Bu post, tıpkı buradaki kardeşi gibi bütünüyle tamamıyla absalom'a ithaf edilmiştir, hatta absalom için yazılmıştır. Ama benim en sevdiğim dearest okurum tabii ki göğsünü gere gere okuyabilir.
...
Başlamadan önce söylemeliyim ki bloguma ve dear okurlarıma hasret kalmak evlat acısı yaşamak gibi bir şeymiş.
Unutmadan, öykü gerilim unsurları içermektedir.
...
-mistik bir sesle, sisli bir mekânda okuyunuz.-
Zamanın birinde, adı sanı şu an için bize lazım olmayan bir kahraman uzaak doğudan bir diyara gitmiş. Bu diyarın toprakları çorak, iklimi kurak, akrepleri manyak imiş.
-peki ya kahramanın orada işi neymiş?-
Kahramanımız oraya annesini görmeye ve tatil yapmaya gitmiş. Bütüün gün zorlu görevler peşinde koşuyor, -bakkaldan ekmek almak, sıcaktan buharlaşmamaya çalışmak, evdeki Fanta stoklarını eritmek, belgesel ve film izlemek, Fransızca öğrenmeye hazırlık yapmak -bu da ne demekse-, resim yapmak, yöre halkıyla iletişime geçmek- maceradan maceraya ter döküyormuş.
Haftasonlarından birinde pek muhterem kahraman, annesi ve ananesiyle kahvaltısını yapıyormuş ki, annesi ona çok zorlu bir görev vermiş: Bulaşıkları yıkamak!
Aramızda kalsın ama; sözümona kahramanımız o kadar üşengeç, o kadar tembel, o kadar sakarmış ki bu görevden kaçmak için türlü bahaneler uydurmuş. -'bugün Londra'da yağmur yağacakmış, dizlerim nasıl ağrıyor bir bilsen!', 'sen kilo mu aldın?', 'galiba omzum çıktı.'- Her ne hikmetse anne kişisi hiç itiraz etmeden bu bahaneleri kabul etmiş.
Bunun üzerine kahramanımız; yokluğunda sabahı zor eden, içip içip ağlayan, pillerini çıkartma tehditleri savuran zavallı televizyon kumandasını tüm bu dertlerden kurtarmaya gitmiş. O belgeseller, ithal diziler izleyedursun; annesi bulaşıkları yıkamaya koyulmuş.
Ama o da nesi, sevgili anne lavaboda ''süpürge çöpüne benzer bi'şey'' olarak tanımladığı sarı bir cisim görmüş. İçinde depir depir depinen çılgıaan Orta Asya Türkü'ne hakim olamayarak o sarı cisimciği tutmuş, var gücüyle çekmiş. O çektikçe cisimcik kımıldanıyor, uzadıkça uzuyormuş.
Basireti bağlanan anne, çektiği cisimciğin bir akrep olduğunu epey sonra anlamış. Anladığında da çığlık atarak lavabodan uzaklaşmış. Anane kişisi hemen durumu analiz etmiş, ''Nöölyooğ orda?'' diye koşarak gelen kahramanımızı mutfağın kapısında durdurmuş. Tabii kendisi de mutfaktan çıkmayı ihmal etmemiş.
Olayı anlayan kahramanımız korkudan üç buçuk atadursun, çok zeki olduğu için akrebin üzerine PorÇöz, lavabo-aç veya kaynar su dökünce ölebileceğini o kargaşaya rağmen akıl etmiş. Gerekli işlemler yapılmış, musluktan şelale gibi sular akmış ve akrep Hakk'ın rahmetine kavuşmuş.
Anne ellerini sterilize etmiş, anane lavaboların giderleri için taş, kumaş ve telden özel aygıtlar hazırlamış ve lavabolar kullanılmadıkları zamanlarda giderlerin üzerinde oturmaları için onları tembihlemiş. Bu sırada ne akrebi gören ne de mutfağa giren kahraman, yaklaşık 30 dakika içerisinde 3 tane uçuk çıkartmış. -hayatında ilk defa uçuk sahibesi olmuş, dudakları Angelina Jolie ve Rihanna karışımı ucubik bir forma bürünmüş.-
Ortalık yatışınca cesur kahramanımız internetten akrepler hakkında geniş çaplı bir araştırma yapmış. Maviyi ateş sanıp yaklaşmadıklarını öğrenince oturma odasındaki, mavinin bütün tonlarını ihtiva eden halının üzerinde yaşama kararı almış. Anneyi de kükürt ve Arap sabunu bulması konusunda tembihlemiş.
Akşamüstüne doğru annenin bir arkadaşı gelmiş, lavabonun vidalarını söküp 8 boğumlu ve süpersonik zehirli akrebin cesedini çıkartmış. Bu sırada da 'Hayvanı haşat etmişsiniz doktor hanım.' demeyi unutmamış. -PorÇöz çok süper bişeymiş, o an kahramanımız bunu bir kez daha anlamış.-
Anne bu macerayı hastahanede arkadaşlarına anlatınca isminin başına Survivor cesaret unvanı almış. Ortadoğu ve Balkanların en cesur Kahramanı ise korkudan yaklaşık 200 gr çikolata tüketmiş ve uçuklarıyla dertleşmiş. Anane ise bu sayede alter egosu olan Derya Baykal için bir craft faaliyetinde bulunduğuna seviniyormuş. -yaşasın giderlerdeki taşlar!!-
Başka ve daha az heyecanlı bir Mardin macerası da burada.
**Hâlâ yazılı oluyoruz ve son 2 haftada 3 kilo vermenin kıvancını yaşıyorum. Bipolar davranış bozuluğuna ramak kaldı zira bir insanın geometriden 51, fizikten 95 alması akıl kârı bir olay değil. Ha, bir de hangi akla hizmet 2. yabancı dili Fransızca seçtim bilmiyorum.
**Hikâyedeki 'Kahraman' benim bi arkadaş. Evet.
**Nihayet yeni bir telefonum oldu, artık okuldan filan blog kaydı yapabilirim, heyoo.
Kendine iyi bak dear okur, benim yerime de dinlen, gül, uyu.
familya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
familya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Üstüme Basıp Geçme Yâr
Gökhan Kırdar'dan ananeme gelsin efenim, Üstüme Basıp Geçme.
Son birkaç gündür ananemin paspası oldum dear okur; saçımı süpürge, ayağımı klima yaptım, o kadar seviyorum yani. Bir cefakârım, bir fedakârım ki ah sorma. -bu kısa çizgi arasında inanmış gibi yapıyoruz-
...Olayın aslı ise aşağıdaki flashback'teki gibidir...
Anane bir sahurda daha evde ordu beslermişcesine şen ve tantanacı bir biçimde karnını doyurur. Burnunun dibinde çalan horoz efektli saati duymayan ama sahur programlarının sesiyle yerinden fırlayan cefakâr, fedakâr Geveze su içmek için mutfağa gider.
Geri döndüğünde o kadar bitkin, o kadar uykuludur ki kendi yatağına kadar gidemez ve ananesinin yerdeki döşeğinde uykuya dalar.
Aradan ne kadar geçti bilinmez ama bir süre sonra Geveze bacağında bir basınç hissederek korkuyla uyanır. Aptal aptal etrafa bakınırken ananeyle göz göze gelir ve her şey yerli yerine oturur.
Anane, Geveze'nin üstüne basmıştır. Torunu Geveze'nin üstüne basmıştır. Ciddi ciddi, olanca 75 kiloluk ağırlığıyla basmıştır.
Şimdiye kadar ananemle pek çok saçmalığa imza attık dear okur, ama bu kesinlikle ilk 5'e oynar. Bacağımda güdük, tombik bir 36 numara ayak izi taşıyorum hâlâ. Bir de bu yetmezmiş gibi az önce ayağıma bastı.
-Ohş. Ne güzel soğukmuş ayağın ya. Dur bakiim, getir bi daha basıcam. Ohş. Buz gibi. Naaptın sen ayağına böyle Geveze? Buz gibi valla. Ay kaçma dur! Dur diyorum, kaçmasana!
Son birkaç gündür ananemin paspası oldum dear okur; saçımı süpürge, ayağımı klima yaptım, o kadar seviyorum yani. Bir cefakârım, bir fedakârım ki ah sorma. -bu kısa çizgi arasında inanmış gibi yapıyoruz-
...Olayın aslı ise aşağıdaki flashback'teki gibidir...
Anane bir sahurda daha evde ordu beslermişcesine şen ve tantanacı bir biçimde karnını doyurur. Burnunun dibinde çalan horoz efektli saati duymayan ama sahur programlarının sesiyle yerinden fırlayan cefakâr, fedakâr Geveze su içmek için mutfağa gider.
Geri döndüğünde o kadar bitkin, o kadar uykuludur ki kendi yatağına kadar gidemez ve ananesinin yerdeki döşeğinde uykuya dalar.
Aradan ne kadar geçti bilinmez ama bir süre sonra Geveze bacağında bir basınç hissederek korkuyla uyanır. Aptal aptal etrafa bakınırken ananeyle göz göze gelir ve her şey yerli yerine oturur.
Anane, Geveze'nin üstüne basmıştır. Torunu Geveze'nin üstüne basmıştır. Ciddi ciddi, olanca 75 kiloluk ağırlığıyla basmıştır.
Şimdiye kadar ananemle pek çok saçmalığa imza attık dear okur, ama bu kesinlikle ilk 5'e oynar. Bacağımda güdük, tombik bir 36 numara ayak izi taşıyorum hâlâ. Bir de bu yetmezmiş gibi az önce ayağıma bastı.
-Ohş. Ne güzel soğukmuş ayağın ya. Dur bakiim, getir bi daha basıcam. Ohş. Buz gibi. Naaptın sen ayağına böyle Geveze? Buz gibi valla. Ay kaçma dur! Dur diyorum, kaçmasana!
Dana, Eşşek ve Anarçizm Üzerine Anane Bakışı
Geveze yine anneannesinin (yazının devamında kısaca anane) tepesini attırmıştır. Aslında olay şudur, taşınılacaktır ve sağdan soldan eşyalar kolilenmektedir. Geveze hayli yayıntılı odasındaki züccaciye tükâânını, bir milyoncuyu, halk kütüphanesini, 10 sezonluk gardrobu toplamıştır. Ama çekmeceleri toplamaya üşenmektedir. Ananenin de göbeğini azıcık uzun kestiklerinden dolayı sesi epey yüksektir.
-Eşşek kadar oldun! Azıcık bi laf dinle, anarçik anarçik ne bu böyle! Ben senin yaşındayken evi çekip çevirirdim! Sen de otur 8 yaşı seyret! (Cédric'ten bahsediyor, evet.)
-Ama yoruldum anane ya..
-Köylerde senden küçük çocuklar senden fazla iş yapıyorlar! Yaşından utan, alem 15 yaşında kaptan oluyor, (Jules Verne, evet) sen hâlâ kitap okuyup dürbüne bak! (soluklanır, hızını alır. ve bomba gelir..) KAZIK KADARSIN, DANA OLSAN ÇİFTE KOŞARDIK!
-Ahahahahahaaaaaaaaah. Yani, öhm... Sniff. Ya evet. Haklısın. Dana olsam... Puhahahahaha...
-BAAAK bi de gülüyor, bak bi de arsız arsız.. Hihuhaha.. Ayy, yapma Geveze. Hihuhaha...
Ayar verme seansı iptal edildi tabii ki. Hadi yine iyisin dear okur, sayemde dilimizdeki mühim, ciddi, kalıplaşmış, mikimmel, hayli resmi bir deyimi öğrendin.
-Eşşek kadar oldun! Azıcık bi laf dinle, anarçik anarçik ne bu böyle! Ben senin yaşındayken evi çekip çevirirdim! Sen de otur 8 yaşı seyret! (Cédric'ten bahsediyor, evet.)
-Ama yoruldum anane ya..
-Köylerde senden küçük çocuklar senden fazla iş yapıyorlar! Yaşından utan, alem 15 yaşında kaptan oluyor, (Jules Verne, evet) sen hâlâ kitap okuyup dürbüne bak! (soluklanır, hızını alır. ve bomba gelir..) KAZIK KADARSIN, DANA OLSAN ÇİFTE KOŞARDIK!
-Ahahahahahaaaaaaaaah. Yani, öhm... Sniff. Ya evet. Haklısın. Dana olsam... Puhahahahaha...
-BAAAK bi de gülüyor, bak bi de arsız arsız.. Hihuhaha.. Ayy, yapma Geveze. Hihuhaha...
Ayar verme seansı iptal edildi tabii ki. Hadi yine iyisin dear okur, sayemde dilimizdeki mühim, ciddi, kalıplaşmış, mikimmel, hayli resmi bir deyimi öğrendin.
Günün Ev Halkı Üzerindeki Yararları
Dear okur, nihayet ananem ekmek yapmayı öğrendi. Öylesine mesudum ki anlatamam.
İnanamayacaksın ama yaptığı ekmeğin kaabuğu dahi yumuşaktı. Isırınca dişlerim acımadı. Ve dahi aç da kalmadım. Tadı da iyiydi. Rüya gibi.
Bugün tarihe geçmeli bence:
'Geveze'nin Ananesinin Ekmek Yapmayı Öğrendiği Günün Bayramı'
Aramızda kalsın ama komşuya güne gittiği için ekmek fazlaca mayalanmış. Bu yüzden yenebilir yumuşaklıkta olsagerek. Ama biz bunu ananemin fırıncılıktaki ustalığına bağlıyor, günü düzenleyen teyzelere sevgilerimizi gönderiyoruz.
Mahalle günlerine sponsor bulalım, sevelim, sevdirelim, destekleyelim.
İnanamayacaksın ama yaptığı ekmeğin kaabuğu dahi yumuşaktı. Isırınca dişlerim acımadı. Ve dahi aç da kalmadım. Tadı da iyiydi. Rüya gibi.
Bugün tarihe geçmeli bence:
'Geveze'nin Ananesinin Ekmek Yapmayı Öğrendiği Günün Bayramı'
Aramızda kalsın ama komşuya güne gittiği için ekmek fazlaca mayalanmış. Bu yüzden yenebilir yumuşaklıkta olsagerek. Ama biz bunu ananemin fırıncılıktaki ustalığına bağlıyor, günü düzenleyen teyzelere sevgilerimizi gönderiyoruz.
Mahalle günlerine sponsor bulalım, sevelim, sevdirelim, destekleyelim.
Al Sana Benden Aduket

Yazılıdan sonraki hailmden -ahey ahey aheeeeey- korkan arkadaşlar bir an yörüngeye kıvırcık yerleştiren ilk ülke olacağımızdan korktular ki zil çaldı normale döndüm.
Hadi dedim, iyi geçeyazdı, bari eğleneyim biraz. İnternette amaçsız amaçsız gezerken Street Fighter buldum. Bir an gözlerime inanamadım desem yeridir dear okur, en az üç-dört yıldır oynamıyorum fight might.
Rezil ötesi bir hale gelmişim aramızda kalsın; ama yine de kendimi kaptırıp eğlenebildim yani. Hatta bir ara öyle bir gaza gelmişim ki 'Aşkım bitti bundan sonra, çektin gittin benden sonra; yaşananlara saygın yoksaa, al sana benden aduu-keet!' diyordum ki..
Annem geldi.
Tıpıl tıpıl oturdu yanıma, yorum yapıyor:
"Oyyyynama öyle, 'x'e bas, bas bas bas! Bak adam tepeledi seni, aduket yap. High kick değil, high kick değil, low kick yap bak bloke ediyor. Zıpla zıpla! Ay hayır Geveze, adam üstüne uçarken zıplamayacaksın, yumruk at biraz. Aduukeet, hadi amaa! Uçardöner tekme yapsana,

Hıh, Yeşilçam filmleri gibi oldu annemle Ken'in buluşması... Göz göze bakıştılar önce, araya giren klavyeye alışmaya çalıştılar; bu arada Ken sıkı bir zumzuk yedi kafasına ama olsun, nihayet birbirlerini oldukları gibi kabul ettiklerinde E. Honda'yı hışırı çıkana kadar dövdüler.
Hatta hızlarını alamayıp ben ve Dhalsim'e versus mode teklifinde bulundular ve eze eze yendiler...
Ah, ah.. Sonra da soruyorlar bu çocuk niye normal değil diye.. Allasen söyle okurum, 40 küsur yaşındaki; Mario'nun kızkardeşini kurtarmaya çalıştığını sanan annenin gelip seni Street Fighter'da çok pis yenmesi normal mi?
Ekstra Ordinaryus Anane
Efenim, güzüde okulumun güzüde rehberlikçisi tarafından -güzüde, güzide değil :)- elime tutuşturulan formla haşır neşir olmam gerektiğine karar verip üfürmeye başladım 'Gelecek Planlarım' hakkında...
İlk başta 'Evimin kadını, çoççuklarımın anası olayım daha da bir şey istemem!' yazıp rehberlikçiyi delirmek istesem de vazgeçtim :)) Başladım üfürmeye. Anneannem de yanımda, çeşitli yerlerde müdahele edince ilginç bir diyalog çıktı ortaya :))
Soru: Bu yıl gerçekleştirmeyi düşündüğünüz akademik başarılar nelerdir?
Cevap: Birkaç Akademi Ödülü almayı planlıyorum, 'En İyi Yönetmen' ve 'En İyi Film' dallarında iddialıyım. Ayrıca Nobel Edebiyat Ödülü için dişli bir roman üzerinde çalışıyorum. Politikaya atılmayı düşünüyorum, bir de 'Boşluk İlmi ve Boş İşler' üzerine doktoramı tamamlayıp ordinaryus olma yolunda ilerlemeyi planlıyorum. Vaktim olursa da SBS'ye girip protesto amaçlı birkaç eylem yapacağım.
Geveze: Nasıl oldu bu? İyi di mi, benim hoşuma gitti.
Anane: Kız bak bi de şeyi yaz şeyi, var ya hani Marşiyla'nın orda bi yerde bi film şeysi vardı, yaz onu yaz!
**İnceleme: Yaşlanmış olabilirim ama kültürümden bir şey kaybetmedim! Değil Cannes'ı, tatil cenneti Marsilya'yı bile biliyor, hatta aksanlı okuyorum!
Soru: Lisede hangi alanı seçmeyi düşünüyorsunuz?
Cevap: Ben bir akıma tabi olmam, kendi akımımı yaratırım.. Eşit Dil gibi birşeyler planlıyorum: Türkçe, İngilizce, İspanyolca, Rusça, Fransızca, Fizik, Geometri, Cebir.
Anane: Kız ne yaratması, imza atarım filan de; ayıp ayıp..
**İnceleme: Ne olursan ol, yine ge.. Yani dini bütün, laik bir vatan evladı ol, alçak gönüllülükte toprak gibi ol!
Soru: Üniversitede nereyi düşünüyorsunuz?
Cevap: Harvard filan çok avam, Yale fena olmaz diyorum.. -bu sırada popomun rakımı 3 ile 5 kilometre arasında yer yer değişmekte-
Anane: Aaa, Yeğil Eğil filan olmaz! Ben torunumu eğildirtmem! Teee Amerika'ya uçak parası mı vereceğiz? Otobüsle gelip gidersin, yılda bir defa filan.. Olmaz Yeğil Meğil! Git Marmara Lise Enistitüsü'ne, yakın hem orası! Harfırt'a da laf atma, bak Yamaha'ya, Harfırt'ta hukuk okumuş, Noel Barış Ödülü aldı... Cık cık cık...
**İnceleme: Ekonomik ol kız, başımıza sosyetik mi olcan? Kamil Koç tiz başlaya Amerika seferlerine! Hem komşunun torunu da Marmara İnglizce İşletme'ye gitti, benim torunum aşağı kalmaz! Obama'yı da bilirim, okuduğu okulu da, hatta Yamaha bile derim ona!
Soru: Üniversitede hangi bölüm düşünüyorsunuz?
Cevap: Uluslararası Sinema İlişkileri.. Diplo-yönetmen olacağım!
Anane: Savaş mavaş çıkarmayasın kız, iyisi mi sen Basın Yazım Edebiyat oku...
**İnceleme: Edebiyatın iyi, bırak ulusların arasını, yazar ol sen!
Ananem diyor ki bu test çok yetersizmiş.. bizim sosyal IQ'muzu filan ölçüp vermelilermiş bunu, ona göre de soru sormalılarmış.. Hem sabah televizyonda çıkan uzmanlar bu yaşlarda bu kadar stresin iyi olmadğını söylüyorlarmış, ülser filan olmayaymışım maazallah!
Kültürlü kadındır benim ananem! 67 yaşında olduğuna bakmayın, benim kitaplığımdaki kitapları yalayıp yutar hâlâ, siyasiymiş, aşk romanıymış, felsefeymiş, hepsini okuyor. Hatta gelip 'Pikipedi'den bak bakayım bu ne demek?' bile diyor.. Kızılşın ordinaryusum benim :))
İlk başta 'Evimin kadını, çoççuklarımın anası olayım daha da bir şey istemem!' yazıp rehberlikçiyi delirmek istesem de vazgeçtim :)) Başladım üfürmeye. Anneannem de yanımda, çeşitli yerlerde müdahele edince ilginç bir diyalog çıktı ortaya :))
Soru: Bu yıl gerçekleştirmeyi düşündüğünüz akademik başarılar nelerdir?
Cevap: Birkaç Akademi Ödülü almayı planlıyorum, 'En İyi Yönetmen' ve 'En İyi Film' dallarında iddialıyım. Ayrıca Nobel Edebiyat Ödülü için dişli bir roman üzerinde çalışıyorum. Politikaya atılmayı düşünüyorum, bir de 'Boşluk İlmi ve Boş İşler' üzerine doktoramı tamamlayıp ordinaryus olma yolunda ilerlemeyi planlıyorum. Vaktim olursa da SBS'ye girip protesto amaçlı birkaç eylem yapacağım.
Geveze: Nasıl oldu bu? İyi di mi, benim hoşuma gitti.
Anane: Kız bak bi de şeyi yaz şeyi, var ya hani Marşiyla'nın orda bi yerde bi film şeysi vardı, yaz onu yaz!
**İnceleme: Yaşlanmış olabilirim ama kültürümden bir şey kaybetmedim! Değil Cannes'ı, tatil cenneti Marsilya'yı bile biliyor, hatta aksanlı okuyorum!
Soru: Lisede hangi alanı seçmeyi düşünüyorsunuz?
Cevap: Ben bir akıma tabi olmam, kendi akımımı yaratırım.. Eşit Dil gibi birşeyler planlıyorum: Türkçe, İngilizce, İspanyolca, Rusça, Fransızca, Fizik, Geometri, Cebir.
Anane: Kız ne yaratması, imza atarım filan de; ayıp ayıp..
**İnceleme: Ne olursan ol, yine ge.. Yani dini bütün, laik bir vatan evladı ol, alçak gönüllülükte toprak gibi ol!
Soru: Üniversitede nereyi düşünüyorsunuz?
Cevap: Harvard filan çok avam, Yale fena olmaz diyorum.. -bu sırada popomun rakımı 3 ile 5 kilometre arasında yer yer değişmekte-
Anane: Aaa, Yeğil Eğil filan olmaz! Ben torunumu eğildirtmem! Teee Amerika'ya uçak parası mı vereceğiz? Otobüsle gelip gidersin, yılda bir defa filan.. Olmaz Yeğil Meğil! Git Marmara Lise Enistitüsü'ne, yakın hem orası! Harfırt'a da laf atma, bak Yamaha'ya, Harfırt'ta hukuk okumuş, Noel Barış Ödülü aldı... Cık cık cık...
**İnceleme: Ekonomik ol kız, başımıza sosyetik mi olcan? Kamil Koç tiz başlaya Amerika seferlerine! Hem komşunun torunu da Marmara İnglizce İşletme'ye gitti, benim torunum aşağı kalmaz! Obama'yı da bilirim, okuduğu okulu da, hatta Yamaha bile derim ona!
Soru: Üniversitede hangi bölüm düşünüyorsunuz?
Cevap: Uluslararası Sinema İlişkileri.. Diplo-yönetmen olacağım!
Anane: Savaş mavaş çıkarmayasın kız, iyisi mi sen Basın Yazım Edebiyat oku...
**İnceleme: Edebiyatın iyi, bırak ulusların arasını, yazar ol sen!
Ananem diyor ki bu test çok yetersizmiş.. bizim sosyal IQ'muzu filan ölçüp vermelilermiş bunu, ona göre de soru sormalılarmış.. Hem sabah televizyonda çıkan uzmanlar bu yaşlarda bu kadar stresin iyi olmadğını söylüyorlarmış, ülser filan olmayaymışım maazallah!
Kültürlü kadındır benim ananem! 67 yaşında olduğuna bakmayın, benim kitaplığımdaki kitapları yalayıp yutar hâlâ, siyasiymiş, aşk romanıymış, felsefeymiş, hepsini okuyor. Hatta gelip 'Pikipedi'den bak bakayım bu ne demek?' bile diyor.. Kızılşın ordinaryusum benim :))
Dizmınd Tatu | Ama Buradan Öyle Görünüyor!

Annem lisede ve ortaokulda Almanca gördüğü için İngilizce ile olan tanışması üniversiteye kadar sarkmış. Tabii tıp fakültesinde de oturup tense görmemiş. Tıbbi İngilizce ile paçayı kurtarmış.
Bu aralar da onuşma diline merak sardı, öğrenecek!
Oturuyoruz çalışma masasına, saçımı başımı yola yola İngilizce öğrtiyorum anama... Aşağıdaki metin üzerinden bir diyalog geçti ki, ne siz sorn ne de ben söyleyeyim... Yanağım ağrıyor hâlâ!
¨When the missionaires came to Africa, they had the Bible and we had the land. They said 'Let us pray!' and we closed our eyes. When we opened them, we had the Bible and they had the
Bu aralar da onuşma diline merak sardı, öğrenecek!
Oturuyoruz çalışma masasına, saçımı başımı yola yola İngilizce öğrtiyorum anama... Aşağıdaki metin üzerinden bir diyalog geçti ki, ne siz sorn ne de ben söyleyeyim... Yanağım ağrıyor hâlâ!
¨When the missionaires came to Africa, they had the Bible and we had the land. They said 'Let us pray!' and we closed our eyes. When we opened them, we had the Bible and they had the
land.
-Desmond Tutu
-Desmond Tutu
Anne: Ven di mişınırs kam tı Afrika
Geveze: Mişşınırs keym to Afrika
Anne: Hıhı, misşınırs kame to Efrika
Geveze: Efrika diye bir yer de mi varmış?
Anne: Olma mı, seni Efrika'nın çayırlarından getirdik iz, ehiehi.. Nerde kalmıştık? Hıh, çeviriyorum: Eğer misyonerler Afrika'ya geldiğinde...
Geveze: When orada zaman zarfı olarak kullanılmış, 'eğer' deseydi 'if' olurdu...
Anne: Ben de öyle dedim zaten! Eee.. Dey hed dı Bibıl en vi hed dı lend.. Şimdi 'land' neydi? Hani Lande Rover'ın 'land'i mi?
Geveze: Kısmen...
Anne: Zaten ben de öyle dedim ya.. Hım.. Diyo ki, misyonerlerin biblosu vardı, bizim de Land Rover'ımız.. Ay, işte arazi aracımız..
Geveze: Ciddi olamazsın di mi..
Anne: Tamam ya, Land Rover'ları değil, araziler varmış..
Geveze: Biblolara noolmuş?
Anne: Geveze evde top oynarken kırmış.. Ne bileyim noolmuş? Bi okuyayım... Hııı, biblolar topraktanmış!
Geveze: Allah'ım sana geliyorum! Bak şimdi, The Bible, Holly Bible oluyor tamam mı?
Anne: Holly Bible neydi?
Geveze: İncil.
Anne: Aaa... Afrikalıların İncil'i, misyonerlerin de toprağı varmış.. Tamam anladım..
Geveze: Hayır, tam tersi...
Anne: Afrikalıların biblosu, misyonerlerin toprağı varmış..
Geveze: asdfşkl... Almanca düşünme anne, 'we had the land'. Afrikalıların toprağı, 'they had the Bible' misyonerlerin İncil'i.. Toparlarsak...
Anne: Misyonerler Afrika'ya geldiğinde bizim toprağımız, onların da İncil'i vardı...
Geveze: Süpersin!
Anne: Ehm, tabii... Seni ben doğurdum, unutma.. Hıh, nerdeydik..
Geveze: Sonra da diyorlar bu çocuk neden bu kadar narsist..
Anne: Anneye narsist denmez! Anneye narsist den-mez!
Geveze: Tamam, denmez.
Anne: Aferim kuzuma.. hıh, tamam.. Dey seyd..
Geveze: Sed dersen daha şık olur.
Anne: Tamam, dey seeed, lets us prey...
Geveze: Oradaki 'Let us' aslında 'Let's'in orijinali, o yüzden lets us demene gerek yok..
Anne: Tamam, piki. Demişler ki prey yapalım..
Geveze: Prey yapalım değil, dua edelim anne, dua edelim!
Anne: Tamam, Allah'ım beni bu Geveze'nin elinden kurtar!
Geveze: Anne yaaaa... Dalga mı geçiyorsun adam mı seçiyorsun yaaa! 'Pray' dua etmek demek..
Anne: Hıı, tamam.. Misyonerler demişler ki dua edelim! en vi kılosd aur ays. Ama siz de misyonerlerin yanında niye gözlerinizi kapıyorsunuz ki!
(Geveze kopar)
Anne: Ven vi opınd dem... Neyi açmışlar? Misyonerleri mi?
Geveze: Gözlerini...
Anne: Hı, evet... Ven vi opınd dem, vi hed dı bibıl en dey hed dı lend. Gözlerini açınca topraktan biloları olmuş... Yok, bibloları toprak olmuş...
Geveze: Ama anne yaa... Ama yaaa... Bana da yazık di mi ama... Bak, cümleleri tek tek oku... 'We had the Bible'. Bible. İncil! Bizim incilimiz, onların da toprağı vardı...
Anne: Anladım.. Bi daha çeviriim mi? Bak, diyo ki 'Misyonerler Afrika'ya geldiğinde bizim toprakalrımız, onların İncil'leri vardı. Hadi dua edelim, dediler. Gözlerimizi kapadık. Açtığımızda bizim İncil'lerimiz, onların da toprakları vardı.' Dizmınd Tatu.
Geveze: Dizmınd Tatu değil, Tutu.
Anne: Tutu da neymiş öyle, balerin elbisesi değil miydi o?
Geveze: Yaa, evet.. Adamın adı 'Dizmınd Balerinelbisesi'. 'u'yu da nasıl 'a' diye okuduysan artık..
Anne: Yazın o kadar kötü ki Dizmınd Tutu buradan bakınca Dizmınd Balerinelbisesi oluyor!
Görür ama o... Bir dahaki Almanca dersimizde nasıl aptala yatılırmış öğrenecek, niiihahaha!
Anneanne İşkenceleri

Her çarşamba insan trafiğine açık ve engelli parkurda yapılan pazar kod adlı alış veriş çılgınlığı bu gün de kapımızın önüne kondu. E ananem boş durur mu, hemen spor ayakkabılarını geçirdi ayağına -cidden, Reebokları var- ve benim evde olmamdan istifade ederek koluma yapıştı. Avuç içi kadar pazarı bir saat boyunca dolaştık.
Olayın anlamadığım yanı şu: Birbirine tıpatıp benzeyen domatesleri, patlıcanları ve fasulyeleri nasıl kıyaslıyoruz? İyi olup olmadıklarına karar vermek için bütün pazarı gezmeye mi ihtiyacımız var? Sonuçta alacağımız şey domates! Bir kilo domates! Ne gerek var ki bu kadar incelemeye?
Yok eğer en muhteşemini arıyorsak ben bu işte yokum. Çünkü aralarında devasa farklar olan o iki fasulyenin renk tonları da, çap ve ebatları da benim gözümde aynı... Hatta çok şaşıracaksın ananecim ama genetik yapıları da aynı!
Ayrıca, eğer tipini beğenmediysen o patlıcanların, ne diye fiyatını öğrenmek için 7,5 aylık yağlı teyzelerin arasına sıkışma çabası veriyorsun?
Tek bir iyi yanı varsa bu pazar işkencesinin; ananemin kereviz almasına mani oldum.
Ekonomik Anneanne
Anneannem birkaç gündür ekonomi sayfası okuyor!
Kriz teğet mi geçmiş, var mıymış, yok muymuş onu öğrenmek istiyormuş!
Üstüne üstlük ikide bir bana 'IMF, İMKB vs. ne?' diye soruyor... Euro'yu avro diye okumaya başladı, ekonomi haberleri dinlediğinden şüpheliyim...
Yatırım mı yapacak acaba? Bana Ferrari+Schumaer alabilir.
Bankada çalışmaya mı başlayacak ki?
Belki Microsoft'u satın alır da Windows'un benim adıma sürümünü yaparlar, Mic. Win. XP Geveze. Ya da MacGeveze gibi teknolociks de olur...
Okyanusa mı açılır ki yatla? Teybiii, biliyor benim yat tutkumu! Bensiz giderse yüzerek takip ederim!
Krizi fırsata çevirip yırtma planları mı yapıyor dersiniz?
Belki de birşeyler satacaktır... Eşarpları? İğne koleksiyonu? BEN?!!
Yoksa, yoksa, yoksa... Bizden gizli bir serveti mi var?
Entrika kokusu alıyorum!
Not: Kadınceğizin bu masum hareketinden kırk fesat çıkardım ya, helal bana...
Kriz teğet mi geçmiş, var mıymış, yok muymuş onu öğrenmek istiyormuş!
Üstüne üstlük ikide bir bana 'IMF, İMKB vs. ne?' diye soruyor... Euro'yu avro diye okumaya başladı, ekonomi haberleri dinlediğinden şüpheliyim...
Yatırım mı yapacak acaba? Bana Ferrari+Schumaer alabilir.
Bankada çalışmaya mı başlayacak ki?
Belki Microsoft'u satın alır da Windows'un benim adıma sürümünü yaparlar, Mic. Win. XP Geveze. Ya da MacGeveze gibi teknolociks de olur...
Okyanusa mı açılır ki yatla? Teybiii, biliyor benim yat tutkumu! Bensiz giderse yüzerek takip ederim!
Krizi fırsata çevirip yırtma planları mı yapıyor dersiniz?
Belki de birşeyler satacaktır... Eşarpları? İğne koleksiyonu? BEN?!!
Yoksa, yoksa, yoksa... Bizden gizli bir serveti mi var?
Entrika kokusu alıyorum!
Not: Kadınceğizin bu masum hareketinden kırk fesat çıkardım ya, helal bana...
Yiğitliğimden
Tek başıma takılma sürem maksimum bir ay, sonra illa kendime kanka yapıyorum en virüsümsülerden... Grip mi ararsın, nezle mi, su çiçeği, kabakulak mı yoksa? Neredeyse hepsi var! Bun gün kendime Soğukalgınlığıoğulları-Gripgiller'den burun akıntısı ve virüsüa gripia'yı seçmiş bulunmaktayım. Ha bire burnumu siliyorum, eskidi zavallıcık.
Benim bu içler acısı halimi gören kankam, ikoncan'ın tombişi, kızılşınım neşeleneyim diye eskilerden bir hikâye anlattı:
Delikanlının birinin burnu akıp dururmuş. Bir gün muzip bir arkadaşıyla otururken demiş,
"Benim burnum niye bu kadar akıyor ki?"
Arkadaşı da,
"Yiğitliğindendir," deyince delikanlı kubarmış.(kubarmak:gururlanmak) Demiş ki,
"Gel yavuklumun evine gidelim, bunu orada da söyle!"
Arkadaşı da hemen kabul etmiş. Gitmişler yavuklunun evine, çay, hoş beş derken delikanlı sormuş arkadaşına hitaben, gubara gubara:
"Benim de burnum pek akar, niye ki?" Sen misin artistlik peşinde koşan, arakadaşından yersin lafı:
"Neden olacak, pisliğinden!"
Bana ne demeye çalıştı kızılşın hatunumuz bilemiyorum ama ciddi ciddi burnum akıyor ve ben de 'Yiğitiliğimden!' diyorum...
Benim bu içler acısı halimi gören kankam, ikoncan'ın tombişi, kızılşınım neşeleneyim diye eskilerden bir hikâye anlattı:
Delikanlının birinin burnu akıp dururmuş. Bir gün muzip bir arkadaşıyla otururken demiş,
"Benim burnum niye bu kadar akıyor ki?"
Arkadaşı da,
"Yiğitliğindendir," deyince delikanlı kubarmış.(kubarmak:gururlanmak) Demiş ki,
"Gel yavuklumun evine gidelim, bunu orada da söyle!"
Arkadaşı da hemen kabul etmiş. Gitmişler yavuklunun evine, çay, hoş beş derken delikanlı sormuş arkadaşına hitaben, gubara gubara:
"Benim de burnum pek akar, niye ki?" Sen misin artistlik peşinde koşan, arakadaşından yersin lafı:
"Neden olacak, pisliğinden!"
Bana ne demeye çalıştı kızılşın hatunumuz bilemiyorum ama ciddi ciddi burnum akıyor ve ben de 'Yiğitiliğimden!' diyorum...
Bozuk Rüya
Ya son zamanlarda rüyalar bile bir acayip, bozuldular resmen! Cins cins şeyler görüp duruyorum!
Bir defasında (çok gerçekçiydi ama!) kendimi tahtına kurulmuş sultan olarak görmüştüm, yelpazeler sallanır, yakışıklının biri meyve tabağımı tutar, balerin gibi bir kız plazma TV'mi sırtında taşır falan... Gördüm böyle rüyalar!
Ama son bomba çok acayip! Öyle ki, Yamaha'mız bile dahil... (Yamaha kim diyenlere not: Obama'nın anneanne versiyonudur, aslında aynı kişilerdir ama aksan farkından Yamaha denmektedir... Arz ederim) Az önce gördüm bu rüyayı, sıcağı sıcağına yazıyorum...
Odamı topladııım, laptop'ımı ve bilimum zerzevatımı annemin yatağının üstüne yığdım, güya misafirler benim odamı talan ederken ders çalışacağım! (Yanarım yanarım, odamı bir avuç çocuk için silip süpürdüğüme yanarım!) Ama çalışamıyor, sızıp kalıyorum. Sen misin sızan! Dangalak bir rüya gelip beni buluyor, nerem açıkta kaldıysa artık :))
Rüyamda,, Obama bizim eve anneannemin kabaklı böreklerinden yemeye gelmiş, beni görmüş, potansiyelimi hissedip stajyer olarak işe almış. Görev basit: Obama'nın ayakkabılarını sonsuza dek temiz tutmak... Alıyorum elime cam-sil (ne alakaysa) ve toz bezini, Obama nereye ben oraya, durup durupn ayakkabısını siliyorum, parlatıyorum. Bir de memnun olmuyor, 'Palavuz palavuz silme!' diyor... (Efendim, palavuz, anneannemin dilinde 'beceriksiz, dağınık, eline hiçbir iş yakışmayan kişi' demektir) Daha da beteri, toplantının ortasında kendimi yerlere atıp adamın Converse'e dönüşen siyah ruganlarını silme çabam... Tam bu sahnede uyandım ama, sağlam korktum ya... Zaten zifiri siyah adam, parıldak rugana yansıyınca çok korkunç oluyor.
Bundan çıkarılacak ders: oda toplayıp, patates salatası yiyip uyuma! Mümkünse bir daha oda toplama işine kendini bu kadar verme!
Allah'ım ya, hâlâ zangırdıyorum, off, ben bu kadar saçma rüyalar görmek zorunda mıyım yaaa? Meraktayım, bozulan ben miyim, rüyalarım mı?
Bir defasında (çok gerçekçiydi ama!) kendimi tahtına kurulmuş sultan olarak görmüştüm, yelpazeler sallanır, yakışıklının biri meyve tabağımı tutar, balerin gibi bir kız plazma TV'mi sırtında taşır falan... Gördüm böyle rüyalar!
Ama son bomba çok acayip! Öyle ki, Yamaha'mız bile dahil... (Yamaha kim diyenlere not: Obama'nın anneanne versiyonudur, aslında aynı kişilerdir ama aksan farkından Yamaha denmektedir... Arz ederim) Az önce gördüm bu rüyayı, sıcağı sıcağına yazıyorum...
Odamı topladııım, laptop'ımı ve bilimum zerzevatımı annemin yatağının üstüne yığdım, güya misafirler benim odamı talan ederken ders çalışacağım! (Yanarım yanarım, odamı bir avuç çocuk için silip süpürdüğüme yanarım!) Ama çalışamıyor, sızıp kalıyorum. Sen misin sızan! Dangalak bir rüya gelip beni buluyor, nerem açıkta kaldıysa artık :))
Rüyamda,, Obama bizim eve anneannemin kabaklı böreklerinden yemeye gelmiş, beni görmüş, potansiyelimi hissedip stajyer olarak işe almış. Görev basit: Obama'nın ayakkabılarını sonsuza dek temiz tutmak... Alıyorum elime cam-sil (ne alakaysa) ve toz bezini, Obama nereye ben oraya, durup durupn ayakkabısını siliyorum, parlatıyorum. Bir de memnun olmuyor, 'Palavuz palavuz silme!' diyor... (Efendim, palavuz, anneannemin dilinde 'beceriksiz, dağınık, eline hiçbir iş yakışmayan kişi' demektir) Daha da beteri, toplantının ortasında kendimi yerlere atıp adamın Converse'e dönüşen siyah ruganlarını silme çabam... Tam bu sahnede uyandım ama, sağlam korktum ya... Zaten zifiri siyah adam, parıldak rugana yansıyınca çok korkunç oluyor.
Bundan çıkarılacak ders: oda toplayıp, patates salatası yiyip uyuma! Mümkünse bir daha oda toplama işine kendini bu kadar verme!
Allah'ım ya, hâlâ zangırdıyorum, off, ben bu kadar saçma rüyalar görmek zorunda mıyım yaaa? Meraktayım, bozulan ben miyim, rüyalarım mı?
Sayın Bahar
Baharcım, güzelim, iyisin, hoşsun da...
Gelince tek başına gelsen, temizlik filan olmadan? Uymaz mı sana?
Bak, senin temizlik işi yüzünden kendimi bir file pedikür yaparken kaza geçirmiş gibi hissediyorum. Hem şu temizlik olayı da çok sıkıcı! Biraz eğlenceli hale getirmeye çalışınca da anneannem kızıyor("kovayla oynama Geveze!", "sakın o ahşap temizleyicisini dökme, akrobatlığın sırası değil!", "sırf rengi güzel oluyor diye o kadar deterjan dökülmez!", "zıplama orada!"). Püfff...
Şekerim, seneye yalnız gel olur mu, free, kapiş? Bizim eve damsız girebilirsin, bu tarz zorlayıcı/bağlayıcı kurallarımız yok. Ama illa birisiyle gelmek istiyorsan bir temizlikçiyle gel... Anneanneme benden daha çok yardımı dokunur, inan!
Gelince tek başına gelsen, temizlik filan olmadan? Uymaz mı sana?
Bak, senin temizlik işi yüzünden kendimi bir file pedikür yaparken kaza geçirmiş gibi hissediyorum. Hem şu temizlik olayı da çok sıkıcı! Biraz eğlenceli hale getirmeye çalışınca da anneannem kızıyor("kovayla oynama Geveze!", "sakın o ahşap temizleyicisini dökme, akrobatlığın sırası değil!", "sırf rengi güzel oluyor diye o kadar deterjan dökülmez!", "zıplama orada!"). Püfff...
Şekerim, seneye yalnız gel olur mu, free, kapiş? Bizim eve damsız girebilirsin, bu tarz zorlayıcı/bağlayıcı kurallarımız yok. Ama illa birisiyle gelmek istiyorsan bir temizlikçiyle gel... Anneanneme benden daha çok yardımı dokunur, inan!
Süper Anneanne
Yok artık... Anneannem artık benim şaşırma sınırlarımı zorluyor...
Gazete okurken 'Bunu mürakkeple mi lazerli şeyle mi basmışlardır?' dedi... İnanamıyorum, kadın lazerjeti'i biliyor ya! Yok yok, köy köşelerinde harcanmış valla.
Zaten kendi de söylüyor bunu... Eğer okusaymış Yamaha bile olurmuş... Yamaha kim demeyin sakın, ben dedim ve cevabımı aldım! Amerika başbakanı, kara çocuk! Obama değil ama, Yamaha! Yanlış telaffuz ediyoruz biz, o doğrusunu söylüyor aslında :))
Zamanında Kızılçullu Yüksekokulu'na gitseymiş öğretmen olacakmış. Ama ailesi izin vermemiş. Sonra altı aylık ebelik kursu açılmış, ona da gidememiş, çok kapris yapmış :)) Bence ikisi de iyi olmuş, çünkü anneannemin öğretmen olduğu bir okuldan mezun olan çocukcağızlar ya Monk gibi obsesif ya da içedönük, Willy Wonka gibi nevrotik, ya da ezik büzük, uslulukla saflık arasındaki çizgiyi hiçe saymış veletler olurlardı. Zira anneannem 14 yıldır benim, nice nice yıldır annem ve dayımın kişisel temizliğini sağlamayı görev bilmiş, zorla tırnaklarımızı kestirmiş, (tırnakların ucundaki beyazlığa alerjisi var, o bölümü yok etmeye çalışıyor... Gömgök dırnaklar temiz olmazmış... Küçüklüğümde anneme kestirirdim tırnaklarımı hep... Çünkü anneannem kesince bir daha uzamayacaklarından korkardım :))) saçlarımıza kafayı takmış, dişlerimizi fırçalatmıştır. Neyse ki sorunlu birey sayısı üç, bir okul dolusu değil.
Eğer ebe olsaydı durum daha vahimdi. Düşünün bir, sabahın köründe sağlık ocağına gelip her yeri silen, temizleyen paklayan, dolabını sallama çaylarla, temizlik zerzevatı ve şiş, yün ile dolduran, doğurttuğu çocuklara 'Ağlama!' diye pat diye geçiren bir ebenin topluma olan katkısını... Bir defa doğar doğmaz bu alem kadını gören çocukların hali nice olurdu? Şahsen ben bu deneyimi yaşamış tek insanoğluyum,(tavukların, ineklerin doğumunu gözlemişliği vardır anneannemin :))) içsel çelişkim ortada :))
Ayrıca benim saçlarımla aralarında ciddi bir husumet var... Daha önce söylediğim gibi, saçlarım haddinden fazla gür, normal bir insanın 3-5 katı filan olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Dr. Octopus'un kolları gibi, kıvır-mania. Haliyle yaklaşık yarım saatte yıkanıyor, yaklaşık 20 dakikada güç bela taranıyor (kaç tane Avon advance technique paralandı bu yolda...) ve saatler sonra ancak kuruyor. Bu sebeple bir tezi var, kestirirsem rahat edermişim, bukleleri (kolları) hafiflermiş, ara makasıyla aldırmalıymışım. (evet, ara makasından da haberdarız) Defalarca anlattım kendisine, ara makası bu kadar kıvırcık saçlar için değil diye... Papaz gibi oluyorlar sonra. Ve ne kadar kısalırsa bukleler (kollar) o kadar kıvrılmaya meyilli oluyor, taranması güçleşiyor. Kendileri ben küçücüüükken bir dondurmayla kandırıp kıııpkısa kestirmişlerdir, uzayana kadar annemle benim imanım gevremiştir. Kendisi saçlarıma elini sürmemiştir, o tarayınca canım yanıyormuş da...
Ayrıca ben, ona verilmiş tatlı belaymışım... Beni seviyormuş ama huylarımı hiç hazzetmiyormuş... Mahallede görüp de kınadığı serseri çocuklardanmışım, derli toplu olmayı bilmiyormuşum, her yeri dağıtıyormuşum, sessiz sakin duramıyormuşum, çen çen konuşuyormuşum, usul adab bilmiyormuşum, işime gelince kibar olmayı pek biliyormuşum, ayıya dayı demeyi hiiç bilmiyormuşum, her doğruyu her zaman pat diye söyleyip başıma çorap örüyormuşum, bu kadar umursamaz olursam evde kalırmışım, (daha 14 yaşındayım, kadın neleri düşünüyor... püffff....) resim yapmaya ayırdığım vakti derslerime ayırsaymışım alim olurmuşum, kamerayla bakmaya ayırdığım vakti resme ayırsaymışım da Picasso olurmuşum... (Picasso, evet, biliyor... Kübizm akımının öncüsü... Ama kübizm ne, onu bilmiyor işte...) Anneme hiç yardım etmiyormuşum, hep sağa sola laf atıyormuşum...
Bir de köy maceralarımız var ki sormayın gitsin... Kendisi Foça'nın Kocamehmetler köyünde doğmuş ama annesi Aliağa, Samurlu'danmış... Kocamehmetler köyünün dağılmasına karşın(bunun da bir öyküsü var, bir ara yazarım) Samurlu hâlâ ayakta. Her yaz ite kaka gidiyoruz oraya, isimlerini bile bilmediğim yakın akrabalarımızın pörsümüş ellerini öpüyorum, (bir akrabanın kim olduğunu sorduğumda aynen şöyle demişti: 'Aaa! Nasıl tanımazsın, can akrabamız, has akrabamız o! Hani dedenin (anneannemin babasına da dede diyorum) amcaoğlu vardı ya, onun kızının kızının oğlu var ya, X dayı, onun eniştesi işte...) 'Evlatlar nasıl, tayfa nasıl?' muhabbetlerine katlanıyorum, sakızımı balon yapmıyorum, kulağıma o kulak içi şeysini takmıyorum... (kulak içi kulaklık demek istiyor) Bunu saatlerce her akrabanın evinde tekrarlıyorum... Küçükken bu akraba ziyaretleri esnasında pek çok skandala neden olmuşumdur... Keçileri olan bir akrabanın evine girmemiş('Tekboynuzlu atları mutasyon geçirmiiiş!!!'), koyun yoğurdu ikram eden bir akrabaya 'Bu yoğurt sizin gibi kokuyor!' demiş, 50nin üstündeki bir akrabaya 'Aaa! Sizin bilgisayarınız yok mu?' demişimdir ve daha nice nice nice... Tabii her seferinde tonlarca azar işitmişimdir, kahkahalar eşliğinde...
Bir de anneannemin pek sevmediği, dürüst olalım, kıl olduğu bir komşu beni zorla öpmeye çalışınca karnına sağ kroşemi şaaak diye oturmuştum da... Eve dönerken bana en sevdiğim dondurmadan almıştı :))
Her beyaz oje sürdüğümde ellerime bakıp 'yoğurtlu patlıcan'a benzediğimi söylese de seviyorum keratayı bea...
Basketbol maçlarımdan birinde de amigoluk yapmıştı, ne kadar eğlendik anlatamam! Bana bissürü masal anlatırdı, uyumam veya yemek yemem şartıyla. Bu iki konuda da problemleri olan bir sümüklüydüm de :))
Saflığından ya da temiz kalpliliğinden herkesin işine koşar, onun bir işi olunca kabak gibi kalakalır... Ama onun deyimiyle 'Hıyarım diyene bir avuç tuzla koşmaktan' da geri kalmaz...
Bana düşük not veren öğretmene kaç defa beraber sövdük, sayamam valla... Gerçi o genelde epeyce sansüre uğratarak söver ama... :))
Elinden her iş gelir, bağrış çığrış da olsa bissüssü ödev yaptık beraber :)) Çok iyi hamur oynar, bez bebek diker, lego, mikado, monopoly, tavla, pişti, milyoner, scrabble uzmanlık alanlarındandır. Huysuz da olsa başıma gelen en tatlı insandır kendileri, aynı zamanda kankardeşimdir... İyi ki vardır...
Gazete okurken 'Bunu mürakkeple mi lazerli şeyle mi basmışlardır?' dedi... İnanamıyorum, kadın lazerjeti'i biliyor ya! Yok yok, köy köşelerinde harcanmış valla.
Zaten kendi de söylüyor bunu... Eğer okusaymış Yamaha bile olurmuş... Yamaha kim demeyin sakın, ben dedim ve cevabımı aldım! Amerika başbakanı, kara çocuk! Obama değil ama, Yamaha! Yanlış telaffuz ediyoruz biz, o doğrusunu söylüyor aslında :))
Zamanında Kızılçullu Yüksekokulu'na gitseymiş öğretmen olacakmış. Ama ailesi izin vermemiş. Sonra altı aylık ebelik kursu açılmış, ona da gidememiş, çok kapris yapmış :)) Bence ikisi de iyi olmuş, çünkü anneannemin öğretmen olduğu bir okuldan mezun olan çocukcağızlar ya Monk gibi obsesif ya da içedönük, Willy Wonka gibi nevrotik, ya da ezik büzük, uslulukla saflık arasındaki çizgiyi hiçe saymış veletler olurlardı. Zira anneannem 14 yıldır benim, nice nice yıldır annem ve dayımın kişisel temizliğini sağlamayı görev bilmiş, zorla tırnaklarımızı kestirmiş, (tırnakların ucundaki beyazlığa alerjisi var, o bölümü yok etmeye çalışıyor... Gömgök dırnaklar temiz olmazmış... Küçüklüğümde anneme kestirirdim tırnaklarımı hep... Çünkü anneannem kesince bir daha uzamayacaklarından korkardım :))) saçlarımıza kafayı takmış, dişlerimizi fırçalatmıştır. Neyse ki sorunlu birey sayısı üç, bir okul dolusu değil.
Eğer ebe olsaydı durum daha vahimdi. Düşünün bir, sabahın köründe sağlık ocağına gelip her yeri silen, temizleyen paklayan, dolabını sallama çaylarla, temizlik zerzevatı ve şiş, yün ile dolduran, doğurttuğu çocuklara 'Ağlama!' diye pat diye geçiren bir ebenin topluma olan katkısını... Bir defa doğar doğmaz bu alem kadını gören çocukların hali nice olurdu? Şahsen ben bu deneyimi yaşamış tek insanoğluyum,(tavukların, ineklerin doğumunu gözlemişliği vardır anneannemin :))) içsel çelişkim ortada :))
Ayrıca benim saçlarımla aralarında ciddi bir husumet var... Daha önce söylediğim gibi, saçlarım haddinden fazla gür, normal bir insanın 3-5 katı filan olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Dr. Octopus'un kolları gibi, kıvır-mania. Haliyle yaklaşık yarım saatte yıkanıyor, yaklaşık 20 dakikada güç bela taranıyor (kaç tane Avon advance technique paralandı bu yolda...) ve saatler sonra ancak kuruyor. Bu sebeple bir tezi var, kestirirsem rahat edermişim, bukleleri (kolları) hafiflermiş, ara makasıyla aldırmalıymışım. (evet, ara makasından da haberdarız) Defalarca anlattım kendisine, ara makası bu kadar kıvırcık saçlar için değil diye... Papaz gibi oluyorlar sonra. Ve ne kadar kısalırsa bukleler (kollar) o kadar kıvrılmaya meyilli oluyor, taranması güçleşiyor. Kendileri ben küçücüüükken bir dondurmayla kandırıp kıııpkısa kestirmişlerdir, uzayana kadar annemle benim imanım gevremiştir. Kendisi saçlarıma elini sürmemiştir, o tarayınca canım yanıyormuş da...
Ayrıca ben, ona verilmiş tatlı belaymışım... Beni seviyormuş ama huylarımı hiç hazzetmiyormuş... Mahallede görüp de kınadığı serseri çocuklardanmışım, derli toplu olmayı bilmiyormuşum, her yeri dağıtıyormuşum, sessiz sakin duramıyormuşum, çen çen konuşuyormuşum, usul adab bilmiyormuşum, işime gelince kibar olmayı pek biliyormuşum, ayıya dayı demeyi hiiç bilmiyormuşum, her doğruyu her zaman pat diye söyleyip başıma çorap örüyormuşum, bu kadar umursamaz olursam evde kalırmışım, (daha 14 yaşındayım, kadın neleri düşünüyor... püffff....) resim yapmaya ayırdığım vakti derslerime ayırsaymışım alim olurmuşum, kamerayla bakmaya ayırdığım vakti resme ayırsaymışım da Picasso olurmuşum... (Picasso, evet, biliyor... Kübizm akımının öncüsü... Ama kübizm ne, onu bilmiyor işte...) Anneme hiç yardım etmiyormuşum, hep sağa sola laf atıyormuşum...
Bir de köy maceralarımız var ki sormayın gitsin... Kendisi Foça'nın Kocamehmetler köyünde doğmuş ama annesi Aliağa, Samurlu'danmış... Kocamehmetler köyünün dağılmasına karşın(bunun da bir öyküsü var, bir ara yazarım) Samurlu hâlâ ayakta. Her yaz ite kaka gidiyoruz oraya, isimlerini bile bilmediğim yakın akrabalarımızın pörsümüş ellerini öpüyorum, (bir akrabanın kim olduğunu sorduğumda aynen şöyle demişti: 'Aaa! Nasıl tanımazsın, can akrabamız, has akrabamız o! Hani dedenin (anneannemin babasına da dede diyorum) amcaoğlu vardı ya, onun kızının kızının oğlu var ya, X dayı, onun eniştesi işte...) 'Evlatlar nasıl, tayfa nasıl?' muhabbetlerine katlanıyorum, sakızımı balon yapmıyorum, kulağıma o kulak içi şeysini takmıyorum... (kulak içi kulaklık demek istiyor) Bunu saatlerce her akrabanın evinde tekrarlıyorum... Küçükken bu akraba ziyaretleri esnasında pek çok skandala neden olmuşumdur... Keçileri olan bir akrabanın evine girmemiş('Tekboynuzlu atları mutasyon geçirmiiiş!!!'), koyun yoğurdu ikram eden bir akrabaya 'Bu yoğurt sizin gibi kokuyor!' demiş, 50nin üstündeki bir akrabaya 'Aaa! Sizin bilgisayarınız yok mu?' demişimdir ve daha nice nice nice... Tabii her seferinde tonlarca azar işitmişimdir, kahkahalar eşliğinde...
Bir de anneannemin pek sevmediği, dürüst olalım, kıl olduğu bir komşu beni zorla öpmeye çalışınca karnına sağ kroşemi şaaak diye oturmuştum da... Eve dönerken bana en sevdiğim dondurmadan almıştı :))
Her beyaz oje sürdüğümde ellerime bakıp 'yoğurtlu patlıcan'a benzediğimi söylese de seviyorum keratayı bea...
Basketbol maçlarımdan birinde de amigoluk yapmıştı, ne kadar eğlendik anlatamam! Bana bissürü masal anlatırdı, uyumam veya yemek yemem şartıyla. Bu iki konuda da problemleri olan bir sümüklüydüm de :))
Saflığından ya da temiz kalpliliğinden herkesin işine koşar, onun bir işi olunca kabak gibi kalakalır... Ama onun deyimiyle 'Hıyarım diyene bir avuç tuzla koşmaktan' da geri kalmaz...
Bana düşük not veren öğretmene kaç defa beraber sövdük, sayamam valla... Gerçi o genelde epeyce sansüre uğratarak söver ama... :))
Elinden her iş gelir, bağrış çığrış da olsa bissüssü ödev yaptık beraber :)) Çok iyi hamur oynar, bez bebek diker, lego, mikado, monopoly, tavla, pişti, milyoner, scrabble uzmanlık alanlarındandır. Huysuz da olsa başıma gelen en tatlı insandır kendileri, aynı zamanda kankardeşimdir... İyi ki vardır...
Düşün Düşün

Bu aralar 'Ne yapsam?', 'Ne yesem?', 'Ne içsem?', 'Ne olsam?' triplerindeyim. Geçen gün yine böyle düşünrken aklıma tatildeki kuzenlerimle aramda geçen diyalog geldi, 'Filozof mu olsam?' dedim.
Olayı kısaca anlatayım: Büyük kuzenimin (kısaca BK) avatarında, yandakine benzer bir şimşek ve düşünen bir insan silueti vardı. (Aynı fotoğrafı aradım ama maalesef bulamadım.) Benimle yaşıt olan kuzenim (kısaca YK) de pat diye atladı. Aramızdaki diyalog abartısız, aynen şöyle:
YK: Bu ne anlamsız bir fotoğraf böyle?
BEN: Yoo.. Bence gayet anlamlı.
BK: Bence de.
YK: (bana) Ne anladın ki şimdi bu avatardan?
BEN: Çelişki.
YK: Nasıl?
(bu arada BK bizi ilgiyle dinlemekte, msnde konuştuğu arkisi de inatla titreşim göndermektedir)
BEN: Şimsek doğadaki çelişkiyi, dış etmenleri temsil ediyor bence. Negatif kutupla pozitif kutbun birbirlerini yoklamaları. Düşünen adam da iç çelişkiyi, insani çelişkiyi temsil ediyor.
YK: Yoo, o sadece düşünüyor?!!
BEN: Her düşünce bir çelişkinin varlığından doğar.
BK: Yok artık! İki dakikada nasıl bu kadar felsefi konuştun ya!
BK ft. YK: BRAVO! Gayet saçmantıklı oldu!
Bu diyalogdan birkaç gün sonra bu filozofluğa merak sardım. Gidip anneme sordum, bu filozoflar tam olarak ne yer ne içer diye. Annemle aramıdaki diyalog da şöyle:
BEN: Anne! Ben filozof olcam! Ama bir sorunum var: Filozoflar düşünürken nasıl para kazanıyor?
A: Onlar düşünürken para kazanmıyor. En azından ikisini aynı anda yapmıyor.
BEN: Hadi beee...
A: Tabi kızım, ne yapacaksın filozof olup da... Hem atalarımız ne demiş: Düşün düşün şeydir işin!
(Kopuş...)
BEN: Anne bu söylediklerini Eflatun duysa ne der acep? Herhalde gayet felsefi bir biçimde sana kafa göz dalar.
A: Hadi ordan! Eflatunmuş! Gelsin buraya da ben onu mor yapayım!
(Ana-kız servis dışıyız! Ana-kız okuldayız gibi oldu :P)
Annem kültürsüz biri olsa neyse! Gayet entellektüel geçinen doktor eskisi, şepşeker bir kadın! (Eski ama hâlâ çalışıyor!) Bazen onun düz mantığına hayran oluyorum. Çetrefil bir olaydan bile bu düz mantığıyla hiç terlemeden sıyrılabiliyor ki, çok pis kıskanıyorum!
Anneme Not: Yok annecim, ben öyle kısanmak filan gibi cümleler kurmam, imreniyorum diyecektim!
Okuyucuya Not: Ne okuduysanız onu demek istedim. :D
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)