Burnumdaki Mandalina

**King of the Tawn, sayende pazar pazar oturup Devil's Advocate'i 12134312534. defa izledim. Ödevlerim bitmedi, ama İngilizceciye filmi İngilizce özetlediğim içün yırttım. Türkçeci'ye de Osmanlıca anlattım, yine yırttım. Gelecek sefere bu kadar şanslı olur muyum bilemiyorum. -el iblis-ü avukati. evet, artık böyle bir kelime var.-

**2010'a minnacık kaldı, msn'deyim ve mandalina yiyip 'I wannaaaa hold your haaaa-aaaaa-aaaaa-nd' diye böğürüyorum. Ye-yu.

**Kırk yılın başı etüde gideyim dedim, telefonumu müdür yardımcısına kaptırdım.

**HIM'i sadece Poison Girl için bile sevebilirim.

**Yeni yıla mide ağrısıyla gireceğim sanıyorum. Holey.

**Din dersinde uyuyup üstüne bir de rüya gördüm ve çarpılmadım. -bunu evde denemeyin-

**Ayakkabımın bağcığına basıp merdivenden yuvarlandım ben. Demek ki neymiş, Adidas Allstar bile olsa terlik muamelesi gören spor ayakkabı alınıyormuş. -evet, üzerinde Goofy var. evet ben eşek kadar oldum. evet, Disney. ama bak bu da var. hayır, Miami taraftarı değilim. zaten kimse anlamıyor onun Miami şeysi olduğunu.-

**Alındığı gün hariç benim ayakkabılarım asla temiz görünmüyor be okur.. Çok içerliyorum ama sesimi çıkartmıyorum; dağda bayırda yaşıyor olsam kim bilir ne olur, cık cık.

**Sıra altından kitap okumak çok riskliymiş. Hele ki Lord of the Rings çok daha riskliymiş. Tecrübeyle biliyorum.. Sınıfa müdür yardımcısı girermiş ama sen fark etmezmişsin. Yanına kadar gelirmiş ama sen kitap okuyor olurmuşsun. Kitabı alır götürürmüş. Sonra geri almak için operasyon düzenle, uğraş dur.. Yani kısacası tavsiye edilmez.

**Annem evdeki mandalina stoğunu posta posta yanıma yığıyor. -durduramıyoruz hakim bey- Sanırım burnumdan mandalina çıkaracağım.

**Yıllar öncesine dönüp okul bahçesinde ip atladım. Rüzgâr çıkınca kendime geldim, ben etek giyiyorum.

**Bu arada 'ip sallamak' diyoruz ya, aslında teknik olarak sallamıyor, çeviriyoruz. Niye öyle diyoruz?

Sıçanlı Teknoloji

Annem tezindeki 'sıçan' kelimeleri yerine 'rat' yazmak istedi; biraz uğraşmış olacak ki beni çağırdı:
'Gevezeee!'

Dürbün var ya hani, onunla arayıp düzettik, ama annemin tepkisi müthişti...

"Aaaa, teknoloci güzel şeymiş yaaa... Ahahah, 65 tane varmış.. Ben bunları tek tek arayacaktım yardım et diye seslendim sana..Oh, hepsini düzeltmiş.. Oh oh, iyi. Ahah.. İyi."

Tabii ben yanağını ısırınca odadan kovuldum ama neyse...

Kon Dilimin Ucuna

Bazen bana kazandırdığın o 'estetik' kaygısının advers etkisi burjuvanazi bakışımı takınıyorum, haklısın sonuna dek.

Ama hatırlatmalıyım ki hiçbir zaman senden çok fazla şey beklemedim; kısa devre yaptırdığım kişi sen değil bendim.

Aynaya bakınca mutlu olabilmeliydim, orada gördüğüm kas ve kemik yığınından utanmamalıydım. Bir şeyler başarmış olmalıydım. Anlıyorsun ya, insan ömrü kenara atılamayacak kadar uzun, boşa harcanamayacak kadar kısa.. Erken fark ettim belki bunu, sayende..

Yıllarca sığ kıyılarının diplerinde sürüklendim, ama hiçbir zaman yargılamadım seni. Ya en dipteydim, ya da yüzeyin de üstünde; ortasını bulamıyordum belki ama artık büyüdüm sanıyorum..

Korneam inceldi belki; ya da bedenim.. Ama artık bazı şeyleri görüyorum, sen koca bir yalancının tekisin!
Hiç adil olamadın ve olamayacaksın.. Söylesene; kaç kişinin ailesini dağıttın, kaç çocuğu açlıkla baş başa bırakıp gittin? Kaç insanın ölümüne şahit olup kılını bile kıpırdatmadın, söylesene!

Ah, senin tarzın bu değil, unutmuşum..
Sen, sen insanoğlunu acizleştiriyorsun.. Düşünebilen, iradesi olan o insanoğlunu birer odun haline getiriyorsun..

Sen.. Hayatsın! Dünyada var olduğun hiçbir dönem boyunca hak edene hak ettiğini vermedin; kendilerinin almasını bekledin.. Yüzsüzsün..

Gözlerinden yaşlar akan çocukları, ölen masumları, böcekleştirilen insanları, acı çeken hayvanları, havada uçuşan bedenleri gördükçe içimden çıkıp gitmeni istiyorum. Ama öyle bir narkotiksin ki çekip atamıyorum seni..

Biliyor musun ne yapacağım? Sonuna kadar yaşayacağım seni, paramparça ettiğin o canlara inat. Ve nirvanama eriştiğimde benden kurtulduğun için şükredeceksin seni ahlaksız..


Kendine bir iyilik yap, bir defa olsun adil ol. Lütfen, bir defa olsun nedensiz yere bir insanı mutlu et. Gözlerim çıkacak ağlamaktan, kahretsin ki ben aciz bir insanım.. Uzanamıyorum ki istediğim yere, yoktan var edemiyorum ki hiçbir şeyi.. Lütfen, sadece bir defa olsun bir gün boyunca hiçbir çocuk ağlamasın; sadece bir defa olsun bir gün boyunca hiçbir silah patlamasın..

Yalvarırım, bir gün olsun tüm insanlar istediklerini yapmakta özgür olsun, benden bir gün, bir hafta, bir ay al ama lütfen yap bunu..

Geveze's Fairytale -mim-

Bir varmış bir yokmuş; zamanın birinde konuşkan mı konuşkan, ahtapot saçlı bir Geveze yaşarmış.

Bir gün bir rüzgâr, bir fırtına esmiş Geveze'den tarafa, uçuruvermiş Geveze'yi bulutların ardındaki dağa. Hoplamış zıplamış Geveze'cik, ama bodur boyuyla kurtulamamış dağın karlarla çevrili yamacından. Tam çikolata avına çıkacakken bir sihirli değnek bulmuş ucu yaldızlısından.

Evirmiiş, çevirmiiş.. Bakmış ki değnek biraz safçana, her istediğini yapıyor Geveze'nin, fırsattan yararlanmış akıllı kahramanımız. Aşağıya kopyaladığı listeyi tek tek gerçekleştirmeye başlamııış...

Sihirli Değneğimle 2010 İçin Yapacağım Şeyler (Lianna sağ olsun)
*Johnny Depp ev arkadaşım olacak.
*Bir İngiliz teriyeri bulunacak, adı da Dana koyulacak. -dana, bildiğin dana-
*ÖSS, SBS kaldırılacak. Herkes istediği okula gitsin, höh.
*Eve bir tane Teoman alınacak.
*Yeni bir iPod da alınacak.
*30 trilyon Cihad'a çıkacak.
*Mümkünse ilköğretimden hemen mezun oluncak. -şubat gibi mesela, hatta 18 şubat gibi-
*Aylardır çalışılması ertelenen İspanyolca 3. kitabındaki bilgiler beyne kopyalanacak.
*Teki kaybolmuş çoraplar çekmeceye ışınlanacak. -nerede çıkartıyorsam hepsini kaybediyorum, heyhaaat.-
*Pentium 1444 bilgisayar icat edilecek.
*RTE'ye iki kişiilik Davos tatili hediye edilecek.
*Okan küçültülüp cebe sığacak hale getirilecek ve Geveze'ye verilecek.
*TTNet merkez birosu basılacak ve 'İnternetinizi keserim, adam olun!' denilecek. -sonra da sihirli değnek yardımıyla ortamdan tüyerim sanıyorum-
*Geveze'nin boyu uzatılacak.
*Slav ırkı hatunlarının pasaportları tuvalete atılıp sifon çekilecek.
*Bizim sokağa Marc Jacobs mağazası açılacak. -o kaa-
*Odamın sınırları genişletilecek. -üç beş hektar, çok değil-
*Bush Amca sihir yoluyla talk show yapmaya ikna edilecek.
*Annem Neil Patrick Harris'i evlat edinecek. -böylece Geveze gelip gidip yanaklarını sıkabilecek, nihahahaaa-
*Madonna Türkiye'de konser verecek.
*Türk insanının günlük dilde kullandığı kelime sayısı arttırılacak.
*Geveze'lerin evindeki tüm halılar bodruma saklanacak. -halılardan nefret ettiğimi söylemiş miydiim?- -bunu yapabilmem için cidden sihirli değneğe ihtiyacım var. yoksa annem de beni bodruma saklar-
*Geveze kemanını eline bir alacak, çatır çatır çalmaya başlayacak. Hatta çello bile çalacak. Kursa neyim gitmeden.


Sonracııma da bu sihirli değnek mimi Cihad'a, King of the Tawn'a, Cesetizleri'ne, Tobi'me gidecek.
Bittii.

A.R.O.G. (2008)


Vizyona girdiği dönemde her neredeysem izleyememiştim. Sonra da unutmuşum. Dün televizyonda yayınlanmasa gidip de DVD'sini almazdım :)) Yapacak daha iyi bir işim olmadığı için izledim.
Vizyona girdiğinde 'Cem Yılmaz çıtayı yükseltti.', 'İyi film.', 'Bunu izledikten sonra Recep İvedik'e bakmayız.' filan demişlerdi, ciddi ciddi oltaya gelmiştim.
Yalan hacı, hepsi yalan. G.O.R.A.'ya güldüysen buna da gülersin.
Sorun şu ki Cem Yılmaz beyazperdenin adamı değil. Komik mi, kesinlikle. Aynı stand-up'ını defalarca izleyebilirim ve hatta arkadaşlarla nice geyiğini çeviririz ama hayır, bu adam beyaz perdeye yakışmıyor.
Film bir bütünden ziyade birleştirilmiş esprilerle dolu. Ne yalan söyleyeyim, güleceğim diye izlemeye başladım. İlk iki reklam arası geçti, hâlâ bekliyorum bir espri gelecek da koltuktan düşeceğim diye. En fazla kahkaha attım: 'Huhhahhharah!'
---spoiler---
gökten gelen alet; radyo.
'stratosfere kadar taş mı döşiyceeğn?'
'gol olur.'
yengeç dansı.
---spoiler---
Fikir çok güzel, kesinlikle çok fazla izleyiciyi ekrana çekme potansiyeli var. Bir de CMYLMZ olunca iş bitmiştir dersin değil mi dear okur; ama öyle değilmiş. -benbugünbunugördüm- Sonunu ben bile bu kadar uyduruk bir öyküyle bitiremezdim.
Daha yaratıcı olması gerek bu adamın; ya da sinema yapmaması...
Konusunu filan bilmeyeniniz yoktur bence ama adet yerini bulsun; yazayım.
G.O.R.A.'dan aşina olduğumuz Arif, bu defa da Komutan Logar'ın bizans oyunuyla Yontma Taş Devri'nde bulur kendini. Üstelik de Ceku hamiledir...
IMDb der ki, 7.1 -an itibariyle 3,354 oyla-. Bence 5.5 filan. -otur sıfır der gibi oldu-
Cem Yılmaz'ı severim, canlı canlı izlemişliğim de vardır; gülmekten kendimi kaybetmişliğim de. Ama mümkünse 'Türkler uzayda', 'Türkler Taş Devri'nde', 'Türkler mangalda', 'Türkler Amerika'da', 'Türkler Hollywood'da', 'Türkler halloweende' vs. vs. karikatür konularını çekip çekip film yapmasın. Lütfen.
Bin tane stand-up yapsa izlerim, ama bir daha Cem Yılmaz filmi derlerse durup düşünürüm. O kadar.
-dekorlar da kötüydü ama sustum-
-hayır agresif değilim-
-biraz fazla test çözmüş olabilirim-
-ama agresif değilim-
-cidden-

Woody Allen Olmuşum da Haberim Yok!

...dö la g'Eve Zé Cabaret iftiharla sunar...

Olay: Okulda planlanan eğlence için oyun yazma görevini ne talihsizliktir ki Geveze'ye verirler..

SAHNE 1
(Teneffüs zili çalar, Geveze öğretmen masasına depar atar)
GEVEZE: Hocaaam, ben bişey..
ÖĞRETMEN: Meşgulüm, daha sonra Geveze!

SAHNE 2
(Koridorda Geveze öğretmenini yakalar)
GEVEZE: Hocam, yeni yılla ilg...
ÖĞRETMEN: Şimdi olmaz Geveze!


SAHNE 3
(Bahçede Geveze öğretmenin peşinden koşar)
GEVEZE: Hocam çok az vaki..
ÖĞRETMEN: Yarın konuşalım Geveze..


SAHNE 4
(Sınıfta kritik yapılmaktadır)
GEVEZE: Ben de dedim ki, Noel Baba'yla diğer dünya masallarını karıştırsak süper olur. İşte Jack ve Fasülye Sırığı'ndaki Jack parayı bulunca mafya oluyor, Noel Baba'yı haraca bağlıyor. Kırmızı Başlıklı Kız'ı da Kurt'un midesinden çıkaramamışlar, ama kız da Kurt'u yakından -midesinden- tanıyınca onu pek bir sevmiş, oradan çıkınca evlenecekler. Ama korkuyor tabii orada, kemik deri ne ararsan var... Diyor ki; 'Kurt'um, bana bir oyuncak ayı neyin bulsan da ona sarılsam, korkuyorum ben burada!'. Kurt da ayı yemeyi gözü kesmediği için Noel Baba'nın uğurlu geyiğini yiyor.
Bu arada Noel Anne Noel Baba'ya para veriyor çocuklara eşofman alsın diye; Noel Baba da sayısal oynuyor.
Her şey üst üste geliyor işte, üç küçük domuz filan dahil oluyor hikâyeye, Noel Baba'ya grip bulaştırıyor, Noel Anne kendi kaburga kemiğini çıkartıp çorba yapıyor Noel Baba'yı iyileştiriyor, Gretel geliyor Noel Baba'nın Hansel olduğunu neyin söylüyor. İşler karışıyor; ama Alaaddin'in plazasında komilik yapmaktan sıkılan cin gelip Noel Baba'ya yardım ediyor işler tatlıya bağlanıyor.

ARKADAŞ: Güzel olmuş bu ya, hoca bakmadı mı şimdi? Aaa, bak ben Jack olcam baştan anlaşalım hee! Bak şimdi şeyi de şaaparsak eğer şunu da şöyle...


SAHNE 5
(Teneffüs zili çalar)
ÖĞRETMEN: Gevezeeee!
GEVEZE: Hocam sonra görüşelim.

SAHNE 6
(Öğretmen Geveze'yi bahçede görür)
ÖĞRETMEN: Geveeezeeee!
GEVEZE: Hocam meşgulüm ben sonra görüşsek?


SAHNE 7
(Öğretmen Geveze'yi yakalar)
ÖĞRETMEN: Geveze, falanca filanca bana senin oyununun çok güzel olduğunu söyledi, anlatsana biraz!
GEVEZE: Ee, işte olay Sibirya'da geçiyor.
ÖĞRETMEN: -Houston bir sorunumuz var-




Çok hoş star tribi yaparım, bildiğiniz gibi değil. Sonra ne oldu diye merak edenler olursa öğretmen Geveze'ye gözlerini belerterek baktı. Geveze tırstı kaçtı. Ertesi gün de oyun metnini teslim etti, perde kapandı. Woody Allen'cılık da bir yere kadar tabii..

Böylece Badem Gözlü Olurum

-Seni anlıyorum Joanna; hayatının en zor 3 yılına dair bir fikrim var!
-Ah, ne kadar anlayış-ühhü-lısınız... P-peki hangi yıllar onlar?
-Ah, ortaokul yılları, ergen böcüğüm benim!

Amerikan kültürüne dair bööörk bir alıntıyla başladığıma göre konuyu az çok tahmin edebiliyorsundur dear okur, her zamankinden daha çok beynini didikleyeceğim; okumamakta serbestsin...
...

Son birkaç gündür her halta ağlıyorum, ömrüm boyunca döktüğüm gözyaşı rekorunu toplayıp ikiye katladım sanıyorum.. Hatta zorlasam ağlama dalında Nobel neyin alabilirim.

Marley & Me'nin sonunda ağladım, kolumu duvara çarptım ağladım, uykum geldi ama ödevim bitmediği için ağladım, tırnağımı derinden kesmişim ona ağladım, gözlüğümü kırdım ağladım, Dedektif Kurukafa - Suratsızlar'ın sonunda ağladım -bence de oha-, hapşurduktan sonra burnum aktı ağladım, yazılıdan 100 alınca mutluluktan ağladım, tavuklu pilavı görünce ağladım -bunu neden yaptığıma dair bir fikrim yok-, yanlışlıkla yarı sahadan basket attım ağladım, okuduğum kitabı bitirdiğim için ağladım, neredeyese 14 yaşında olacağım için ağladım, legolarımı bulamadığım için ağladım, geri zekalı Cyber Shot makinemle fotoğraf çekemediğim için ağladım ve en son niye her haltı bahane edip ağladığım için ağladım.

Vay be, drama kraliçesi dediğin böyle olur :))

Sonra da buzdolabını açınca yumurta rafına gözüm takıldı. Bütün yumurtaların sivri uçları yukarı bakıyordu, bir tanesinin yuvarlak ucu yukarı bakıyordu; anıra anıra güldüm.

Sanırım yine film kopma anlarından birini yaşıyorum, on bin bakımım filan gelmiş de olabilir. Ama sorun şu ki bir daha ağlarsam gözlerim çıkacak, yerine badem yerleştireceğim..
Bu riski göze alamam Watson, Bridget Jones'un günlüklerini bir oturuşta nihayet bitirecek kıvama gelmiş olabilirim.


Bu arada çevreye verdiğim zararlardan -vazoyu gümletmek, avizeye top atıp zedelemek, televizyon kumandasını bozmak, çikolata stoklarımızı tüketmek, gürültü yapmak, herzamankinden daha fazla konuşmak vb.- dolayı özür dilerim.

Neşeli Hayat

''Küçük adamın büyük hikâyesi.''

Böyle özetliyor Yılmaz Erdoğan filmini.. Bana sorarsanız tam tersidir; büyük adamın küçük hikâyesi...


---------
Filmi İzleyeceklere Öneriler
1. BKM Mutfak oyuncularını unutun. Sadece Büşra ve Ersin'e odaklanın. Fazla birşey beklemeyin bu bağlamda.

2. Ses sistemi iyi olan bir yere gidin; yerel sinemalar yerine Cinebonus gibi yerleri tercih edin. Hafif bir aksan var ama ses miksajı iyi değil, anlamakta zorlanabilirsiniz.

3. Eski Yılmaz Erdoğan filmlerini rafa kaldırın, olay değil su katılmamış durum filmi izleyeceksiniz.

4. Oyunculuk iyi, sadece arada bir Ersin gözünüzü yoruyor.

5. Bağımsız film tadında dram izleyeceğinizi unutmayın. Asla ve asla Çok Güzel Hareketler Bunlar'ı referans alarak gitmeyin.
---------


Rıza adlı karakter maddi sıkıntılar içinde olan bir gecekondu sakini. Bir reklam ajansı ile çalışıyor, bilimum maskotluk görevlerini itinayla icra ediyor, derken Noel Baba oluyor. Kendini ufak bir 'bitkisel' krizin içine sokmasıyla da olaylar gelişiyor. Dekorlar cuk oturmuş, dikkatli izlerseniz araya serpilmiş muhteşem imajları yakalarsınız.


-spoiler: gözlüğünü don lastiğiyle dekore etmiş kız babası, telefonunu şarj olurken duvara asılı bezimsi rafın içine koyan Rıza vs-


Doğaldı, çok doğal. Bu yüzden sinemanın o sihirli değnek havası yok; yer yer yüzünüzde tokat gibi patlıyor; yer yer sırıtıyorsunuz. Ama ne bir gözyaşı, ne de coşkulu kahkaha beklemeyin; hayatınızın filmi asla olamaz, sadece boş vaktinizi doldurur, aşina olduğunuz gecekondu kültürünü gözlemlersiniz.
Ayrıca Yılmaz Erdoğan'ın karakter yaratmada zirveye çıkayazması olayına neredeyse dokunuyorsunuz. Ve şunu da mutlaka söylemeliyim, senaryo her ne kadar neredeyse-börk olsa da sonu çok iyi bağlanmış.

Ne beğendim, ne de beğenmedim diyelim. IMDB 6.8 vermiş, bence 0.8'i fazla. 6, dümdüz 6.

Çakma Bloggerın Orijinal Güncesi: The OC

Gün 1
Artık kendi paramı kazanıp 2 bin liralık arabama 5 bin liralık müzik sistemi taktırmamın vakti geldi. Bu yüzden sanal alemin en kral forumunda, kendi forumumda dolaştım. İnsanlar blok diye birşeyden bahsediyorlar; ne olduğunu öğrenmeliyim.

Gün 2
Blok dedikleri şey meğersem bir siteymiş. Forum hesabı, istediğini yazıyormuşsun, alıntı filan yapabiliyormuşsun. Hatta reklam verip ayda beş-on bin lira götürebiliyormuşsun.

Gün 3
Kullanılmamaktan pörsüyen beynim ilk defa iyi bir iş yaptı, hem de o sırada ne tuvaletteydim, ne de birinden kaçıyordum... Çok şaşırdım.
Ben de blog -blok değilmiş onun adı, öğrendim icabında- açıp para kazanacağım.

Gün 4
Gerekli işlemleri yaptım, kendi adıma bir site aldım. Bildiğim en muhteşem esprileri yapmak için henüz Homo Sapiens olarak evrilememiş beynime işkenceler çektirdim, üç tane post dizdim birbirinden bomba.

Gün 5
Siteme benden başka kimse girmemiş, yazıklar olsun... Bu yazıları Avrupa'da yazsaydım şimdiye efsane olurdum... Kahvedekiler de internetin ne olduğunu bilmezler ki.. Görünüşe göre sosyal çevremin bana hiç yardımı olmayacak bu işte...

Gün 6
Bütün gün sitemdeki 'online okuyucu' sayacına bakarak burnumu karıştırdım. Bir ara kahveden haber yolladılar ne yapıyorum diye ama artık onlarla görüşemezdim, ne de olsa ben artık elit bir insanım, kültür level'ı yerlerde sürünen bu insanlarla konuşacak bir konum yok.

Gün 7
Bu yaşıma gelene kadar öğrendiğim bütün bilgi birikimimi -okeyde en baba taş çalma taktikleri veya maç tüyoları dahil- kullanarak bir post daha yayınladım. Bu arada keşfettiğim blogları inceledim; çok sığ olmalarına rağmen epeyce tıklanıyorlar.

Gün 8
Hala blogumu okuyan tek kişi benim.. Halbuki Google aramalarında görünmek için bir yazıda tam otuz iki defa Megan Foks yazmama rağmen.. Sanırım ben Türk halkı için fazla derinim, sularımda boğuluyorlar..

Gün 9
Burun karıştırma konusunda yeni bir teknik geliştirdim.

Gün 10
İlk yorumumu aldım, üstün edebiyatımı anlamayan bir insan imla ve noktalamayı nerede öğrendiğimi sordu. Ben de verdim coşkuyu, kimin blogunun okuduklarını anlamalılar canım!

Gün 11
Bu gidişle reklamlardan hiç para kazanamayacağım.

Gün 12
Futboldan anlasaydım bari onu yazardım.

Gün 13
Çok kral bir blog bulmuşum ki, vay anam. Kesin çok tıklanıyordur, hiç de reklamı yok; tabii benim kadar zeki değil herkes.

Gün 14
Bir blog daha buldum, yazdığım postta ondan aldığım bölümleri kullandım. Eminim benim kadar elit bir insanın ondan alıntı yapması çok hoşuna gitmiştir.

Gün 15
Bu gün sitem epeyce tık aldı. İnsanlar önceki postların bana ait olduğuna inanamadılar.

Gün 16
Geçmişimi yaktım. Bir blogdan daha alıntı yaptım.

Gün 17
Biri bana akademik dürüstlük diye bir şey dedi, yeni çıkan bir küfür olmalı. Ebendir dedim kapattım.

Gün 18
Bir post daha alıntıladım. Git gide bir okuyucu kitlesi kazanıyorum. Lavuğun biri bana çamur atmak maksatlı 'lünk ver ulan' dediyse de ona da bir güzel saydırdım. Meyve veren ağacı taşlarlar tabii.

Gün 19
Bir blog keşfettim ki çok güzel yazılar var. Elimden geldiğince alıntıladım, bir hafta filan rahat ederim artık.

Gün 20
İzleyicilerim artıyor. Bir sürü yorum geliyor ama hiçkimse yazdığım cevapalrı anlamıyor. Sanırım bundan sonra onlara cevap vererek vaktimi boşa harcamayacağım.

Gün 21
Bu gidişle ay sonunda epey bir para kaldıracağım.

Gün 22
Okurlarımdan biri bana çok zeki olduğumu söyledi. Bana yazıyor herhalde.

Gün 23
Bugün banyo yaptım. Bütün gün sürdüğü için sitemle ilgilenecek vakit bulamadım.

Gün 24
Kendimi fazla temiz hissettiğim için konsantre olup alıntılama yapamadım, gelen yorumlarla ilgilendim.

Gün 25
Bir alıntılama daha yaptım. Sanırım örgü filan vardı üzerinde. Önce kendime 'Erkek adam örgü örer mi?' dedimse de sonra kadın okuyucuların ilgisini çekebileceğimi düşünüp rahatladım.

Gün 26
Artık sınırlarımı genişletmeliyim. Tasarım bloglarından da alıntılama yaptım. Tabii ki kendi imzamı attım üzerine; blog sahibi kim bilir ne kadar sevindi..

Gün 27
Blogumun adına 'kişisel blog, haber, hobi, dekorasyon, kadın, moda, bilgisayar, ekonomi, alışveriş, tiyatro, sinema, bilişim, spor' gibi ekler getirdim. Sanırım akla gelebilecek her kategoriye sahibim. Deli gibi tık alıyorum. -tık alıyor, kazmatör-

Gün 28
Reklam paraları geldi. Bir gayret birkaç site daha yaptım, onlarca da alıntılama... Artık düşünüyorum, zekamın farkına varıyorum.. Bu alıntılama işinde epey iyiyim galiba..

Gün 29
Alıntılama yaptığım bloggerlardan biri ondan alıntılama yaptığımın farkına varmış; gurur duyacağı yerde sinirlerniyor. İnsanoğlu ne kadar nankör...

Gün 30
Artık soranlara kendimi 'yazar' diye tanıtıyorum.

Gün 31
Bazı nankörler hâlâ başımı ağrıtıyorlar. Bir an düşündüm, o kadar çok blogdan alıntılama yapmıştım ki insanlar benim tarzsız olduğumu düşünebilirlerdi. Ben en iyisi birkaç blog seçip tüm yazılarını alıntılayayım..

Gün 32
Birsürü tepki alıyorum, demek ki halkın dile getiremediği, bastırdığı duygularına tercümanım.

Gün 33
Kahvedekiler bana hayran gözlerle bakıyorlar. Hatta bir çocuk gelip burnumu nasıl karıştırdığımı öğrenmek istedi. Daha sonra benimle balgam tükürme yarışı yaptılar, kazanmalarına izin verip centilmenlik yaptım.

Gün 34
Alıntılama işi bana iyi geliyor. Kelime hazinem 90'dan 110'a çıktı.

Gün 35
365 sayfa yazmışım, helal bana.. Deliler gibi alıntılama yapmaya devam ediyorum, bu gidişle arabamın ses sitemi en az 10 bin liralık olacak.. Plazma Tv de alıp komşulara hava atacağım.

Gün 36
Birsürü insan beni kıskanıyor, alıntılamalarımı benim yaptığıma inanmıyor. Halbuki hepsini ellerimle yapıyorum, hatta bazılarını okumadan kopyalıyorum.. Sanat budur işte! Tek bir eksiğim var, o da link vermiyorum. Bilmediğimden değil, işime gelirse sülalesinin linkini veririm ama benim tarzım bu!

Gün 37
Beni yerden yere vurmuşlar yine, ama bilmiyorlar ki utanmak ve alınmak onlara, homo sapienslere özgü... Boşuna uğraşıyorlar be anam babam..

Gün 38
Artık bir cinsiyetim yok, çok farklı bloglardan alıntılama yaptığım için bir yerde 'kızım' bir yerde 'oğlum' diyor ailem bana..

Gün 39
Bu gün hesabımdaki linke tıklamak yerine artistlik yapıp adresimi yazmak istedim ama bir türlü bloguma ulaşamadım. Sanırım adres yazamayacak kadar mankafayım.

Gün 40
Alıntılama işine kendimi o kadar kaptırdım ki klavyeyi kullanamadığımı fark ettim. Adımı dahi yazamıyorum.. Bir dakika, benim adım neydi ki?

Gün 41
O kadar çok üstüme gelindi ki kendimi savunmam gerektiğine karar verdim; sanatçıyım ben be!

Gün 42
Buldum, buldum, buldum! RSS, RSS ve RSS! Seni seviyorum RSS!

Gün 43
Alıntılarımı blog tanıtımı amacıyla yaptığımı söyledim. Yazıların sadece RSS kısmını veriyorum dedim, sıyrıldım işin içinden..




Evet dear okuyucu, bu çakma insanın daha nice nice günlerini anlatırdım burada ama malum sen de ben de meşgul insanlarız..

Farkındasındır sen de, teknolojinin her yere ulaşması, bilinçli veya bilinçsiz kullanılması ve kopyala-yapıştır alışkanlığıdır bizi buraya getiren.. Sürekli unutan bir toplumuz biz; geçmişi unuturuz, geleceği unuturuz, dün ne yediğimizi unuturuz, kaynak göstermeyi unuturuz, link vermeyi unuturuz...
Hatta msn şifresi kırmayı biliriz de web sayfalarına nasıl köprü ekleyeceğimizi bilmeyiz..
Ali'den duyduğumuzu gider Veli'ye ballandıra ballandıra anlatırız..
Özgünlüğümüzü koruduğumuz bir konu varsa o da illegal işlerdir, doğuştan gelen bir yeteneğimiz vardır onlar üzerine.


Biliyorsun ki The OÇ'ler pek çok, pek çok çoktur buralarda... Hani aramana bile gerek yok.. Sen sen ol okurum canım; bağır; çok çok bağır, doğru yerde bağır, gece yatarken RSS'ni de açık bırakma...


Ces demiş ki...

nöt: çalmak; bir enstruman çalmak gibilerden, 'suç yok ortada, suç yok!'

Al Sana Benden Aduket

Dün sosyal yazılısı sebebiyle hayatımın ders çalışma rekorunu kırdığım için -1 saat 18 dakika 37 saniye, evet kronometre sağ olsun- ufak çapta bir neşe krizi geçirdim :))

Yazılıdan sonraki hailmden -ahey ahey aheeeeey- korkan arkadaşlar bir an yörüngeye kıvırcık yerleştiren ilk ülke olacağımızdan korktular ki zil çaldı normale döndüm.

Hadi dedim, iyi geçeyazdı, bari eğleneyim biraz. İnternette amaçsız amaçsız gezerken Street Fighter buldum. Bir an gözlerime inanamadım desem yeridir dear okur, en az üç-dört yıldır oynamıyorum fight might.

Rezil ötesi bir hale gelmişim aramızda kalsın; ama yine de kendimi kaptırıp eğlenebildim yani. Hatta bir ara öyle bir gaza gelmişim ki 'Aşkım bitti bundan sonra, çektin gittin benden sonra; yaşananlara saygın yoksaa, al sana benden aduu-keet!' diyordum ki..
Annem geldi.

Tıpıl tıpıl oturdu yanıma, yorum yapıyor:
"Oyyyynama öyle, 'x'e bas, bas bas bas! Bak adam tepeledi seni, aduket yap. High kick değil, high kick değil, low kick yap bak bloke ediyor. Zıpla zıpla! Ay hayır Geveze, adam üstüne uçarken zıplamayacaksın, yumruk at biraz. Aduukeet, hadi amaa! Uçardöner tekme yapsana, hıh hıh, evet! Aman Geveze, kalk ordan!"

Hıh, Yeşilçam filmleri gibi oldu annemle Ken'in buluşması... Göz göze bakıştılar önce, araya giren klavyeye alışmaya çalıştılar; bu arada Ken sıkı bir zumzuk yedi kafasına ama olsun, nihayet birbirlerini oldukları gibi kabul ettiklerinde E. Honda'yı hışırı çıkana kadar dövdüler.

Hatta hızlarını alamayıp ben ve Dhalsim'e versus mode teklifinde bulundular ve eze eze yendiler...

Ah, ah.. Sonra da soruyorlar bu çocuk niye normal değil diye.. Allasen söyle okurum, 40 küsur yaşındaki; Mario'nun kızkardeşini kurtarmaya çalıştığını sanan annenin gelip seni Street Fighter'da çok pis yenmesi normal mi?

Bu Bir Başlık Aslında, Biraz Zorlasam Müzik Filan Diyebilirim Sanıyorum

Yeni müzikler ekledim, aşağıya da ne olduklarını yazıyorum dear okur. Tadım tuzum yolda düşmüş, onu aramaya gideceğim kusura bakma. Diyorsan ben seni neşelendiririm, istek şarkı filan veririm, maildir yorumdur bekliyorum.

Metallica - Sanitarium

Tori Amos - Blood Roses

The Verve - Lucky Man


Kelaynak gibi olmuş, istesem bu kadar alakasız müzikler seçemezdim herhalde :))

Sol Beyinsiz?!

Matematiği ne kadar çok sevdiğimi, ölüp ölüp bittiğimi mutlaka söylemişimdir. Hatta geceleri 'Matematiiiiik' diye sayıklıyorum ben.-bu gereksiz bilgiyi de verdim içim rahat.-

Öğretmen: İşte bu da böyle, şu da şöyle. √ diye de işareti var. İşlem yaparken de sayıları karekökün dışına alıyoruz.
√0.1 - 0.1 * √0.1
E hadi çözün bari bunu.
-sınıfta pıtik pıtik gezinir-
Öğretmen: Eee, sen ne yaptın Geveze?
Geveze: Ben anlamadım sanırım.
Öğretmen: Aa anlamayacak nesi var, bu böyle, şu da şöyle. Bunu da dışarı çıkartıp 10la genişletiyorsun. Sonra bir de ortak paranteze alıyorsun. Bunu da burdan çıkart, çıkart bakayım. Hıh, evet. Şimdi de karekökle yazıyorsun bitiyor.
Geveze: Anlamadım.
Öğretmen: Şu şöyleyse bu da böyle. O zaman da bu böyle, hoop ortak parantez, şunu da böyle. Bitti.
Geveze: Ama ortak parantez nerde, göremedim ki ben onu? -mavi ekran-
Öğretmen: Bunu böyle dışarı çıkartıyorsun, şunu da genişlet. Bunu da dışarı çıkart. Ortak paranteze al. Tekrar karekökle yaz. Bitti.
Geveze: E madem dışarı çıkartmamız gerekiyor, niye karekökle yazdık ki? Hem şunu genişletmemişsiniz ki???
Öğretmen: Aaa, evet. O zaman soru yanlış.
-soruyu yeniden çözer-
Öğretmen: O öyle bu da böyle. Şunu şöyle yaptık buna böldük. Önce ortak paranteze aldık, sonra genişlettik sonra çıkarttık sonra topladık sonra böldük. Oldu mu Geveze?
Geveze: Ben bir temiz hava alsam?

Ya ben sol beyinsizim ya da bir yerlerde bir terslik var, anlamadım ki...

Nefret Nefret Nefret


Öğrenci olmaktan nefret ediyorum.


Ödev yapmaktan nefret ediyorum.


Matematikten nefret ediyorum.


Sabahları erkenden kalkmaktan nefret ediyorum.


İnternette gezinirken boynumun tutulmasında nefret ediyorum.


Tatilimi aptal ödevleri yapmakla heba etmekten de nefret ediyorum.


Tahtada problem çözerken tebeşiri ve hatta tırnağımı kırmaktan nefret ediyorum.


Odamı toplamaya çalışıp test çözme bahanesiyle yeniden dağıtmaktan, bunu fark edip de hayal kırıklığına uğramaktan nefret ediyorum.


Beden eğitiminin olduğu günler yağmur yağmasından nefret ediyorum.


Yanlış anlaşılmaktan nefret ötesi nefret ediyorum.


Bilgisayarımdaki belgeleri karıştırıp da Pink Floyd klasöründen film bulmaktan da nefret ediyorum.


Düşen kalemi almak için masanın altına eğilip kalkarken kafamı masaya vurmaktan nefret ediyorum.


Biyoloji sorularına her öğretmenin farklı bir cevap vermesinden nefret ediyorum.


Bir kelimenin İngilizcesini hatırlayıp Tükçesini hatırlayamamaktan iğreniyorum, nefret ediyorum.


Çoraplarımın eşini bulamamaktan nefret ediyorum.


Şiir yazdığını sanıp saçmalayanlardan, bu ucubik şiirleri Türkçe ders kitabına koyanlardan ve özellikle bu şiirlerle ilgili muhteşem etkinlikler hazırlayanlardan nefret ediyorum.


Gözlük camlarımın parmak izleriyle dolmasından nefret ediyorum.


Cebimde bozuk para taşımaktan ve o paraların şıngırtısından nefret ediyorum.


Ödünç verdiğim kitapların geri gelmemesinden, gelip de okunamayacak bir forma bürünmüş olmasından nefret ediyorum.


Matematikten bir daha nefret ediyorum.


İzleyeceğim filmin konusunu anlatma ayağına baştan sona her detayını -esas oğlanın esas kızı ilk öptüğü kafenin manzarası, esas kızın kankasının baloda giydiği elbisenin rengi, esas oğlanın tuttuğu futbol takımı...- anlatıp 'İyi seyirler.' diyen zihniyetten nefret ediyorum.


Odamın duvarına astığım posterlerin yerinin değişmesinden veya düşmesinden nefret ediyorum. -ben onları özel bir teknikle sıralayıp yerleştiriyorum :P bu tekniğe göre şu anda oturduğum yerden bütün yönetmen ve oyuncuları, test çözerken oturduğum yerden cici cici üniversite ve liseleri, yatağımdan -müzik dinlediğim yer :))- bütün müzik gruplarını görebiliyorum. duvarları akılcı kullandım :Pp-


Yazının en can alıcı yerinde laptopun şarjının bitmesinden nefret ediyorum.


Hatta bataryası olan herhangi bir şeyin şajının bitmesinden nefret ediyorum.


El yazısı yazmaya çalışıp da karaladıklarımı okumak için gözlerimin pörtlemesinden, Tükçecinin zorla elyazısı yazdırmasından nefret ediyorum.


Elyazımın kötü olmasından nefret ediyorum. -yazdıkları okunan ve göze hoş görünen insanları nasıl kıskanıyorum anlatamam. yıllardır düzgün bir elyazısına sahip olamamanın handikapı.-


Üşümekten nefret ediyorum.


Suçlu olmadığım halde suçluymuş gibi görünmem için elinden geleni yapan eşek şansımdan ve çok konuştuğum için öğretmenlerden yediğim zılgıtlardan nefret ediyorum.


Okula formayla gitmekten nefret ediyorum, yaşasın serbest kıyafet özgürlüğü!


Sabahın köründe en aptal halimle kilotlu çorap gitmeye çalışıp da tırnağımla boydan boya yırtmaktan nefffret ediyorum.


Filmlerin altyazılarının kötü olmasından nefret ediyorum.


Muhteşem bir kitabı fevkalade rezil çeviren çevirmenlerden nefret ediyorum.


---çok önemli spoiler, Jane Eyre'ı okumadıysan bu maddeyi de okuma---

---cidden bak, insanın tüm hevesi kaçıyor---

---bu son uyarım---

Jane Eyre'ın arka kapağına evin içindeki seslerin sebebinin Bay Rochester'ın eski karısı olduğunu yazan akıllıdan, ona onay veren editörden nefret edecektim az daha. Kitaptan soğudum. Ama okudum. Hala kızgınım, her an o iki muhteşem insandan nefret edebilirim.

---spoiler bitti---

---ben seni uyarmıştım mealli anne bakışını yaptım---

---hadi diğer maddeye geçelim---


Denemelerin orta yerinde öksürük krizine girip bütün milletin dikkatini dağıtmaktan nefret ediyorum.


Hapşırdıktan sonra resmen dağıldığım, gözlerim sulandığı, sesim tizleştiği, ellerim titrediği, saçım uçuştuğu için hapşırmaktan nefret ediyorum.


Ödevlerden çok nefret ediyorum.


Ama matematikten daha çok nefret ediyorum. -Cebir ve denklem hariç tabii, onlar matematik olamayacak kadar şeker-


Demokratik geçinip de cami minarelerinin yasaklanması için referanduma giden, utanmadan insan haklarını savunan sayın İsviçre'yi esefle kınıyor ve nefretime layık buluyorum. Peynirlerini sevdiğimi de en gereksiz dip not olarak yazıyorum.


Sonra bir de bu kadar çok şeyden nefret ettiğim için kendimden de nefret ediyorum.



Evet, bayram telaşından, ödev koşuşturmacasından, uyku düzeni bozukluğundan ve iflah olmaz üşengeçliğimden özledim sizi dear okurlarım canlarım, artık susayım diyorum, başınız ağrımasın.