Yaza Giriş 101

-----------bilgilenelim-----------
  Hepinizin bildiği gibi yılın en beklenen, en sevilen mevsimidir yaz a.k.a. çok-acil-kilo-vermem-lazım-o-elbiseye-sığmam-lazım. Yazlık maceraları, deniz kenarı, tuz, ter, vıcık, tatil, miskinlik, seyahat, sıcak hep anahtar kelimelerimiz.

Yaz Nedir, Ne Değildir?
Vallahi nnnnnalet bi' şeydir. Herkes miskin miskin yatar, turistlere yavşar, verandada pişti, terasta okey oynar, bahçede mangal yapar, yüzer, ortamlara akışta belirgin bi artış olur, bir kısım büte girer, bir kısım ayran gönüllülük eder. Anafikir bütün kış çalışan, ot gibi yaşayan o sıkıcı insan sen değilmişsin gibi davranmaktır.
Güzeldir yaz, bütün sorumlulukları sallayıp saçma eylemlerde bulunmak, sonbaharda da 'Sarhoştum hatırlamıyorum.'a nazire yaparak 'Yaz tatiliydi işte abi yeaa.' demektir.

Ne Zaman Gelir, Nereden Gelir?
Kışın hemen arkasından yaz gelir, çünkü herkes bilir ki aslında bahar diye bir mevsim yoktur; yaratıcılıkta çıkmaza girmiş orta yaşlı şairler tarafından kendilerini tatmin etmek için uydurulmuş çakma bir mevsimdir bahar. Aslolan yazdır.
Yazı getiren birkaç önemli öge vardır, bu konunun turnusol kağıdı ise pek tabii evinizin sevimli blogger'ı Geveze'dir. Şöyle ki, yazın üç belirtisi vardır:
    1. Geveze'yi kana susamış bir sineğin ısırması. -ki iki gece önce gerçekleşti. sağ yanağımda iki savaş yarası taşıyorum, çok havalı ve kaşınıyor.-
    2. Geveze'nin saçma sapan aşık olması. -ki sanatçımın özel hayatı hakkında mülakat vermiyoruz tamam mıa-
    3. Kuzey Yarımküre'nin tenis turnuvalarının başlaması. -ki Monte Carlo'da finale giden son düzlükteyiz, VAMOS RAFAAAA. öhm, turnuva diyorduk diy mi.-
-----------bilgilenelim-----------


Uzun lafın kısası, BAYAA BAYAA YAZ GELDİ OLUUUUUUM!!!BİR!!1!!
Bu da demek oluyor ki The Ultimate Hipster Catcher Trap Project artık bitmeli. Vaktim git gide azalıyor zira.

Şimdi sizi tüm zamanların yaz şarkısı Bananarama - Cruel Summer ile başbaşa bırakıp matematik ödevi yapmaya gidiyorum, zalım dünyaağğğ.


hipster!


benim bir tezim vardı: sahip olmadığın bir şeyi özleyemezsin. yalanmış ya o.



röyksopp - you don't have a clue.
minnak video, kime geldiğini filan hep bildiğini düşünüyorum.
bi de şarkının bir davşan, ciddi ciddi bir davşan tarafından söylendiğini düşünüyorum. bu bir davşan sesi yaa, vallaha öyle.

Mia Magnifica Presenza, Arrivederci!

Son on gündür yanımda bağıra bağıra İtalyanca konuşulmasına doyamadım, dün akşam annemle gidip Magnifica Presenza'yı izledim efendim.
Bu arada çok basit İtalyanca cümleleri anlayabildiğimi de ilan etmekten gurur duyuyorum. -tam bir 'anlıyorum ama konuşamıyorum' oldum. allora diyorum cevaben.- -ciccio 1'e de selamımı çakarım, çocuk on gün boyunca allora diye diye beynime kazıdı zira.-

Herneyse, kısa çizgi arası kaosundan önceki konumuza dönersek, Ferzan'cığım yine güzel eylemiş.
Film bir 'ev bakma' ile başlıyor ki şu hayatta en sevdiğim şeyler listesinde hipster'ların hemen arkasından 5 numarada yer alır malum seremoni. -seranomi diyerek de morfofobik bir sarışını anmak geldi içimden.-
Neden diyecek olursanız, -demeseniz bile paragrafın akışı gereği demiş gibi yapıyorsunuz dear okurlarım- eşyasız evler hayal kurmak için koca koca alanlar demektir. Sizden önce eve bakanları hayal edersiniz, şu pencerenin önünde gülümsediklerine dair bahse girersiniz. Eski sahipleri düşünür, tam buraya bir televizyon izleme koltuğuyla tonton bir dedecik kondurursunuz. -fesat seni. onca zamandan sonra bile dedecik deyince bıyık altından gülüyorsun ha. ayıp. şurda tumblr kızıcılık oynatmadın iki dakika, hemen boz atmosferi.- Sonra sizin olduğunu hayal edersiniz, en sevdiğinizle çekirdek çitleyip Juno izlediğiniz köşecik belirir salonun orta yerinde. Vesaire vesaire.
İşte bu süpersonik girişle olaya hemen dahil oldum, eski evin damask desenli muhteşem duvar kağıtlarına dokundum, tozlu aynalara burnumu dayayıp gözlerimi kısarak baktım. Böyle başlayan bir film kötü olamaz bile demiş olabilirim.

İlk yarı müthiş bir tempoyla aktı. Müzikler, güzel oyunculuklar, minik minik alüzyonlar, travestiler. Aptal bir sırıtışla izliyorsunuz işte. Hani o ana karaktere sarılıp 'Oh, canııııım!' demek istediğiniz filmlerden.
İkinci yarı da tempolu başlasa da ortalara doğru bir parça sarkıyor. Sanki fazla olan bir şey var, makas atıvermek istiyorsun.

Ferzoşumun -samimiyiz imajı vermeye çalışıp tiki kız olmak. ibret için silmiyorum. ferzoşmuş. te allaam.- deyimiyle 'varlık'lar ve ana karakterimizin hayatına sızışları çok başarılı işlenmiş. Kurguda birkaç oyun yapılabilir miymiş, evet yapılabilirmiş. -atilla dorsay sanıyorum kendimi.- Filmin ambiyansı gereği birkaç sahne daha şöyle hoppidi müzikleri kaldırabilirmiş, ama Ferzancığımın dikkati başka yöne çekmemek adına böyle yaptığını düşünüyor ve takdir ediyorum.
Fatihciğimin (Akın) ve Ferzancığımın (Özpetek) bu Sezen Aksu sevdasını pek anlayabilmiş değilim, ama kadın hangi filme bir şeyler yapsa off kıskanmıyorum hayır, fazlasıyla güzel oluyor. Demem o ki Sezen'siz eksik kalırmış biraz.

Oyunculuklara gelince, Cem Yılmaz'ın olduğu her sahnede kıhı kıhı gülen embesil kalabalık sinirimi bozsa da, cast'ta yer alışı bir hoşluk olmuş. Yusuf Antep.
Başroldeki amcamız zaten Ferzancığımın kadrolu oyuncusu. -yine bu kadrolu oyuncu muhabbetinden dolayı gözlerim bir Serra Yılmaz aramadı değil.-
Tiyatro ekibine, kıyafetlerine, mimiklerine ba-yıl-dım. -atilla dorsay strikes again.-
Kuzen çok sağlamdı, onu da beğendim. Café'deki kikirdek kızları bile beğendim.

Sonuç olarak, 8/10. Gidin ve izleyin.