Hissedebilmek ya da Hissedememek, Mr. Watson

Az önce Söz Müzik Teoman'ı dinlemeye başladım -buraya parantez açıyorum (..............................................................................) ki Teoman hakkında yapılacak bütün esprileri yap, içini boşalt ve ben de devam edeyim. lütfen, bu blogda parantez dışına çıkmış Teoman esprilerine yer yok.- ve bunun çok acayip bir his olduğuna karar verdim.
Mesela Paramparça'yı bin defa dinlemişimdir herhalde. Hatta zaman zaman kafamda çalar filan. Teoman'ın o Amerikan aksanlı Türkçe'siyle neredeyse bilinçaltımın bir parçası olmuş.

Ve bu kadar tanıdık, bu kadar bildik bir şarkıyı Sezen Aksu'dan dinlemek canımı acıttı önce. Kulaklarım yandı sanki. Girişi bile mutasyona uğramıştı sanki. Hele Sezen'in 'Biraz biraaa..' deyişi yok mu, Teo'dan bu denli uzak olabilirdi bu şarkı..
Bu durumda ben şarkıyı Teoman'dan ötürü mü seviyorum? Ya da bir insan bir şarkıyı neden sever? Bana sorarsan hemen Freudyen analizlere girşirim, üslubum bu.
'Sözleri çok anlamlı..' diyenlere de ağzımı ayıra ayıra gülmek isterim mesela.. Peki sence neden seviyoruz şarkıları?

İkinci defa dinlemeye giriştiğimde çok hoştu.. Nasıl tarif ederim bilmiyorum, -aslına bakarsan bir fikir hakkında iki paragraf yazıp ne demek istediğimi net bir biçimde anlatabilirim, ama bir duyguyu bir kitapta anlatsam da ne demek istediğimi anlamazsın. kötüyüm bu konuda.- tanımadığım biri bana dokunmuş ama aslında o kadar da yabancı değilmiş gibi.. Hoş bir mayhoşluk gibi..

Tahmin edersin ki Paramparça, Teoman'la başka biri, Sezen Aksu'yla başka biri.. Hani olur ya bazen, birinin yüzüne bakarsın da başka birini görürsün; öyle..


Hoş bir yabanlık, ama hâlâ aydınlanmış değilim bir şarkıyı nasıl sevebildiğim konusunda.. Aslına bakarsan birini nasıl ve neden sevip neden sevmediğim konusunda da kafam karışık.. Çok basit bir mimik A kişisi tarafından hayat bulunca bayağı, B kişisinde çok sofistike..
Yani neden?

Duygular bu yüzden çok acayipler. Yakın arkadaşlarım onlardan böyle bezelyelermiş filan gibi bahsetmeme de çok gülüyorlar. E pek de farklı değiller bana sorarsan.

Hobilerim Arasında Telefon Parçalamak

Daha önce de bahsettiğim gibi, Mardin'e ilk ayak bastığım gün -hatta saat- telefonumu tuvalete düşürdüm. Yokluğunda ananemin telefonuna dadandım, tepesindeki süsü koparttım. Sonra başka bir hurda kullanmaya başladım, bataryasını bozdum.

Hâlime -ya da çevredeki telefonların hâline- acıyan annem -sağ olsun- bana bir Nokia C6 aldı. Mutluluktan uyuyamadım, zira kendisi süpersonik bir telefondu.

Bir Nokia C6 ve Bir Geveze ile Yapabilecekleriniz

  • Ovi'den oyun indirip rekor kırma çabalarına girişebilirsiniz.
  • Ovi'den gerekli uygulamaları indirip boş zamanlarınızda kafa bulabilirsiniz. -mesela söz konusu Geveze periyodik cetvelin uygulamasını indirip kimya testlerinde mutluluğu buldu.-
  • İnternete girip çılgın atabilirsiniz.
  • Küçük servetinizi Adobe ve Microsoft Office lisanslarına yatırabilirsiniz. -gerçekten çok gerekli şeyler bunlar. gerçekten.-
  • Yerde ve gökte, havada ve karada blog okuyabilir, yorum yapabilir, blogosferi hayatından bezdirebilirsiniz.
  • Geveze'ye fbook hesabı edindiremeseniz de kendi hesabınız vasıtasıyla arkadaş listenize musallat olup eğlenebilirsiniz.
  • Makale veya e-book okuyabilir, sunum izleyebilir, maillerinizi kontrol edebilirsiniz. -Geveze mihmandarlığında-
  • Müzik dinleyebilirsiniz. -Geveze DJ'liğinde.-
  • YouTube uygulamasıyla internet kotanızı çığırtabilirsiniz. -Geveze kafasında.-
  • GoogleMaps'le Londra sokaklarında fazla kuşbakışı bir seyir tutturabilirsiniz.
  • Messenger'da takılıp kişisel iletinize @starbucks, @kitap, @uyku yazabilir, mes'ud olabilirsiniz. -neyse ki kafam bunu yapacak kadar güzel olmadı hiç.-
  • Sağa sola komikli mailler, forward mailler yollayabilirsiniz. -kedilerden veya penguenlerden bahsettim mi hiç?-
  • Fotoğraf çekip üzerine pala bıyıklar, martı kaşlar kondurabilirsiniz.
  • Ajandaya girip saçma sapan kayıtlar ekleyebilirsiniz. -kakaolu süt içme vakti.-
  • Q klavyeye mesajlaşmanın tadını random gülerken çıkartabilirsiniz.
  • Resim yapabilirsiniz, bir şeyler çizip arkadaşlarınızdan tahmin etmesini isteyebilirsiniz. -yalnız plak çizince tepsi sanıyorlar.-

Her ne kadar bunların bir kısmını şu anda Mardin kanalizasyonlarında dinlenen emektar Samsung'cuğumla da yapabiliyor olsam da, C6 ile daha çok eğleniyordum. Ta ki..

Okulda burnum 23123. defa kanayana kadar.

Stresten burnum kanıyor dear okur, yani burnum ara ara kanıyor da doktor stresten diyor. -benim stres yaptığımı ne zaman gördün kuzum? ben hiç stres yapar mıyım? peeh..-

İşte benim biçimsiz ve sevgili burnum kanayınca aceleyle sınıftan çıktım, geri döndüğümde çantam yerdeydi, telefonumun ekranı çatlamıştı. Sakin kafayla düşününce çok komikti ama o gün ağlamaktan gözlerim düştü. Sonra da telefoncuğumu servise götürdük, hem de ben daha sadece 2 ay kullanabilmişken..

Bu olay birinci yarıyılın son haftasında oldu ve ben telefonumu daha geçen cuma geri aldım. Buradan Nokia servisini kınıyorum. Siz de kınayın. Esefle kınayın.

Telefonumu geri alınca kulaklarımda Heidi'deki Klara'nın ayaklandığı sahnede çalan müzik çaldı. El ele tutuşup zıplayarak etrafımızda döndük. Yee-ha diyerek cowboy dansı yaptık. Hızımızı alamadık bir de apaçi dansı yaptık.
Velhasıl kelam, şimdi mutluyum huzurluyum, telefonumu bir an elimden bırakmıyorum.
Ama aklınızda olsun, bir telefonun dayanıklılık sınırlarını gerçekten tespit edebilme konusunda Allah vergisi bir yeteneğim var. Hani çevrenizde Blackberry'nin, Nokia'nın, Apple'ın, Samsung'un filan büyük yüzdeli ortakları geziniyorsa diyorum, çıtlatabilirsiniz yani. Benim için sorun olmaz, onlar getirir ben de test ederim. Hatta bu bir uluslararası standart bile olabilir;
"Tam 3 ay Geveze-dayanıklı, çizilmez, parçalanmaz bu mitiş Blackberry telefon, aynı zamanda Geveze-çıldırtmaz özelliklere de sahip. İnternet hızı aynı bir jet, hafızası ise tam bir fil. Büyüteçle bile baksanız pikselleri göremezsiniz. Hareket sensöründeki mitişlik de cabası. Hu-huv beybi, bu geveze-dayanıklı ürünü almak için ne duruyorsun?"

Bence olur yani, sen aklının bir köşesinde tut bunu dear okurcum.

kafam çok güzel rerörerö

Blogspot'u açmamakta inat eden denyolar, klavyem girsin hepinize. Oturdukça suratınızda asdasdasd qweqweqweqwe gibi saçma ifadeler belirsin.

Anne zoruyla girdiğim Mango'dan kot tulumla çıktım dün. Nasıl bir mutluluktur şu yaşadığım, tarifi mümkün değil.

Annem bugün -hatta şu anda- ÜDS'ye girmekte. 40 alacağına dair bir his varmış içinde. Dün dedim ama ben, Çılgın Cuma'daki gibi yapalım, ruhlarımız beden değiştirsin; ben senin yerine sınava gireyim, diye. Gerilip gerilip birbirimize çarptık ama olmadı yani.

Geçen gün Sarı Öküzümle birbirimizin üstünden atlıyoruz. Üç beş ekşından sonra yine bucali oturuşu yaptı, ben de üstünden atlayacağım. Gerilip gerilip koştum, tam zıplarken ayağa kalktı saf. Tabii birbirimize girdik, sahada yuvarlandık, bir süre havada durduk ve şahitlerimiz var. Off, çok rezil ve dahi komik bir andı. Hatta güvenlik kamerasından bu görüntüleri alıp bir DVD'ye kaydetti müdür amca. Üzerinde 'Acil Durumu Kurtarma' yazılı kasaya koydu. Kendisinden sonraki müdüre de mektup yazdı:
-Doğal Afet
-Moralman çöküş
-Kantinde çikolata kalmaması
-Bütün öğrencilerin ÖSS'de sıfır çekmesi
-Dünya savaşı
gibi hallerde kasayı açınız. Şifresi xxxxx. İçinden çıkan DVDyi okulcak izleyiniz. İçinde bulunduğunuz durumu unutana kadar başa sarpı tekrar tekrar izleyiniz.

O değil de blogspot da hâlâ kapalı. Levyeyle dalarım ben onlara ya. Çok sinirliyim.

Hâlâ 'hâlâ' yazamayan insanlar var içimizde. Bu insanlara İmlâ Kılavuzu yutturmadıkça ne AB'ye girebiliriz, ne de muasır medeniyetler seviyesine çıkabiliriz bence.

Nicedir bir emo görmüyorum sokakta; bodrumlarda kilerlerde toplanıp anadilde eğitim konulu eylenler düzenlediklerinden korkmuyor değilim. Düşünsene okulların hâlini; 'Anneğ, Emo Dili ve Edebiyatı'ndan kaldım bhen yhaa :(( shu HæL!mLe T@m biR HuZunLu CHoJuq DeG!l m!Y!m?!'

Geçen gün Ankara'dan misafirlerimiz geldiğinde fark ettim ki ben Ankara'yı çok özlemişim ya. Çok çok özlemişim hatta. Bir gitsem, Ulus'ta neyin gezsem, Kızılay'a filan gitsem. Hatta Ulus'a gitmişken DT'de bi oyun izlesem mesela. Gerçi Şinasi de güzel ama Ulus'taki DT'nin anısı büyük bende.

Ananem dört misafirdir filan hep aynı yemekleri pişiriyor. İçimdeki o masum 'misafir geliyooooeee, bissürü değişik yemek yapcaklar heyoooo' heyecanı topraklandı.

Blogspot'u açmayan adamlardan birini gördüm geçen gün. Sen bunun beyni kafasından fırla, 'Bu rezil yerde bir dakika daha durmam ben! Saksı değilim ben, bana saksı muamelesi yapamazsınız! Beni yok saymak ne demek öyle, saksı mıyım ben burada!' diye.. Adam-cağız demiyorum dikkat ettiysen- kalakaldı orada öyle. Boşuna dememiş evrim teorisyenleri 'Kullanılmayan organ vücudu terk eder.' diye.

Geçen dönemden beri zırt pırt burnum kanıyor benim. Strestenmiş, öyle dedi doktorum. -pöh. beeen, streees.. pöh.. sen bilirsin dear okur benim gamsız tasasız yaşantımı..- İşte yaklaşık 2 ay kadar önce burnumun kanamasıyla lavaboya koştum, geri döndüğümde bir apaçi ağlıyor gözleri yaşlı.. Yok canım sen de, bir Nokia C6 çatlak bir ekranla çantamda oturuyor kurumlu kurumlu.. Servise yolladık, 2 ay sonra geldi. Bu süre zarfında Nokia servisi neredeyse Blogspot'u şişleyen -fişleyen?- ademoğlu kadar küfür yedi. Bir ekran çıkartacaksın be adam, bir ekran!! 2 ayda Nokia C7 yaparım ben ya, 2 ay ne gözüm 2 ay!! -böçyle azarladım adamları, nasıl rahat ettim bilemezsin. telefonsuz geçirdiğim süre boyunca servisi kaçırp mahsur bile kaldım ya.. o sinirle ömrüm boyunca kurmak istediğim cümlelerden birini bile kurmuşum, mutluluğunu yaşayamadım doğru düzgün.. 'yetkili biriyle görüşmek istiyorum!'-

Okulun bahçesinde beslediğim bir köpeğim var benim, adını da Sirius koydum. Kapkara bir şey. Nasıl tasasız, nasıl gamsız anlatamam. Başka bir postta maceralarını anlatacağım.



Mim için mail atın bana, mimi cevaplayıp mail atın bana, mail atın bana mail atın bana. Bana mail atın, atın mail bana. Bana atın mail mail mail mail.
chatty_cat@windowslive.com

Mimimiz Var A Dostlar

Uykucu'm beni mimleyeli olmuş iki koca hafta. Pervasızca üşenmeyi bırakıp yazma vaktim gelmiş de geçiyor.

Gün içerisinde eğer gerçekleşirse şok geçireceğin şey: 40 saniye kadar düşününce fark ettim ki benim bi günden beklentim minimum düzeyde. O yüzden -bi 45 saniye kadar daha düşünüp- 'sabahları mutlu uyanmak' diyorum. Hani o yataktan neş'eyle fırlayan insanlar var ya, hani yüzünü yıkamaya giderken türkü çığıran insanlar.. İşte ben onları çok kıskanıyorum. Ola ki yataktan kalkarken suratımda turşu gibi bir ifade yoksa, bil ki saat öğlen 1 olmuş.

Gördüğün zaman eğer almazsan uyuyamam dediğin şey: -peki ya anlatım bozukluğu?- Sadece birini mi yazmamız lazım buraya? Yani sevdiğim bir çevirmenin elinden çıkmış bir kitap, koleksiyoner edisyonu bir kitap, el yazması bir kitap, birinci basım bir kitap, ikinci el -ve en az on yıllık- bir kitap, sevdiğim bir yazarın -okuduğum veya okumadığım- bir kitabı, Louboutin ayakkabılar -bir çift louboutin'im yok. ama ne zaman internet sitesine girsem sonraki iki gün uyuyamıyorum.- ve üzerinde kedi ya da baykuş olan herhangi bir şey gördüğüm yerde kucakladıklarım arasında.

Uğruna diyetini bir kalemde bozduğun şey: Çikolata, truffe, pie, macaron, ballı hardal -ki kendisini tüketebilmek için patates kızartması vesaireye ihtiyaç duymuyorum.-, sufle, dondurma, horoz şekeri, inek desenli milka -yani üzerinde beyaz çikolatadan desen olan milka. ayrıca yukarıda çikolata yazdığımın farkındayım. ama milka sadece bir çikolata değil-, peynir, yoğurt, tiramisu, Özsüt pastası.
Şair burada ne demek istemiş: Ben diyet yapmam. Yani diyetten kastınız 20 dakikadan uzun süren bir kararlılık gerektiriyorsa...

Uğurun var mı? Var. Ama neler diye sormadığın için anlatmayacağım işte.

Kendine en yakıştırdığın renk: -bak kaçtır soru edatı olmayan sorular soruyorsun ama bunlara takılmayacağım.- Yakışıyor mu bilemeyeceğim ama kırmızı ve yeşili çok giyerim, severim.

En sevdiğin takın: Saatlerim. Saatsiz yaşayabilmem mümkün değil. Ama dijital saatlerden nefret ediyorum. Kadranlı saat candır.
Saati takı olarak görmüyorsanız bilekliklerimi çok severim. Farklı ülkelerden ve şehirlerden onlarca bilekliğim var ve genelde 3 veya 5 tanesini birlikte takarım.

Takıntın: -mesela burada 'var mı' demen lazım sayın mim. sonra benim kıllık yapmamam için 'varsa neler' demen de lazım. öğren bunları, yazılıda çıkacak bunlar.- Yüzlerce.

  • Adım, halı deseni, karo, duvar kâğıdı deseni sayarım. Çok sıkılırsam konuşan kişinin kelimelerini sayarım.
  • Bir yere bir elimle dokunursam öbür elimle de dokunurum.
  • Kaldırımlardaki farklı renkte karoya bir ayağımla bastıysam diğeriyle de basarım.
  • Beyaz çorap giymem, giydirmem.
  • Kitaplarımı yazarın soyadına göre sıralarım. ynı yazarın kitaplarını da kronolojik sıralarım. Başka türlüsü mümkün değil.
  • Bilgisayardaki müziklerimi de Sanatçıya göre klasörlerim. Sonra sanatçıyı da albüme göre klasörlüyorum. Dolabımdaki albümleri de kronolojik sıralıyorum.
  • Filmlerimi de kronolojik sıralayan bir sapığım. -sanırsın çok düzenli bir insanım. alakası yok. odamda kaybolabilirsin. sadece takıntılarım var işte.-
  • Aynı anda 8 kitap filan okuyorum. Yorulunca okumayı bırakmak yerine kitap değiştiriyorum.
  • Arabayı park ederken annemi sinir hastası ediyorum çünkü ön tekerlekler dümdüz durmalı. Yoksa arabadan inmem.
  • Kitabın sırtında kitabı ayırmaktan dolayı E5 gibi izler oluşmamalı. Yoksa kitaba odaklanamıyorum, oraya takılıyor kafam.
  • Sabah ayıldıktan sonra gece gördüğüm rüyaları değerlendirip yoruyorum. Hergün. Mutlaka. Rüyalarım kötüyse de gün boyu huysuz oluyorum.
  • Sıkılınca bir şeyler çizmez veya saymazsam parmaklarımla ritm tutuyorum. Herhangi bir zeminde.
  • Sıkıntım geçmezse ayaklarımı yere vurarak ritm tutuyorum.
  • Çerçeveler yere paralel o mükemmel duruşu alamazsa rahat uyuyamıyorum.

Ben bu şarkıyı duyunca şakırım:
Dean Martin - That's Amore
Dean Martin - Mambo Italiano
Edith Piaf - Padam Padam
Mary Hopkins - Those were the Days
Frank Sinatra - Can't Take My Eyes Off Of You
Frank Sinatra - L.O.V.E
José Feliciano - Rain
Red Hot Chili Peppers - Hump De Bump
Iron Maiden - Fear of the Dark
Iron Maiden - Flight of Icarus
Deep Purple - Smoke On The Water

İşte bunlardan birini duyunca o karga sesimle eşlik ediyorum. Mesela Loreena McKennitt'a eşlik etmeye dilim varmıyor :))

Solunda ne var? Kargaşa. Yani işte Nuh Nebi'den kalma müzik seti -ki kendisinin eskiciye verilmesine engel olma sebebim tepesinde plak çalacak donanımın da olması.-, Ikea taburesi üzerindeki kitaplarım -Joanne Greenberg - Sana Gül Bahçesi Vaadetmedim, Le Petit Prince, The Collected Works of Oscar Wilde, Sherlock Holmes, G. K. Chesterton - Don Kişot'un Dönüşü-, 3 defa yapmaya niyet edip çerçeveyi tamamlayınca bıraktığım 1000lik Galata Kulesi puzzle'ı, yerde de Vogue Mart ve Leman 1000.


Vıyh.. İkinci mimi yazacak takatim kalmadı Uykucu'm, başka sefere artık :))

Mimleme konusuna gelince, bu sefer bi blogger mimlemiyorum. Yasağa rağmen dns değiştirip beni okuyan ve blogu olmayan okurlarımı mimliyorum.
Yukarıdaki soruları cevaplıyorsunuz, bana mail atıyorsunuz, ben de burada yayınlıyorum; çok çok seviniyorum, seni öpüyorum-opsiyonel-.

Mail adresim: chatty_cat@windowslive.com

Excuse Mua Monsieur, Beyninizin Üstüne Oturmuş Olabilir Misiniz?



Platon beyamcanın dediğine göre bütün yönetim şekilleri hastalıklıymış. Geveze'nin dediğine göreyse en hastalıklı yönetim şekli bizimkiymiş.


Çünkü bir milleti salak yerine koymak, 'Siz durun, ben sizin için düşünürüm, sansürlerim, örter bastırırım.' demek, sözümona sistemle dertleri olan bir site yerine binlercesini kapatmak, hoşuna gitmeyeni montajda çıkarttırmak; aslında, problemleri çözmek yerine üstünü örtmek ve/veya ulaşılmasını engellemek suretiyle ortadan kaldırmak şimdiye kadar gördüğüm en hastalıklı fiiller. -fransızca'nın illet fiilleri de dahil.-


Ben dns ayarlarımla çoktan oynadım, bu yazıyı okuyabiliyorsan dear okurum, sen de muhtemelen bir atraksiyon yapmışsındır. Ama daha önce de defalarca kere söylendiği gibi sorun bu değil, her türlü içerik bilgisayardan/internetten şuncacık anlayan herkesin bir tık uzağında. -ne yapılırsa yapılsın- Sorun, salak yerine konulmamızda.


3 yıl önce blogspot kapatıldığında burada değildim, ama şimdi buradayım ve elimden geleni yapmak istiyorum. Hiçkimse elini kolunu sallayarak binlerce insanın sevdiği, değer verdiği bir şeyin üzerine siyah bant çekemez. İlla ki bir fenalık yapacaksa başının ağrımasını isterim ben, hem de çok ağrımasını.


Hadi birbirimize destek olalım, senin bana ihtiyacınız var mı bilmiyorum ama bir blogger olarak sana dear okur, ihtiyacım var. 260 küsur yazıdır hayatımın saçma, ciddi, hüzünlü, komik her detayını seninle paylaştım, blogger olarak sesimi duyurma ekşınımı da paylaşabilirim değil mi? Zira burada sadece beni değil, dear dearest okurumu da salak yerine koyan bazı akıllılar var.





Buradan facebook grubuna katılabiliyorsun : http://www.facebook.com/home.php?sk=group_170426343004822





Bu da fan sayfası : http://www.facebook.com/blogumadokunma





Twitter'dan da #blogumadokunma yazarak destek olabilirmişsin. Ama bence faysbuk sayfasının linkini, ne bileyim bu yazının ya da konuyla alakalı başka yazıların linkini yazman daha bir faydalı olur sanki. -sosyal medya kalp kalp kalp o zaman.-

Feysbukun, tivitırın da yoksa canın sağ olsun be okurum, ben her türlü severim seni. -kalp kalp kalp-

anarşik eylemlerim devam edecek.