ya paten yapmaya giderdim. Canım ne zaman isterse tatil yapardım. Türkiye'ye de uyumaya filan gelirdim, ilkokul diplomamı Yeni Zelanda'dan, lise diplomamı Amerika'dan, üniversite diplomamı İngiltere'den, yüksek lisans ve doktoramı da Fransa'dan alırdım. Küçük burjuva olurdum... Ve galiba, çok çekilmez, silikonlu şımarık olurdum... Şimdikinden de çekilmez :P Allah korusun di mi, bu halime zor dayanıyorsunuz!

Şu anda annemden gizli buz yiyorum. Tebeşir bulursam suyla karıştıracağım. İkisi birarada bir günlük tatili garantiler. Anneniz doktorsa eğer, kolay kolay keklenmiyor. Bu kombinasyonu daha önce de denedim, ama şu anda zaten grip olduğum için daha çok işe yarar diye düşünüyorum...

Eğer bu yazıyı +13 olmayan bir çocuk okuyorsa; sayın okuyucum, SBSye girecek yaşa ve o yaşın ikinci dönemine gelmeden hile hurda yapılmaz.
Eğer bu yazıyı bir öğretmenim okuyorsa; hocam, maksat muhabbet, gerçekten öyle bir şey yapmam ben! (Anne, teknik olarak yalan söylemiyorum, yazıyorum. Yalan da değil hani, bastırılmış gerçekler!)
Eğer bu yazıyı ben okuyorsam; kolay gelsin, umarım planın (planım{ız}) tutar...
Eğer bu yazıyı yukarıdaki gruba dahil olmayan muhteşem okuyuculardan biri okuyorsa; bu cümle hariç 'Eğer' ile başlayan cümleleri dikkate almayın...



Yazının anlam ve önemine uygun şarkımız, bana fena halde Beach Party çağrışımı yapan şarkı, Gwen Stefani / Rich Girl... (Bu şarkının belli bölümlerinde kendimi buluyorum :P)

Ama Nedeeen??!

Kendisini alıp okumamama rağmen Gonca Dergisi'nin hazırladığı hikâye yarışmasına katılıyorum arkadaşlar... Her şey Nikon D80 için, yan çizen Super Gardemum* yüzünden.. Söylemesi ayıp, ben Geveze şahsiyet, düz yazı yazamam, rezzalett tematik şiirler yazarım (3. sınıfa giden bücürükler bile benden güzel yazar :P) ama,, hikâye konusunda iddialıyım...

Uğraştım, didindim, Çocuk Gözüyle Dünya konulu hikâye yazdım... ("Hey Tanrım! Tam kompozisyon konusu, nasıl hikâye yazacağım kiyyy?!!") Tam sizinle paylaşmak için post yaptıydım, annem bağırdı içerden, 'O hikâyeyi blogunda yayınlama sakınn!!'
"Niye kiiiee?"
"Böyle yarışmalarda hikâyenin önceden yayınlanmaması şartı olur..."
"Hadi canım!"
"E sitesine bak..."
Her yanı öğüük resimlerle dolu site açılır ve bakılır, gerçekten varmış... :(((
"Var mıymııış?"
"aeflkjgıodtjvsmıdbpı..."
"Efendim?"
"Sükuut..."

Bu ne saçmalıktır bea... Katılan hikâyenin daha önce derece almamış, yarışmaya katılmamış olması şartını anlıyorum, biz uçlarda gezinen bi milletiz, aynı hikâyeyle defalarca ödül alabiliteye sahibiz, böylece yarışmanın düzenlenme amacı da (edebi yayınları arttırmak) havaya karışır. Ammaaa... Niye yayınlanmamış olsun ki? Niye ben sizinle hikâyemi paylaşmak için yarışmanın sonuçlanmasını bekleyeyim?

Sayın Dergi, Açıklayınız...

*Super Gardemum: Bir bisiklet yarışına katılmak isteyen ama yaşı yüzünden geri çevrilen, inat edip '0' numarayla katılan ve birinci olan, takma adı Super Gardepa {Grand=> Garde (büyük) Pa=> Papa (baba)} olan dededen uyarlama(çalıntı)dır..

Dırırırım!

Her yazımı yazdıktan sonra blogumda bakarım, nasıl olmuş diye... Az önce de aynısını yaptım vee.... Neyi fark ettim, biliyor musunuz?

Yumurta ile o kadar uğraşan el ile yüzüğü takan el şüpheli bir biçimde birbirine benziyor...

Yani, ya bu kadar uğraaşan erkek aslında evlenme teklifi bile etmemiş, ya da hayallerim yıkılmış, kadının biri düşünüp, evlenme teklifi öyle edilmez, böyle edilir demiş....

Dırırırım!
Tüh ya... İşin atraksiyonu kalmadı :O :S Belki başka bir sanat-şaheseri-evlenme-teklifi yapan kişi şüphe bırakmaz aklımızda da, şu erkek böcüklerin aklı olduğuna ve çalıştığına inanırız...

Tarihi Eser Niteliğinde Erkek Kişisi

İlk olarak fotoğraflara bakın arkadaşlar... Yorumum aşağıda....

Bi evlilik teklifi için bu kadar düşünen ve uğraşan erkekler var mı piyasada? Varsa ben hiç görmedim, duymadım... Müzelik erkek dediğin bu olsa gerek.

Sürprizlerle dolu, ilginç, düşünceli. Etkileyici... :))) Ama şimdi o yüzük yumurta kokuyordur :P Di mi ama :)) Olmadı, olmadı, beğenmedim :)))

Bu Şans Bende Olsa...

Burada bir şey okudum... Çok ilginç değil mi... Bu şans bende olsa şu anda Milli Piyango bayisinde olurdum :))

Mutluyum, Mutlusun, Mutlu

Sanki biri beni yaka paça tutmuş, koluma bacağıma endorfin (mutluluk hormonu) enjekte etmiş. O derece sırıtkanım bugün.

Her şeye gülüyorum, olayı her zamanki gibi psikopata bağladım, vatana millete hayırlı uğurlu olsun. Eve gelip mutfaktaki tepsiye güldüm, sonra annennemin ördüğü ve annemin kullanacağını umduğu paspasımsı şeye güldüm, sonra aynada kendime güldüm, sonra diş fırçama güldüm, yine anneannemin ördüğü şeye gülüm, (zavallı can hıraş kirpikli ipten örüyor paspası, annem kullanır diye ama annem de ben de basamayız öyle tüylü şeylerin üstüne. hem anneannemin ördüğü şey de acayip yamuk.. oops, duymaz di mi bunu :))) sonra odamdaki film afişlerine dakikalarca güldüm, saçllarıma güldüm, (beni her an çıldırtabilme kapasitesine sahipler) dünden kalan bir iki parça pizza dilimine güldüm, kemanımın kuusu evrildi, ona güldüm, yarım kalan tuvaime güldüm... Şu anda gülmekten yanaklarım ağrısa da mutluyum :)))

Bu arada anneme sordum, küçükken kafamın üstüne düşmemişim. Ama henüz doğmamışken karnına kafa atmak suretiyle aynı etkiyi yaşamış olabilirim. Böyle bir potansiyele sahibim...

Bir şey öğrendim, 'Sizce normal misiniz?' sorusuna 'Evet, tabii ki!' diyenlerden kaçmak lazımmış. Emin olamayanlar sağlammış. Cidden!

Son olarak, hâlâ gülüyorum, bana katısanıza, çok rahatlatıyor! ;))

Not: Pek Pollyannavari bir yazı oldu, her zaman böyle olmam :))

Ben Bir Kaçağım

Bu gün okulda etüt vardı. Ama ben kalmadım, maçımız vardı, ona gitmeyi umut ettiydiydim :)) Ama yarım domatese benzeyen bir burun ve şalgam gibi gözlerle oynamak biraz zor geldiğinden etütten yırttığımla kaldım. Bir şey daha hatırladım sonra, dershane rehberlikçimle programımım vardı, salla gitsin!

Tenis antremanım da var, haydaaa, hepsi aynı gün! Boşver, zaten hastayım... Ya, Rüştü amca da diş etlerimdeki çekilmeye bakacaktı müsaitsem... Ama çok yoğunum, boşver!

Az önce annem de bir aile arkadaşımızın evine gitti, geçen hafta beni 'mutlaka gelmem' için emek emek çağırana...

Dedim ya, ben bir kaçağım... Kaçağım ama, bu kaçaklık da bir işe yaramadı; okuldan geldiğim gibi duruyorum, bir tek formamı çıkardım, yatıyorum, nefes alıp verme gibi bir faaliyetle meşgulüm... Galiba tembel bir kaçağım ben. Ama aramızda kalsın, annem, kaçaklıklarımı aile dostumuzla sınırlı sanıyor :)) Boşverin, fazla bilgi, fazla sorumluluk :O





Not: Şimdi fark ettim, müzikle yazı kel alaka... Neyse, bu arada müzüğümüz, Nelly Furtado/Say It Right

Slumdog Millionaire

Şu Geveze, hem kel hem fodul hesabı, hem sanat düşkünü hem de hasta bir vaziyette dün Slumdog Millionaire'i izlemeye gitti.

Hapşıra öksüre izledim, hatta ağladım bile! Söylemesi ayıp filmlerden çok çabuk etkilenen bir sulugözüm, polisiye filmlerde bile gözüm yaşarabilir, öyle bi gözyaşı boşaltabilitem var!

Olay şöyle gelişiyor:
Varoş mahallede yetişmiş Jamal, Who Wants to be a Millionaire yarışmasına katılır. Tüm soruları eksiksiz cevaplar, ta ki final sorusuna dek... Final sorusundan önca cevaplaması gereken bir soru daha vardır...
Bir sokak çocuğu milyoner olmaya bir adım uzaktadır. Peki bunu nasıl başarır?
A. Hile B. Şans
C. Zeka D. Kader
Bu soruyla beraber çarpık bir hayat hikâyesi gözler önüne serilecektir...
Kurgu muhteşem; aşk, para, hırs, ihanet, kovalamaca, Hindistan, varoşluk kavramı öyküye çok güzel empoze edilmiş. Müzikler ve görüntü kalitesine hayran kaldım, filmin sonundaki dans bölümünü izlemeden çıkmayın!
Kolay beğenmeyen biri de olsam, şimdiye kadarki en yüksek notumu veriyorum: 9.5/10
Sonunda bir sürpriz olsa muhteşem olurdu...

Azimli Millet

Bir rivayete göre (Ben de annemden duydum :))) şu THY uçağının düştüğü sırada tarladan bir Türk çift geçiyormuş! No comment!

Biz Türkler ne kadar azimli bir milletiz ya! Her taşın altından çıkıyoruz!!! Mesela, Allah'ın Grönland'ında bile Türk var. Londra'dan geçtim, malum pek çok göçmen alıyor, Yorkshire'dı, Leeds'dı, Bristol'dü, bir sürü Türk var. Zaten Almanya'yı filan mesken edinmişiz. Malezya, Filipinler'de de varız, Asya da Türk dolu, pek çok Avrupa ülkesine de tonlarca beyin göçü vermişiz, tekrar söylüyorum, ne azimli milletiz!

Aslında bu iyi bir durum, dünyanın gözündeki Türk imajını tazelemek, tiki dilinde söylemek gerekirse, refreshlemek için. Ama bu kadar yayılabiliteye sahip olduğumuz aklımın ucundan geçmezdi...

Oturgaçlı Götüreç Düşsün Başınıza!

Ben bu TDK'yı 14 yıldır anlayamadım. Anlayanınız beri gelsin arkadaşlar!

Niye mi?
Herşey birkaç gün önceki Türkçe dersinde başladı, kabızın biri 'İnternet adresi' yerine çalışma kitabımıza 'Genel ağ adresi' yazmış. Doğrusunu söylemek gerekirse, yanındaki internet adresi örneğini görmeden önce 'Bu da ne ki?' dedim. Merak ettim, başka hangi kelimler aracılığıyla Türkçe'mizi hadım etmeye çalışıyorlar diye. Araştırmak bu güne nasipmiş, aşağıdaki ÖZ TÜRKÇE(!) sözlüğe ulaştım...

Oturgaçlı götürgeç: Otobüs.
Hey TDK başkanı, o kadar yıl okudun da, milletinin günlük konşma ve yazı dilinde her türlü kısaltmanın etinden sütünden yararlanmadığını öğrenemedin mi? Damarlarında Türk kanı akan hangi insan evladı otobüs yerine oturgaçlı bilmemne der ki!

Tavuksal fırtlangaç: Yumurta.
Ya ne şimdi bu? Hakikaten ne? Bir lakto vejeteryanın* henüz ilkokul çağındaki çocukların Türkçe kitapları aracılığıyla kurduğu bir kumpas mı? Bu adı duyunca yumurtayı kısaca 'öğğğk' olarak mı hatırlasınlar? Bu mu amaç?
*Yumurta Yemeyen Ama Süt Tüketen Vejeteryanlar (Lakto Vejeteryanler) : Hayvan eti ve olası bir yaşamı sona erdirme kaygısıyla yumurta da yenmez. Süt ve süt ürünleri yenebilir.
Not: Ben pesketeryanla semi vejeteryan arasındaki çizgide seğirtiyorum :)) Kırmızı et asla yok amatavuk belki balık da sadece somon filan :)) (araya hemen kendimle alakalı bişey koymam lazım, yoksa çatlarım :)))

Ulusal düttürü: Milli marş, İstiklâl Marşı.
Bu ne?Mehmed Akif'e yapılan bir hakaret filan mı? Eğer benim yazdığım bir şiire böyle deselerdi şahsen ben bu yolda yorum yapar, dağıtırdım orayı :))

Baş bayan: First lady.
Bu da resmen kamera şakası tadında. Ne yani, gazetelerde 'Amerikalı Baş Bayan Obama Türkiye'de' gibi bir b aşlık hayl edilebilir mi? Birebir çeviriden nefret ederim, dilin tüm inceliklerini öldürür. İşte bu da aynn birebir çeviri örneği. Hem first lady desek ne olur, Tarzanca Türkçe'den iyidir!

Tutsat: Mortgage.
Tutsat nedir ya! Oldu olacak atsat diyelim, bu da sahibinden satılık mortgage filan olsun! Hem tutsat ile ne alaka mortgage? Neyi tutuyorsun ki, ayrıca satmıyorsun, alıyorsun... Töbe töbe yani...

Gök konuksal avrat: Hostes.
Bu da hosteslere hakarettir. Kesinlikle yurdum insanının espri konusu olabilecek bir 'karşılık(!)'.

Elmek: ELektronik posta ve MEKtup sözcüklerinin saçma bir kombinasyonu.
Üstüne para verseler 'Busecan, dün sana elmek attım, okudun mu?' demem!

Alttan ittirmeli üstten püskürtmeli çok oturgaçlı götürgeç: Tren.
Burada bücürüklere trenin adı gibi uzun bir araç olduğu, ama adı kadar saçma olmadığı, günümüzde adı kadar kullanışsız olduğu gibi hayati bilgiler tam 7 kelimede öğretiliyor, bravo!


Bazı sitelerde bunların asılsız olduğu, gerçekten önerilmediği yazılı. Umarım öyledir. Düşünsenize, resmi bir yazıda gök konuksal avrat, milli düttürü filan geçtiğini ve başbakanın basına karşı okuduğunu, okurken de gaf filan yaptığını... Bush'un 'six' gafınının rekorunu zorlar bence!

Eğer bunlar gerçekten önerildiyse, 'TDK benim için bitmiştir! Daha da TDK'ya güvenmem!'
Ama değilse, Ya Rabbi Şükür!
Yaşasııın müzik eklemeyi öğrendim!!!! İşte size güzel bi müzik ;)

Free Hayalperest

Bu aralar pek bi free'yim ki sormayın! Sürekli tek başıma takılıyorum, her grup çalışmasını elimin tersiyle itiyorum, aslında sosyal bir insanım, ama bu aralar biraz stresliyim.

Şöyle ki, bir hikâye yarışmasından haber beklememe rağmen hayalgücümün dizginlerini kaybettim. Sürekli yeni fikriyeler zihnime hücum ediyor. Bazıları saçma olsa da çoğu epey ilginç. Hepsini tek tek not alıyorum, yazmak-çizmek için :)) Eğer aranızda ilham perisine ihtiyacı olan varsa ödünç veya temelli verebilirim, söylemeniz yeter ;))

İlan!!!

Buradan sarı basın kartı olan, amatör-profesyonel uluslararası tüüüüüümmmm magazin basınına sesleniyorum,

Stajyer, getir götür işlerini yapacak asistan, yardımcı arıyorsanız:

Müjde, buldunuz! Özellikleri aşağıda sıralı kişiyle şu adresten iletişime geçebilirsiniz: chatty_cat@windowslive.com (Blogger arkadaşlarım da ekleyebilir :)))

  • Biraz bücürdür, partilere filan kolayca sızar..
  • 7 yıllık basketbol deneyimi nedeniyle üflesen uçacak durumda değildir, kendini savunabilir.
  • Fotoğrafçılık yeteneği vardır..
  • İkna kabiliyeti yüksektir..
  • Sabah nemrut olmasına karşın geceleri pek bi enerjiktir, gala, parti gibi mekanlarda saatlerce takılabilir..
  • Çaktırmadan güzel fotoğraflar çekebilme yeteneğinin yanında şantajlık pozlar da yakalayabilmektedir..
  • Advanced düzeyinde İngilizce, Tarzan düzeyinde Almanca ve Fransızca bilmektedir. Birazcık da tıbbi Latince...
  • Çeşitli Avrupa ülkelerine 10 yıllık vizesi vardır..
  • İtaatkardır. (Yapacağı işin nedenini bildiği sürece)
  • Gerektiğinde sevimli olabilir..
  • Ücret istemez, arada HP setine, bir de galalarına gitse yeter.
  • Öğrenci olmasına rağmen sadece sınav vakitlerinde okula gitse yeter.
  • İnatçıdır.
  • Aşırı derecede gevezedir.
  • Anormal sayılabilir.
  • Sabah saatlerinde kafası hiçbir şeye basmayabilir.
  • Pek de sakin değildir.
  • Huyuna gidilmediğinde tehlikelidir.
  • Kızınca intikam almak isteyebilir.
  • Arada bir çikolata krizi tutar, böyle anlarda yapılacak en mantıklı iki şey: Ya kaçın ya da çikolata verin.

Eğer bu şartlara ititrazınız yoksa hemen bana ulaşın, siz de mutlu olun, ben de :)))

(Reklamcı da olur benden :)) İki dakikada tanıtım yaptım kendime :)) Narsizmin böylesi!)

Neden BEN?

Merak ediyorum, ben hep bu kadar farklı olmak zorunda mıyım? Bir soru sorulur, en saçma cevap bana aittir. Bir karakter testi çözerim, çok abuk şeyler çıkar. Bir normallik testi çözerim, çözdüğüme pişman olurum! Reva mı bu bana!

Şu testi çözdüm, şiddetli derecede obsesif (takıntılı) bir insanmışım.

Sonra bir test daha çözdüm, biraz karışık ve uğraştırıcıydı. Sonucum 6.

Sonra bir test daha çözdüm, biraz sıkıcıydı. Sonucum 41.

Bir test daha çözdüm, nevrotik olmak üzereymişim.

Bu kadar testin üstüne resmen tipim kaydı, ama yetmedi IQ'ma baktım. Düşündüm, düşündüm, düşündüm... Sonra şu karara vardım, ben aslında normal de değilim anormal de. Çünkü kimse normalin tanımını yapamıyor. Normalin ne olduğunu bilemezsek anormali nereden bileceğiz ki ;))

Ama bana anormal derlerse de kabul, olma ihtimalim var ama bir de şu var: yüzyıllardır deli ile dahi arasındaki ince çizgi fark edilememiş! (Pek bi narsist oldu :))) Hem sanatçı olmak farklı düşünmektir, geleceğin yönetmeni de farklı düşünmeyi bilmelidir :))