Trois couleurs: Rouge

Efendiim, size yine çok mühim bilgiler sunduğum yepyeni bir blog girdisinde buluştuk. -mühim bilgilerle yeterince dolmadığınızı düşünüyorum. şimdi bir sözlü yoklama yapsam hanginiz gülben ergen'in çocuklarının adını ezbere sayabilir? hiçbiriniz.. yaa işte. ben sayabiliyorum ama. atlasaresgüney. heheeyy- Merhabalar, merhabalar.
Dedim geçen gün Geveze, ne iş?! Blogum var diye pek bir burnun büyüdü senin. Laf çok, icraata gelince yok. Bir tumblr kızından neyin eksik ki?! Nerede yersiz, kötü ışıklı fotoğrafların? Nerede manasız teşhirlerin? Nerede ha, nerede?
Dedim. -azar istiyorum bazen. hayır yoksa dağıttı mı dağıtıyor hayta, bi kulağını çekip hizaya getirmek lazım canım. cık cık cık.-
Sonra da sanatçı ellerimi bekleyen bir sinopsis ve bir logoyu unutup, sizin için güzide okurlarım, oturdum son on gündür elimden düşmeyen ıvır zıvırlarımın fotoğraflarını çektim. BURANIN BİR TUMBLR KIZI BLOGUNDAN BİR FARKI OLMAYACAK!!! O KADAR!!1!

dı dağınıklık in dı ruum
Bu genel planda da gördüğünüz üzere son günlerde dağınığım. Ondan önce de dağınıktım. Sonra da dağınık olacağım muhtemelen. Uff, haber elimde patladı.

şu ara okuduklarım kalp kalp çiçek böcek filan.
Efendiim, soldan sağa doğru:
Tolstoy, Anna Karenina -bunu okuyup okuyup dertleniyorum.-
Fono Fransızca Sözlük -afedersiniz eşşek kadar. bir cildi var aman yarabbi. daha miniğini yapsalar güzel olacak da o zaman da puntosu ufalıyor, bir nine olarak okuyamıyorum.-
Dostoyevski, Budala
Amsterdam Rehberi -inceledikçe efkarlanıyorum be blog. oy anam oy.-
Nietzsche -bunu google'lamadan yazabiliyorum, on entel puanı bana!-, Böyle Buyurdu Zerdüşt -bunu da okuya okuya ezberleyeceğim, hadbakalım.-
Dostoyevski, Ezilenler -dostoyevski krizi mi tutmuş beni yahu.-
Fono İspanyolca Sözlük -sıkıldıkça okuyorum, şirin şey.-
Beckett, Üçleme

*bu arada kitaplara tünemiş elma kurdu Aylin'imin, zebra da Arda'cığımın hediyesi.

muhtelif kalemler ve ford ka
Telefon kulubeli kalemi Heathrow Airport'tan aldımdı.
Kukuletalı kalemi anneme reprep -ilaç mümessili- getirmişti, 12 yıllık filan. Bitmesin diye kullanmıyorum, diğer kalemlerin yanına dikiyorum kendisini. Arada bir muhabbet ediyoruz, düzeyli bir ilişkimiz var.
Ford Ka'nın arkasındaki kalemi evin aşaaaasındaki kırtasiyeden almıştım. Sınıfta birileri benden mütemadiyen kalem ödünç alıyor ve geri getirmiyor. Kalemsiz kaldığım bir gün tepem attı ve kimsenin ödünç almak istemeyeceği ve aynı zamanda kağıtta sürtünmeyen bir kalem arayışına girdim, bu çıktı karşıma. Rengi fotoğrafta göründüğünden çok çok çok daha iflah olmaz bir pembe ve hayli uzun süredir benimle. -nihahahah.-
Parti üfürüğünün yanındaki beyaz kalem aslında sıkıştırılmış kağıt. Orijinal adı mixer mi öyle bir şey. Karakalem çalışmalarında gölge yapmak, boyut kazandırmak vesaire için silgiye uğraşmak zor geldiğinde bunu kullanıyorum. Biraz sihirli olduğunu düşünüyorum.
Parti üfürüğünün öte yanındaki -bir referans noktası olarak parti üfürüğü.- kutucuk da harikuleyt bir şey. Teyzeciğim Konya seyahatinden dönerken almış, içinde minnak kuru boyalar var. Kapağını kapatınca da kurşun kalem gibi görünüyor. Über şirin.
Keçe uçluyu da anneciğim Ankara'dayken almıştı. Anasınıfında filandım. Ben kalem setindeki kırmızıyı bitirip -küçükken kırmızı sapığıydım.- mızmızlanınca annem onlarca kırmızı keçe uçlu kalem almıştı. Bu sanırım sonuncusu. Stok yapmalıyım.
Asetat kaleminin bir numarası yok. Her bir yanı kırmızıya boyadığım şu günlerde sevgili saz arkadaşlarım olmaktan öteye geçemedi.
Ford Ka da çocukluğum. En sevdiğim oyuncaklarımdan biriydi. -aramızda kalsın hâlâ oynuyorum onunla-
Annem pipo almama müsaade etmediği için de parti üfürüğüne pipo muamelesi yapıyorum, her yere taşıyorum.
Great Bite drajeler de tarçınlı oldukları için gönlümde büyük bir yere sahipler. Çünkü ben bir tarçın manyağıyım.


makyaj malzemelerimin büyük bir bölümü.

Hahayy, kozmetik işlerine girmeden bir post biritereceğimi sandıysanız yanıldınız a dostlar. Bir tumblr kızı yazısı yazıyorum, ya ne olacağıdı ha!
En tepedeki rimel. Maskara. Rimel markaydı yaa, maskara diyoruz bunlara. Evet. Max Factor'ün mor, güzel fırçalı bir rimeli. Üzerinde o kadar çok şey yazıyor ki hangisi ürünün ismi bilemiyorum.
-a. false lash effect
b. fusion
c. volume & length. benim kafam çok karıştı şu an. saatin de etkisi büyük zannımca.-
Avon magix denen hede de bana sorarsanız koyu kıvamlı yüz kremi, satış temsilcisine sorarsanız mucizevi bir şeffaf kapatıcı. Şeffafsa nasıl kapatıcı oluyor diye sorduğumda error verdi, ben ettim siz etmeyin. Ama sürünce güzel oluyor. Ya da placebo etkisi. Tanrım ne kadar çok bilinmeyen var bu yazıda yahu.
She Lippy Lollipop da helyumlu ama elektriğe maruz kalmış balon pembesinde bir ruj. Şu an fark ettim ki fotoğrafı çekmeden önce bu rujların filan hep kapağını açmamız gerekiyor. Yoksa rengini benden başka kimse anlamıyor. Herneyse, burada kara mizah yapıyoruz, makyaj postu değil. Ünlem ünlem.
Ve son olarak klasik, her genç kızın çekmecesinde bulunan Nivea lipstick.
Denizkabuklarının ise makyajla bir alakası yok bildiğim kadarıyla.


bu puzzle da binlik yalnız. ayıks.

Puzzle Ecem ve İdil'in bana doğumgünü hediyesi. Paris'te olduğunu iddia ettikleri bir sokağın manzarası. Tamamını çekmedim çünkü tumblr blogları puzzle'ın nasıl göründüğüyle değil, kim tarafından hediye edildiğiyle ilgileniyor. İkisiyle birden ilgilenenleri de kınıyoruz gereksiz detaylarla yazıyı boğduğu için. Ya da fotoğrafları sanatsal olmadığı için.
Dikkatli gözlerin görebileceği, kötü ışıklanmış fotoğraftan midesi bulananların farkına varamayacağı minik pembe sarkıntılar balansı iğrenç olmasına rağmen okulum BAL'da bir anda popi olan Philips kulaklıklar. -şimdi burada iki büyük soru göz kırpıyor. birincisi, "balansı kötüyse niye ısrarla kullanıyorsun?" ikincisi de "madem popi, niye aldın? hani antipopülisttin kuzum?".
1-> sennheiser olmayan bütün kulaklıkları veto ettiğim için yenisini alacak finansmanım yok, sebep bir.
müzik dinlerken rahatsız edilmekten nefret ediyorum ve bazı körler siyah, hatta bazen beyaz kablolu kulaklıkların farkına varamıyor ve ısrarla bana birşeyler anlatıyor. 'ğefendüm?' dediğimde de 'dinlemiyor muydun yaaa ama ben burda ne diyorum ama yaa homur homur trip trip atar atar.' diyorlar. şimdiye kadar pembe kablolu kulaklıkların farkına varmayan biriyle tanışmadım, sebep iki.
2-> inanılmaz ama ilk defa bir şeyi popi etmiş olabilirim. çünkü ben aldıktan bir buçuk hafta filan sonra mantar gibi türediler. her yerde şikayet etmeme rağmen.-
Ve en dipteki korkunç sarı yığın da sargı bezi. Düzenli olarak bileklerimi incitiyorum, üstünüze afiyet. O yüzden sıklıkla aziz dostum sargıya koşuyorum.


Bugünlük de bu kadar dear okurum. Başlığı görünce harikuleyt bir sinema yazısı geliyor sandın ama hayııır; çok pis, çok habis bir oyun yaptım sana. Mehe mehe.
Şimdi gidip uyumalıyım, esen kalın gönül dostları. Alnınızın çatından öperün..


Bundan Kelli Teoman Gelse Beni Erken Kaldıramaz!

  Efendim duymuşsunuzdur belki, Van olayından sonra paçaları tutuşan devletciğimiz okulları tek tek inceleyip depreme dayanıksız olanları güçlendirme, olmadı yıkıp yeniden yapma kararı aldı. Benim güzide okulum BAL da bu güçlendirme çalışmasına kısmen tabi.
  Bizim ve mini mini dokuzların binasıyla, on ikilerin binası güçlendirilecekmiş. Bu yüzden dokuzları ve on ikileri okulcuğumuzun iki yanındaki meslek liselerinde sabahçı yaptılar. Biz de on birlerin binalarını paylaştık. Yazık ki 95liler -yazık la bunlara. yazık.- sabahçı olurken.. Heheyy biz de öğlenci olduk. -öğleci mi öğlenci mi tartışması hâlâ sürüyor. tdk'yı arkama aldığımdan öğlenci konusunda ısrarcıyım.-
ÖĞLENCİ OLDUK DİYORUM DEAR OKUR, HÂLÂ SEVİNMİYORSUN!!1!!1!

  Üç yaşımdan beri pazartesileri mutlu uyanamıyorum. Hep bir nnnnnaletlik, hep bir nnsuratsızlık, hep bir nnnküstahlık. -tatillerde bile, düşün dear okur, ne kadar içime işlemiş bu nefret..- Ama yarın.. Ama yarın..
GÜLÜMSEYEREK UYANACAĞIM.
  İnanabiliyor musun yahu, okula gideceğim ama erkenden uyanmak zorunda değilim. Sabahın 7sinde kurtarılmış bölge gibi duran sokakta üşüyerek servisi beklemek zorunda değilim. Tavuklar gibi erkenden uykuya dalmak için beynime işkence çektirmek zorunda değilim. Anne baskısıyla kahvaltı yapmak zorunda değilim.
İnanır mısın dear okurum, bu şartlar altında.. Okulu sevebilirim bile. -yok yea, bu biraz ütopik oldu şimdi. o kadar da de.. ama erken kalkmayacağım yaa. bilemedim şimdi, ilerleyen günlerde göreceğiz korcan karar, söz sende.-

Bugün bu yazıyla size anlattığım koşullar hasebiyle, artık bir öğlenciyim. Ve bu, büyük bir sorumluluk. Okula gitmek için sabahları erkenden yollara düşmemek, ah Tanrı'm, hem bir lütuf hem de bir görev..
Ben, öğlenci blog yazarınız, burada, sizlerin huzurunda ve sizler için, sizleerrrr -politikacı tonlamasıyla lütfen.- işlerine gitmek için uykularının en güzel yerinde uyananlar, okullarına gitmek için güneşten önce kalkanlar, rüyalarını yarım bırakanlar, dinlenemeden yataklarından ayrılanlar, cnbc-e'deki gece yarısı film kuşağını kaçırmak zorunda kalanlar, sabah sabah giyinirken üşüyenler, yüzlerini yıkarken küfredenler, yarının çocuklarına erkenden uyanmadıkları bir dünya düşleyenler, sizleeeeEeeer için bir and içiyorum, bir söz veriyorum. -aha cümlenin akışını kaçırdınız. bu kargaşaya ve tonlamaya sahip bir cümleyi mitingde duysanız anlamasanız bile 'yehiyeaaa yürrrrrü beaaa!' dersiniz. oh, politikanın gücü adına.-
Ben, Geveze, evinizin şipşirin sepsevimli bloggerı;
Apocalypse olsa bile,
Kulacıklarımın dibinde değil Serdar Ortaç, Rebecca Black ve Justin Bieber düeti çalsa bile,
Dış mihraklar olanca baskılarıyla -perdeyi açmak, yorganımı çekiştirmek ve dahi pencereyi aralamak- üstüme gelse bile,
Kahvaltıda enginar olsa bile,
Zararlı cemiyetler yatak odamda toplantı yapsa bile,
Salinger hortlayıp gelse bile,
FD sabahın köründe arka bahçede konser verse bile,
Ferzan Özpetek setinde konuk olmamı istese bile,
Jean Reno çay demlemiş olsa bile,
Ellen DeGeneres sabah şekeri olup beni co-sunucu yapmak istese bile,
HATTA Teoman başucuma gelip yalvarsa bile...
Saat ondan önce kalkmayacağıma çikolatalarım, bitki çaylarım, kitaplarım, film ve albüm koleksiyonum üzerine söz veriyorum. -sonuncu biraz şey oldu ya. o durumda şey yapsam, kalkmasam ama uyansam? onu sonra şeedelim, tartışalım bunu yaa. teoman çünkü.-
Ben, öğlenci yazarınız, artık sadece kendim için değil, sizin için de uyuyacağım!!1!!
İçiniz rahat olsun, uykularınız benim yanımda güvende!!1!!bir!!
Emin olun kiii, saatin alarmı yüzünden yarım kalan rüyalarınıza ben devam edeceğim!!!1!



ben ne fark ettim: konuşurken r'leri yutuyorum. böyle kendimce non-rhotic bir türkçe geliştirdim.
hadi r'leri telaffuz edemiyorum diyeceğim ama yalan. külliyen yalan. ispanyolca konuşurken tutkuyla basıyorum r'leri. -ve şimdi kendimi bir enstruman gibi hissettim. r basmak nedir yahu.- hatta iddia ediyorum kimse benden daha güzel 'me encanta dorrrrrrrrrrmirrrrrr' diyemez. -garfield'a bile rakibim.-
bu non-rhotic türkçe sorunumu bir şekilde çözmem lazım yoksa kendimle dalga geçmeye başlayacağım ki karizmam açısından hiç hoş şeyler olmayacak. her türlü öneriye mail olsun yorum olsun açığım.
haydi esen kalın gönül dostları.

İstiyorum, Öyleyse Benim!



  Benden başka kimsenin nedenini anlayamayacağı bir biçimde istiyorum şeyleri. Hayır hayır, öyle değil. Çok istiyorum, gerçekten istiyorum. Obsesyon gibi, sürekli kendini hatırlatan, kımıl kımıl bir diş ağrısı gibi.
   Nasılını ve niyesini düşünmüyorum, istiyorum işte. O kitabın sayfalarını koklamak istiyorum, o adamın ellerine dokunmak istiyorum, o ayakkabıları evime götürmek istiyorum, o şehirde nefes almak istiyorum, o anın fotoğrafını çekmek istiyorum, o heykele sarılmak, o resmi öpmek istiyorum. Onu istiyorum, ondan daha iyi olan bunu değil.

  Bazen, görmek istiyorum. Herhangi birinin en sevdiği kıyafetini, her gün yanında taşıdığı bastonunu, imza atarken kullandığı dolma kalemini, iç cebinde taşıdığı o muhteşem mekanik saatini, yastığını, piposunu, not defterini, sevdiği kadının gülümsemesini, işte son gününde giydiği gömleğini, bayramlık ayakkabılarını. Görmek istiyorum işte. Hem de çok istiyorum, hastayım, istiyorum.

  Bazen, sadece duymak istiyorum. Herhangi birinin hıçkırdığını duymak, veya güldüğünü. Bayıldığım kelimeleri söyleyişini duymak istiyorum, o çok sevdiğim şarkıyı mırıldanışını, kimseye söyleyemediği sırrını, sinirlendiğinde sessizce ettiği küfrünü, kıymetli kitabımdan bir paragraf okuşuyuşunu, o görmeyi çok istediğim saatinin tıknefes ritmini, uykusunda çıkardığı homurtuyu, olanca öfkesini boşaltışını, aldığı ilk nefesi, verdiği son nefesi, oraya koşarken çığlık atan ökçelerini, Rusalka'yı, Turandot'yu, barok notaları. Duymayı çok istiyorum, deliler gibi istiyorum. Başka hiçbir şeyi istemediğim kadar istiyorum. Mütemadiyen istiyorum, derinden bir yerden istiyorum.

  Bazen dokunmak istiyorum. Çimlere dokunmak, ne kadar yeşil olduklarını hissetmek istiyorum. Kadife duvarlara, pütürlü asfalta, hatta o kaygan kuşe kağıda, daktiloya, titreyen kemikli ellerine, solgun kediye, yağan yağmura, çok sıcak ütüye, broşunun iğnesine, piyanosunun tuşlarına, televizyon koltuğuna, kol düğmelerine, favorilerine, toprağa, iğrenç kırmızı otobüslere, herkesin dokunduğu yerlere, sivri köşelere, buz gibi mermere, ağacın gövdesine, solucana, cam parçasına, gözlüğüne, kahve bardağına dokunmak istiyorum. Şuna ait bir şeye değil işte, hayır yaa, ona. Tam da ona dokunmak istiyorum.

  Hissetmek istiyorum yahu, yaşadığımı. Hayatımın aptal bir okuldan ve birlik olmuş embesil kalabalığından ibaret olmadığını kendime ispat etmek için istiyorum. Ya da sadece istemiş olmak için. İstediğimi isteyemiyorum işte, bunu anlatmaya çalışıyorum ki sana.

  İstemenin ince ipleri dolanıyor kollarıma, çekiştirince de bir güzel kesiyor. İstiyorum ve hastayım. İstiyorum ve sahip olmalıyım.
  Ben, o çok isteyen, sadece ortalama bir insanım. Bu acayip koyuyor biliyor musun? Bayıldığım o özel insanlardan biri değilim. Üst insan filan, yok. Belki bunun hezimetiyle istiyorum, aç gibi istiyorum.
  Seni de çok istedim, olamadın gitti. Yoruldum ama, kusuruma bakma.
Bahaneyle Rachmaninoff dinledin ama.

Smooth Criminal



Crescendo, uzun çimlerin üzerinde ellerinizi gezdirmişsiniz gibi. -latinlerin en bi süpersoniği.-

Dokusuyla anlamı böylesine dans eden kelimelerin azlığı bizi odun yapıyor. Ya da beni. Öyle keskin kelimeler kullanıyor ki insanlar, kulaklarımı duymaya kapatıp kafa sallıyorum. Matematiğe dokunduğumda böylesine mutlu olsaydım 8 değil 5 alırdım. -evet, 8 aldım tamam mı matematikten!!!!1!!! elimde belgeler var, açıklarsam bütün milli eğitimin başını yakarım!!!1!-
Sinestetin fantezilerini dinlediniz, şimdi sırada hava durumu... *piyanonun katledildiği, güzide bir klasik musiki giriyoruz buraya.*