Saftirican

Çok saf bir insanımdır söylemesi ayıp. 'Abareeeey, ufo!' deseniz 'Hö? Nerde kii?' diye saf saf bakarım... Kaç defa bu yüzden alay konusu oldum sayamadım. Ama muittin kılıklı ben akıllanır mı? Nerdeee... Aynı şakayla üç beş defa keklenebilirim... Sadece şakaya...

Ama birisi bir defa güvenimi sarsınca... Ne dese inanmam. Kimliğini gösterse sahteliğinden şüphe edecek kadar paronaya olabilirim...

Bunu yakınlarıma söylerim, 'Ne kadar kötü olursa olsun doğruyu söylen...' diye. Pek de inandırıcı olamam, ama bilmiyorlar ki, hiçbirine bir defa olsun yalan söylemedim, 'Bu konuda hassasım!'

Serim bölümünü geçersek...
Böğrüme bastığım, 'Böbeem' dediğim bir zat-ı muhterem tarafından acı bir biçimde bıçaklanmaktayım.
Düşünün, bir savaştasınız, ittifakınız çok, çünkü zamanında siz de herkesi karşınıza almak pahasına defalarca onlarla ittifak kurdunuz. Şu anda da sizin yaptığınızı onlardan bekliyorsunuz, hiç de olmazsa yanınızda olmalarını, bir tebessümü esirgememelerini...
Savaş çetin olduğundan, her cepheye bir ittifakınız geçiyor, siz ise şarıl şarıl kanayan yaralarınıza aldırmadan sağa sola koşuşturup çabalıyorsunuz.
O da nesi! Güvendiğiniz dağlara karlar yağıyor, savaşın güçlüğünü gören herkes birer birer çekiliyor. 'Olsun,' diyorsunuz, 'En sevgili(ler) yanımda...' Kırılıyorsunuz, zamanında onlara yaptığınız yardımları hatırlayarak... Ama pişman olmuyorsunuz, olmazsınız da zaten...
Karanlığın en baskın olduğu, zafere en yakın anda en sevgili(leri)niz de sizi terk ediyor güneş doğraken... 'Dur, bekle!' diyorsunuz, arkalarına bakmadan çekip giderlerken, 'Güneş, orada!' Ama umurlarında olmuyor, çünkü yorgunlar, ruhları gün gibi gerçeğe bakamayacak kadar, verdiği sözü hatırlamayacak kadar bitkin, yalan söylediğini idrak edemeyecek kadar basiretsiz... 'Sonuna kadar tam yanınızda' olmuyorlar, 'Vefalı dost'tan çok uzaklar...
Gittikleri yer, daha dün kardeşi yerindeki ittifakını satmış, onları görüp yanlarına almak istemiş bir yer... Siz ise saftirican, vefa örneği, her dediklerine inanan, 'Ah!' deyince kahkahanızı kesip koşan, 'Haha!' deyince gözyaşlarınızı silip dudaklarını kıvıran saftirican... Düşünüyorsunuz yaptıklarınızı, verdiğiniz ödünleri, döktüğünüz kanları... Pişman mısınız? EVET! Derken biri geliyor, onların size söylediği diğer yalanları gözlerinizle buluşturuyor. Başınız dönüyor, sendeliyorsunuz... Kurtulmakta olan kale gidiyor, doğan güneş karanlığa gömülüyor... Tutunacak tek bir dalınız yok...

Yaralarınızı sardıktan sonra, eski gücünüzü ellerinizin üstünde yürüyerek bulduktan, eski siz olduktan sonra, işlerine yarar hale geldikten sonra dönseler, 'İstemeden oldu... Affet, farkında değildik... Göremedik, görmemize izin vermediler...' deseler, hâlâ pişmanlık hisseder misiniz? Eski saftirican olur musunuz ya da olabilir misiniz? Bir daha onlara sırtınızı verebilir misiniz? Yapabilir misiniz gerçekten? Eğer yapabilirseniz, eğer eski saftirican olabilirseniz, bir ara bana bu konuda ders vermenizi rica edeceğim...

4 yorum:

bsekerci dedi ki...

ayıptr sorması kim bu...???

Moonish (moonsun) dedi ki...

Ben de senin gibiyim sakaysa cok guzel aldanirim ama gercekten kirici bir seyler varsa bende kolay kolay baglanamam kimseye :( yoktur artik benim icin :( sanirim hayat bu :)

frambuazlı ruh pastasıyım dedi ki...

ikinci, üçüncü, beşinci şansi verdiğim de olmuştur ama, sanırsam artik akillandim. yaş geldi otuza e ancak aydım duruma. "bu insanlar degismiyorlaaar, azıcık kendini kollaman lazım artık" telkin ediyorum kendimi ki, gene duygusal zaafligima kurban olmayayim diye.
2 ay once bir arkadasimla bulustuk, ozlesmisiz, sarildik ettik falan ama,
ı ıh yok, körelmişim, bitirmiş içimdekileri. yine buluşalim flan dedik ama ikimiz de farkettik, zor artık :)

Geveze dedi ki...

moonish, galiba öyle... bağlanmak derin bir kavram benim için, haliyle zorlanıyorum...

tobiciğim, ben henüz akıllanamadım, çok geç olmadan akıllanmam lazım, sonra çok canı yanıyor insanın... ben de 'bu şansı hak ediyor mu' diye soruyorum hep kendime, çoğu zaman kararsız kalıyorum...