Ölüm...

Ölüm... Sonsuzluğun başlangıcı veya maceranın sonu... Nasıl algılarsanız algılayın, ne derseniz deyin, bir gerçek... Gerekli bir gerçek... Bir nev'i yenilenme, eskiyeni silme sistemi. Çoğu insan, ondan kaçıyor, kuytulara saklanıyor, belki de korkuyor. Yitip gitmekten veya ardındaki sonsuzluk düşüncesinin baş döndürücülüğünden... Çok azımız onu kabullenebiliyor, onuruna yedirebiliyor bu perdenin kapanış merasimini...

Kabullensek de, itiraz etsek de, "Neylersin, ölüm herkesin başında / Uyudun, uyanamadın olacak. / Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında / Bir namazlık saltanatın olacak / Taht misali o musalla taşında..."

Benim takıldığım nokta ise şu; belirli kesimden anneler, çocuklarını bazı şeyleri yapmamaları için tehdit ediyorlar, hem de ölümle... 'O kumandayı bırak, elektrik çarpar, ölürsün, mezara koyarız seni sonra...', 'Kaldırımdan yürü, yola çıkma, araba çarpar, ölürsün, toprağa gömeriz seni sonra...' Daha neyin ne olduğunu bilmezken, akıllarına 'Ölüm' konu başlığı altında bu tarz korkutucu düşünceler yerleştiren bireylerin nasıl karakter gelişimini tamamlayacağı konusu aklımı kemiriyor... Böyle telkinlerde bulunulan çocukların ölümden korkmaması, panik hâlinde yaşaması topluma ne gibi faydalar, ne gibi yararlar sağlar, tartışılır...

Anlayamadığım bir nokta daha var ki, ölümden niye korulur? Dolu dolu bir yaşamın üstündeki toprak, yoğun bir günün ardındaki uyku gibidir, ihtiyaçtır... Korkulası bir şey değil, yerinde ve zamanındahoş olabilecek bir olaydır...

Bilmiyorum, ben mi olayı basite indirgiyorum acep? Ya da erdim mi, ne oldu?
Ben pek böyle ciddi takılmam ya, hayırlısı...

Hiç yorum yok: