{Önemli not: Sıkıcı, ruh daraltıcı ve fazla uzun bir yazıdır. Okuduktan sonraki psikolojik sorumluluk tamamen sana aittir...}
Sosyoloji Raporu
by GeVeZe
Bundan Çıkarılacak Ders: Felsefe kahrolası bir saçmalıktır! (Özellikle kızlar arasında)
Araştırma Başlangıç Tarihi: Aralık 2008
Araştırma Bitiş Tarihi: Nisan 2009
Konu: Satış Bilimi ve Kızlar
Ön Hazırlık: Saf, sevgi böceği, sadakat olayının suyunu çıkarmış, arkadaş canlısı, konuşkan, sosyal bir kız bulunması, kendisi kadar olmasa da konuşkan, sakar bir kızla tanıştırılması.
Uygulama
Kızlar konuşur, konuşur, konuştukça kaynaşır, ortak zevkler bulurlar. Ama ufak bir sorun vardır, bundan sonra Alfa diyeceğimiz sevgi böceği, diğerinden fazla konuşmakta, farkında olmadan liderlik özelliklerini frenlemekte zorlanmakta, bundan sonra Beta diyeceğimiz diğer kızın bu kadar yüzeysel oluşuna aldırmadan onunla tıpkı romanlardaki gibi sıkı dostlar olmayı istemektedir, burnunun dikine giden özgür ruhuna rağmen. Fakat Beta yan çizmekte, herkese 90 derecelik bir açıyla bakmaktadır. Başlarda bu pek de sorunmuş gibi gözükmez. Ta ki...
Gelişme
Beta içten içe sınıfın diğer üyelerini kıskanmaya, ama bunu dışa vurmaktan çekinmeye başlar. Alfa'nın cehenneme çakılası sezgileri bunu görmezden gelemese de Alfa kararlıdır, kulakardı edilecektir! Bu teknik işe yaramaya çalışırken Beta, ezik kompleksine kapılır. Alfa ona elinden gelen yardımı yaparken (ki buna hoşlanmadığı halde dedikodu sızdırmak, diğer sınıftakilerle kaynaştırmak da dahildir) gayet sıkı fıkı görünür, düşman çatlatırlar. Bu noktada herkesin aklına 'Çok muhabbet tez ayrılıkla kardeş midir?' sorusunu ve doğal olarak beraberindeki 'Her kız satar mı?' sorusunu çalmakta olan kader boş durmaz, Kahverengimsi'yi araya sokar.
Skandal
Beta, Alfa tam da 'romanlardaki gibi' arkadaşını bulmuş, ona güvenebileceğini düşünmüş, özgürlük takıntısını bir kenara koymuşken Kahverengimsi'nin dalgasına kapılır. Tıpkı bir zamanlar Alfa'ya yaptığı gibi onula iyi arkadaş olabileceğini kanıtlar. Bu sırada Alfa'dan alacağı dedikoduyu almış, platonik aşkına giden yolda ihtiyacı olan kimseleri tanımış, eziklik kompleksini atlatmış, kendini nimet sanmaya başlamıştır. Amacı Kahverengimsi üzerinde gücünü denemek, ona neler verebileceğini görmektir, çünkü artık ezik değildir ve Alfa gibi her havalı farklı kişilerle takıl... Ama Alfa'yı bunu yaparken görmemiştir ki? Neyse, ufak detaylar bunlar!
Sonuç
Alfa gerçekten kırılır. Çünkü daha önce nice nice nice benzer olayları 'sadakat', 'güven', 'arkadaşlık' safsatalarıyla yaşamış, ruhuna demirden bir zırh geçirmiştir, neredeyse hiç kimseye Beta'ya güvendiği kadar güvenmemiştir, Beta sayesinde zırhını çıkarma raddesine gelmiştir. Ama bu olaylar sonucunda katmanlarını arttırarak zırhını kuşanmış, duvarlar örüp tabular kurmuştur. Kırgındır, üzgündür. Bir de üstüne zırhının içine yakın katmanlarda başka olaylar yaşayınca Alacakaranlık'ta bile salya sümük olmuş, ama çaktırmamak için binbir takla atmıştır. Böylece yanındakiler ne kadar beter ağladığını ve gözlerindeki kızarıklığı gidermek için neler çektiğini çakmamıştır.
Beta'ya gelince... Büyük bir yozlaşma içindedir. O muhteşem mizah anlayışı bile deforme olmuş, belli değerleri toprakla kaplamış, 'Anı yaşa!' felsefesinin ...okunu çıkartmıştır. Mutlu olduğu telkiniyle yaşasa da 'satış sormlusu' görevi aslında onu germektedir. Ama 'havalı olmanın da bir bedeli var'dır.
Ana Denek Üzerine
Alfa, şaşkoloz, maloz, angut gibi sıfatları kabullenmiş, yoluna yalnız savaşçı olarak (ne olursa olsun) devam etme kararı almıştır. Ağlamaktadır, çünkü gözüne toz kaçmıştır, her şey üstüne gelmemektedir! Artık arkadaşlık, dostluk üzerine yazılmış kitaplar okumamakta, sıkı dostlara bakıp parmağını ısırmakta, arkadaşlığın, dostluğun tanımını gördüğü yerde karalamakta, bunun üzerine olan felsefeden, hatta bütünüyle felsefeden nefret etmektedir. Çünkü bu olayı bu kadar sarsıntılı geçirmesinde ve klavyesinin ıslanıp, sarışının onu öldüresiye sinir etmesinde felsefenin payı vardır. Basit bir ilkokul arkadaşlığını nerelere taşımıştır?! Sevgililerinden sonra bile bu kadar yıkılmamıştır. Aslında o, böyle durumlarda arkadaşlarına güvendiği için yı... (Son cümleyi sil)
Bundan Çıkarılacak Ders
Felsefe kahrolası bir saçmalıktır! (Özellikle kızlar arasında)
Hiçbir kız, hiçbir arkadaşına bu kadar güvenmemelidir!
(neredeyse) Sayısal Veriler
Güvenebileceğin kişi sayısı
=arkadaş + dost + çevre / 0
= TanımsıZ
Güvenmen gereken kişi sayısı
=(arkadaş + dost + çevre).0 + sevdiceğin + sen
@ 2
İhtiyacın olan arkadaş sayısı
= s(bir günde aldığın antidepresan) .2 + yaşın/2
Sahip olduğun gerçek arkadaş sayısı
=[s(çevre) + yalan yüzden + dedikodu kapasiten + haber ağın] - (sadakat yüzden + saflığın) / doğru söyleme yüzden
= ?
Tartışma
Ne alakaysa;
*The Rasmus/Madness,
*Manga/Dünyanın Sonuna Doğmuşum,
*The Rasmus/Lost and Lonely,
*The Rasmus/Madness,
*Manga/Dünyanın Sonuna Doğmuşum,
*The Rasmus/Guility,
*The Rasmus/Immortal,
*Manga/Dünyanın Sonuna Doğmuşum,
*The Rasmus/Madness, *The Rasmus/Ghost of Love,
*The Rasmus/Madness,
*The Rasmus/Livin' a World Without You
diye değişik bir şarkı listesi tutturdum, 3.ye dinliyorum.
(Evet, iki şarkı birkaç defa var...)
Ve ne hikmetse, sakinim... Üzgün bile değilim, hatta zorlasam mutlu olabilirim. Sanırım giden gitmiştir, gittiği gün bitmiştir; biz gideni değil, giden bizi kaybetmiştir...
Ödev yapmadan önce kendi ?'mi bulmayı kafama koydum, işim bitince sonucu sizinle paylaşacağım ;))
Bi Sorun mu Var?
Az önce msn kişi listemin hitap ettiği kesim hakkında hoş bir kapak patladı yüzüme, ben 'kişi listemde hiç denyo yok!' diye övünürken...
Bir yandan ödev yapyorum, bir yandan da sağa sola laf yetişiriyorum, aynı zamanda da Vivaldi dinliyorum. Şaşkolozlukta benimle yarışabilecek biri gelip dedi ki,
"Aaağğğğ! Vivaldi mi dinliyon seeğğn? o adam gay değil miiiiydiiii?"
Fesuphanallah! Böyle demedim tabii, 'abdülşinasın başkanı avamella, o adama laf yok, öğren de gel!' Cevap daha da muhteşem:
"ya kızma hemen. hani sen Pet Shop Boys, Metallica, Tatu, Slipknot, Pink Floyd filan dinlersin, punk, pink filan dinlersin ya, araya nasıl kaçtı merak ettim!"
Hangisine güleyim şaşırdım.
a) Vivaldi gibi adamla Pet Shop Boys'un nasıl bir benzerliği var da cinsel tercihlerini karıştırıyorsun?
b) Müziğe mi baktın adama mı?
c) Benim müzik zevimle aranızdaki bağ nerden hemşerim? Ne dinlediğimi niye ezberliyorsun?
d) Aaa, unutmuşsun ama, alternative de dinlerim :P
e) Al işte, kapak oldun kızıım!
f) Bu saf-o-can Vivaldi kim bilir mi acep?
g) Ya gayse gay! Adamla evleneceğimi söylemiyorum, sadece muhteşem bir müzik yeteneği var!
h) Buna niye bu kadar taktım ki ben?
Neyse, arkadaşıım, bak, Vivaldi de dinleriiim, vileda da, Bach da, metal de! Kulak benim, ruh benim, beyin benim, bir sorun mu var?
Bir yandan ödev yapyorum, bir yandan da sağa sola laf yetişiriyorum, aynı zamanda da Vivaldi dinliyorum. Şaşkolozlukta benimle yarışabilecek biri gelip dedi ki,
"Aaağğğğ! Vivaldi mi dinliyon seeğğn? o adam gay değil miiiiydiiii?"
Fesuphanallah! Böyle demedim tabii, 'abdülşinasın başkanı avamella, o adama laf yok, öğren de gel!' Cevap daha da muhteşem:
"ya kızma hemen. hani sen Pet Shop Boys, Metallica, Tatu, Slipknot, Pink Floyd filan dinlersin, punk, pink filan dinlersin ya, araya nasıl kaçtı merak ettim!"
Hangisine güleyim şaşırdım.
a) Vivaldi gibi adamla Pet Shop Boys'un nasıl bir benzerliği var da cinsel tercihlerini karıştırıyorsun?
b) Müziğe mi baktın adama mı?
c) Benim müzik zevimle aranızdaki bağ nerden hemşerim? Ne dinlediğimi niye ezberliyorsun?
d) Aaa, unutmuşsun ama, alternative de dinlerim :P
e) Al işte, kapak oldun kızıım!
f) Bu saf-o-can Vivaldi kim bilir mi acep?
g) Ya gayse gay! Adamla evleneceğimi söylemiyorum, sadece muhteşem bir müzik yeteneği var!
h) Buna niye bu kadar taktım ki ben?
Neyse, arkadaşıım, bak, Vivaldi de dinleriiim, vileda da, Bach da, metal de! Kulak benim, ruh benim, beyin benim, bir sorun mu var?
Nereliyim Ben?
Tamam, kabul... Tartışmaya açık bir soru bu sorduğum. Sorsam size bunu, kiminiz Mars, kiminiz Venüs, kiminiz Jüpiter diyeceksiniz. O da olmadı, Öküzyolu Galaksisi'nin İnekia gezegeni, falan fişmekan...
Ama merak ediyorum, gerçekten nereliyim ben?
Bu soruyu yanıtlamak için elimizdeki veriler şöyle:
*Dedem öz be öz Türk, Ispartalı.
*Babaannem Selanik göçmeni, sülalesinde bir iki Yunan bulunmakta.
*Babam Isparta doğumlu.
*Annem İzmir doğumlu.
*Diğer dedem Kafkasya'nın sarp dağlarından kopup gelmiş bir Çerkez.
*Anneannem İzmir doğumlu olsa da onun da sülalesi epey karışık. Yörük, Çerkez ve bilimum göçmen çeşnisiyle tatlandırılmış Foça soslu İzmir çocuğu...
*Hayata saydırmaya attığım ilk adım olan 'İaanghaaaaa' çığlığımı Isparta'da bir doğumevinde bir ebeye karşı değil, doçent miydi, uzman mıydı hatırlamadığım bir doktor amcaya karşı atmış olup, iki ay sonra Ankara'nın hafif isli Nisan gökyüzünü gözlemlemeye başlamış, sonraki 10 yılımı da orada geçirmişimdir. Uuupuzun bir süe 'Nerelisin?' sorusuna 'Ankara!' diye karşılık vermiş, anneannemin isyanı, 'Sen Ankaralı değğğilsiiin!' sözleriyle bu şerefi benden almasıyla 'Ankara!' yerine 'Bi-bi-bilmiyorum! Ç-çok karışık!' demeye başladım.
Evet, ben nereliyim? Anneannemin şu anki gözdesi Aydın, bir buçuk yıl sonra gittiğimizde büyük ihtimalle pabucu dama atılacak olan Aydın! (Açıklayabilirim: Annemin bana rağmen yıllar boyu çalışması, azmi ile TUS'ta İzmir'i, meemleketini tutturamaması sonucu 'Bir kere de Aydın'ı yazsam ne çıkar!' demiş, şak diye tek seferde Aydın'ı tutturmuştur. {Daha sonra benim tepkimi anlatırım, ilginç bir hikâye!} Ve 5 yıllık Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimine (zor bişey değil, uyuuut, uyandııır, vizit yap, reanimasyon şeysiyle ilgilen bi de yan dal olarak 'Ağrı' şeeet... Budur! Ama keyifliymiş, öyle diyor!) başlamış, hatta 4. yılına 2009 itibariyle girmiştir.)
Ama kızılşın hatunumuzun tezinde bir pürüz var: Ben kendimi Aydınlı hissetmiyorum! Hatta Egeli hissetmiyorum!
Hâlâ meraktayım. Nereliyim ben?
a) Ankara
b) İzmir
c) Aydın
d) Isparta
e) Hiçbiri
Ama merak ediyorum, gerçekten nereliyim ben?
Bu soruyu yanıtlamak için elimizdeki veriler şöyle:
*Dedem öz be öz Türk, Ispartalı.
*Babaannem Selanik göçmeni, sülalesinde bir iki Yunan bulunmakta.
*Babam Isparta doğumlu.
*Annem İzmir doğumlu.
*Diğer dedem Kafkasya'nın sarp dağlarından kopup gelmiş bir Çerkez.
*Anneannem İzmir doğumlu olsa da onun da sülalesi epey karışık. Yörük, Çerkez ve bilimum göçmen çeşnisiyle tatlandırılmış Foça soslu İzmir çocuğu...
*Hayata saydırmaya attığım ilk adım olan 'İaanghaaaaa' çığlığımı Isparta'da bir doğumevinde bir ebeye karşı değil, doçent miydi, uzman mıydı hatırlamadığım bir doktor amcaya karşı atmış olup, iki ay sonra Ankara'nın hafif isli Nisan gökyüzünü gözlemlemeye başlamış, sonraki 10 yılımı da orada geçirmişimdir. Uuupuzun bir süe 'Nerelisin?' sorusuna 'Ankara!' diye karşılık vermiş, anneannemin isyanı, 'Sen Ankaralı değğğilsiiin!' sözleriyle bu şerefi benden almasıyla 'Ankara!' yerine 'Bi-bi-bilmiyorum! Ç-çok karışık!' demeye başladım.
Evet, ben nereliyim? Anneannemin şu anki gözdesi Aydın, bir buçuk yıl sonra gittiğimizde büyük ihtimalle pabucu dama atılacak olan Aydın! (Açıklayabilirim: Annemin bana rağmen yıllar boyu çalışması, azmi ile TUS'ta İzmir'i, meemleketini tutturamaması sonucu 'Bir kere de Aydın'ı yazsam ne çıkar!' demiş, şak diye tek seferde Aydın'ı tutturmuştur. {Daha sonra benim tepkimi anlatırım, ilginç bir hikâye!} Ve 5 yıllık Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimine (zor bişey değil, uyuuut, uyandııır, vizit yap, reanimasyon şeysiyle ilgilen bi de yan dal olarak 'Ağrı' şeeet... Budur! Ama keyifliymiş, öyle diyor!) başlamış, hatta 4. yılına 2009 itibariyle girmiştir.)
Ama kızılşın hatunumuzun tezinde bir pürüz var: Ben kendimi Aydınlı hissetmiyorum! Hatta Egeli hissetmiyorum!
Hâlâ meraktayım. Nereliyim ben?
a) Ankara
b) İzmir
c) Aydın
d) Isparta
e) Hiçbiri
Ekonomik Anneanne
Anneannem birkaç gündür ekonomi sayfası okuyor!
Kriz teğet mi geçmiş, var mıymış, yok muymuş onu öğrenmek istiyormuş!
Üstüne üstlük ikide bir bana 'IMF, İMKB vs. ne?' diye soruyor... Euro'yu avro diye okumaya başladı, ekonomi haberleri dinlediğinden şüpheliyim...
Yatırım mı yapacak acaba? Bana Ferrari+Schumaer alabilir.
Bankada çalışmaya mı başlayacak ki?
Belki Microsoft'u satın alır da Windows'un benim adıma sürümünü yaparlar, Mic. Win. XP Geveze. Ya da MacGeveze gibi teknolociks de olur...
Okyanusa mı açılır ki yatla? Teybiii, biliyor benim yat tutkumu! Bensiz giderse yüzerek takip ederim!
Krizi fırsata çevirip yırtma planları mı yapıyor dersiniz?
Belki de birşeyler satacaktır... Eşarpları? İğne koleksiyonu? BEN?!!
Yoksa, yoksa, yoksa... Bizden gizli bir serveti mi var?
Entrika kokusu alıyorum!
Not: Kadınceğizin bu masum hareketinden kırk fesat çıkardım ya, helal bana...
Kriz teğet mi geçmiş, var mıymış, yok muymuş onu öğrenmek istiyormuş!
Üstüne üstlük ikide bir bana 'IMF, İMKB vs. ne?' diye soruyor... Euro'yu avro diye okumaya başladı, ekonomi haberleri dinlediğinden şüpheliyim...
Yatırım mı yapacak acaba? Bana Ferrari+Schumaer alabilir.
Bankada çalışmaya mı başlayacak ki?
Belki Microsoft'u satın alır da Windows'un benim adıma sürümünü yaparlar, Mic. Win. XP Geveze. Ya da MacGeveze gibi teknolociks de olur...
Okyanusa mı açılır ki yatla? Teybiii, biliyor benim yat tutkumu! Bensiz giderse yüzerek takip ederim!
Krizi fırsata çevirip yırtma planları mı yapıyor dersiniz?
Belki de birşeyler satacaktır... Eşarpları? İğne koleksiyonu? BEN?!!
Yoksa, yoksa, yoksa... Bizden gizli bir serveti mi var?
Entrika kokusu alıyorum!
Not: Kadınceğizin bu masum hareketinden kırk fesat çıkardım ya, helal bana...
Havalı Çocuk
Bazı bloglarda görüyorum, "havalı olma yolları" adı altında binbir tavsiye, hepsi birbirinden saçma... Buyrunuz, bazıları aşağıda... En sonda da benim nacizane yorumum...
Öncelikle okula giderken saçına başına özen göstermelisin ki dikkat çekebilesin.En önemli kural ise kendine güvendir.Hiç yalan atma.İçinde hep bir mutluluk olsun.Eğer hiç yalan atmazsan öğretmeninin gözüne girersin.Ama sakın derslerini aksatma.Güzel bir kahvaltı yap.Dinç görünmelisin.Derslerde bol bol parmak kaldır.Eğer parmak kaldırma korkun varsa ya çalışmıyorsundur yada yanlış çıkarsa diye düşünüyorsundur.Hiç önemli değil.Kendine güven.Eğer güvenemiyorsan güveniyormuş gibi numara yap.Bir süre sonra bu numaranın gerçeğe dönüştüğünü anlayacaksın.DAHA FARKLI YOL:
Arkadaşlar şimdi size kısa yoldan nasıl havalı olcağınızı yazıcam.Öncelikle giysiden başlayalım:
*Eteğini üstten kıvır.
*Gömleğini dışarı çıkart.Eğer yasaksa ceket giy belli olmaz ama kıvıradabilirsin biraz.
*Eteğine rozet tak(1 veya 2 tane olsun fazla abartma:))
*Saçlarını tenefüslerde ve salmana kızmayan öğretmenlerin dersinde sal.(mutlaka öle 2-3 öğretmen vardır.)
*Derste bacak bacak üstüne at.
Ve davranışlar:
*Kendini kanıtlama çabasında olma.Cool ol.Ama gülümsemeyi unutma!
*Erkeklere karşı çok rahat ol.
*Derslerine çalış..Derslere ve eğlenceye yeterince zaman ayır.Sınavlara çok ama çok iyi çalış!(birkaç gün önceden başlayarak hergün 2-3 saat çalış)
Bunlar kesin kes işe yarar!
Güler miyiz, ağlar mıyız?
Merak ettiğim bazı konular var... Akademik dürüstlük yapıp adresini vermek isterdim fakat yanlış anlaşılmamak için yazmadım. Eğer bu yazıyı okursan bir gün, hemen söyle, ekleyiveririrm linkini. Amacım kendisini küçük düşürmek, kınamak değil. Sadece bazı meraklarım var...
Not: Yazıyı blogundan aldığım arkadaş:(Güzelim, blogunu bir süredir okuyorum, tesadüfen bu yazıyı görünce tutamadım dilimi. Kırdıysam seni, intikamını alabilirsin... o Beren'e söv say, rezil-rüsva et...) Beren kod adlı şahıs benim, yorumumu yayınlamama hakkına sahipsin, sesim çıkmaz bu konuda. Ama o yorum sadece basit bir tavsiye, bir iki merak. Yaşca senden büyüksem ukala bir abla tavsiyesi, küçüksem de kendini bilmez bir bücürün tavsiyesi. Seni kırmak istemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Söylemek istediğin bir şey varsa, bağırıp çağırıp beni rezil etmek istiyorsan ya da başka bir şey için, Hakkımda bölümünden veya bu yazıyı yorumlayarak ulaşabilirsin bana. Her türlü tepkine açığım.
Not2: Bu konuda yazı yazan bir dolu blogcu var... Google'dan bir aramaya bakar, parmaklarınızın ucunda... (ya da burada ve burada, bi de bu ve bu var)
Şimdiii, olayı irdeliyorum...
Nedir bu havalı olmak? Ne işinize yarar havalılık? Sınıfın en yakışıklı çocuğu size çıkma teklifi mi eder? Ayaklarınıza mı kapanır? Her kapı önünüzde açılır mı? Herkes sizi sever mi?
Nasıl havalı oluruz? Saçımızı açıp elektriklendirerek, ağzımızda guatr varmış gibi konuşarak, her erkeği keserek havalı mı oluyoruz?
Eteği kıvırmak ne zamandan beri kaşarlık alameti değil?
Ne oldu da bütün bu ucuzlukları yapanlar 'havalı' oldu?
Görmeyeli havalılık tanımı upgrade mi etti kendini?
Saçlarını salınca ne gibi bir fark atarsın 'rakip'lerine?
Eteğindeki rozetler nasıl bir saygınlık kazandırır sana?
Herkese pislik gibi baksan ne geçer eline?
Bunları yapınca popüler mi olursun, şırfıntı mı?
Bunlara tatminkâr cevaplar verebiliyor muyuz?
Peki ya bunları yapınca ne oluyor? Yani bir insanı 'hava' katsayısına, cüzdanındaki paraya, cümle içinde kullandığı 'abiiii'lerin sayısına, tavladığı erkek niteliğine, kıyafetlerinin aavro cinsinden ederine göre mi değerlendiriyoruz? 'Ezik'lere bulaşmayıp, zaten pasif yapılarına bir sille de biz atmış olmuyor muyuz? Böyle her yakışıklıya pas verip, her sırıtana öpücük atıp, sosyal statü ve servetle doğrudan alakalı arkadaşlıklar kurunca mutlu mu oluruz yoksa 'UCUZ' mu? Banel mi oluruz, yoksa insan gibi insan mı?
Biz bunları yapınca yanımıza üşüşenler arkadaş oluyor mu? Bize bu suni halimizle çıkma teklifi eden erkek bizi gerçekten sevmiş mi oluyor? Bütün bu 'hava'mızı kaybettiğimizde hâlâ arkadaş gibi, sevgili, yâr gibi yanımızda olular mı?
Emin miyiz bunlardan gençlik? Emin miyiz?
Bu 'hava' olayı bizi yaşamımıza yön veren bir stil, bir akım mı, yoksa sadece Beyonce, Kate Moss, Avril Lavigne gibi sevdiğimiz ünlülerin stillerini karıştırıp görüntü kirliliği mi teşkil etmemize neden oluyor? İnsan gibi mi davranıyoruz 'havalı' iken? Dilimizi deforme etmeden mi, beynimizin konuşmadan sorumlu bölgesi ezilmiş gibi mi konuşuyoruz?
En önemlisi, kendimizi ortalıkta bu kadar yelloz yelloz gezerken güzel buluyor muyuz? Aynada kendimizi Tiki gibi görünce mutlu mu oluyoruz millet? Kendimize bu kadar şekilci, pardooon, cool olmayı yakıştırıyor muyuz?
Peki biliyor muyuz, cool olmak bu değil, havalı olmak bu tanımların içinde verilmemiş.
Biliyor muyuz, ihtiyacımız olan şey havalı olmanın ipuçları değil; insan olmanın, arkadaş olmanın, modanın içinden kendimize yakışanı bulmanın, arkadaş seçimini doğru yapmanın, KENDİMİZE ait bir tarz sahibi olmanın ipuçları...
Bu kadar şekilcilik kimseyi mutlu etmez, insanlar kıyafetleriyle ağırlanıp fikirleriyle uğurlanır. Omuzlarda girip küfürlerle çıkmak da, hayalet gibi girip kahraman gibi çıkmak da var işin ucunda. Güzel olan tarafı ise, bu ikisi içinden seçim yapabilecek olmamız.
Farkında değil miyiz, kimimiz içe dönük, kimimiz sosyal, kimimizin burnu hokka gibi, kimimizin gözleri badem gibi... Kimimizin dudakları dolgun, kimimizin saçları muteşem... Farklıyız birbirimizden, duygusal ya da fiziksel, FARKLIYIZ. Çünkü hepimiz toplumun apayrı bir rengiyiz, hepimiz kırmızı, hepmiz mavi olursak toplum olmayız. Bir puzzle'ı birbirinin aynı parçalarla yapamazsınız. Farkımız bu yüzden.
Kimimiz doğuştan lider, kimimiz ise yatıştırıcı, sakinleştirici. Çünkü herkes gaza getirirse, herkes yönetir ya da herkes yönetilirse, FARKımız olmaz, biz biz olamayız, toplum içinde yaşayamayız.
Faklı olmak değil mi asıl amacımız? Hava tutkmuz buradan gelmiyor mu zaten?
Evet, evet, evet...
Havalı mı olmak istiyorsunuz? Hiçbirinizin formüle ihtiyacı yok...
Stil danışmanı mı? Olabilir...
Psikolog? Belki...
Formül? Asla! Çünkü formül sizsiniz, formül i-çi-niz-de! Evet, sizde!
Kimseye dibinizin düşmesine gerekyok ki!
Medyanın, kuyruk acısıyla yananların, hayat felsefesi ye, iç, boşalt olanların dayattıklarına kimsenin ihtiyacı YOK ki sizin olsun!
Öncelikle okula giderken saçına başına özen göstermelisin ki dikkat çekebilesin.En önemli kural ise kendine güvendir.Hiç yalan atma.İçinde hep bir mutluluk olsun.Eğer hiç yalan atmazsan öğretmeninin gözüne girersin.Ama sakın derslerini aksatma.Güzel bir kahvaltı yap.Dinç görünmelisin.Derslerde bol bol parmak kaldır.Eğer parmak kaldırma korkun varsa ya çalışmıyorsundur yada yanlış çıkarsa diye düşünüyorsundur.Hiç önemli değil.Kendine güven.Eğer güvenemiyorsan güveniyormuş gibi numara yap.Bir süre sonra bu numaranın gerçeğe dönüştüğünü anlayacaksın.DAHA FARKLI YOL:
Arkadaşlar şimdi size kısa yoldan nasıl havalı olcağınızı yazıcam.Öncelikle giysiden başlayalım:
*Eteğini üstten kıvır.
*Gömleğini dışarı çıkart.Eğer yasaksa ceket giy belli olmaz ama kıvıradabilirsin biraz.
*Eteğine rozet tak(1 veya 2 tane olsun fazla abartma:))
*Saçlarını tenefüslerde ve salmana kızmayan öğretmenlerin dersinde sal.(mutlaka öle 2-3 öğretmen vardır.)
*Derste bacak bacak üstüne at.
Ve davranışlar:
*Kendini kanıtlama çabasında olma.Cool ol.Ama gülümsemeyi unutma!
*Erkeklere karşı çok rahat ol.
*Derslerine çalış..Derslere ve eğlenceye yeterince zaman ayır.Sınavlara çok ama çok iyi çalış!(birkaç gün önceden başlayarak hergün 2-3 saat çalış)
Bunlar kesin kes işe yarar!
Güler miyiz, ağlar mıyız?
Merak ettiğim bazı konular var... Akademik dürüstlük yapıp adresini vermek isterdim fakat yanlış anlaşılmamak için yazmadım. Eğer bu yazıyı okursan bir gün, hemen söyle, ekleyiveririrm linkini. Amacım kendisini küçük düşürmek, kınamak değil. Sadece bazı meraklarım var...
Not: Yazıyı blogundan aldığım arkadaş:(Güzelim, blogunu bir süredir okuyorum, tesadüfen bu yazıyı görünce tutamadım dilimi. Kırdıysam seni, intikamını alabilirsin... o Beren'e söv say, rezil-rüsva et...) Beren kod adlı şahıs benim, yorumumu yayınlamama hakkına sahipsin, sesim çıkmaz bu konuda. Ama o yorum sadece basit bir tavsiye, bir iki merak. Yaşca senden büyüksem ukala bir abla tavsiyesi, küçüksem de kendini bilmez bir bücürün tavsiyesi. Seni kırmak istemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Söylemek istediğin bir şey varsa, bağırıp çağırıp beni rezil etmek istiyorsan ya da başka bir şey için, Hakkımda bölümünden veya bu yazıyı yorumlayarak ulaşabilirsin bana. Her türlü tepkine açığım.
Not2: Bu konuda yazı yazan bir dolu blogcu var... Google'dan bir aramaya bakar, parmaklarınızın ucunda... (ya da burada ve burada, bi de bu ve bu var)
Şimdiii, olayı irdeliyorum...
Nedir bu havalı olmak? Ne işinize yarar havalılık? Sınıfın en yakışıklı çocuğu size çıkma teklifi mi eder? Ayaklarınıza mı kapanır? Her kapı önünüzde açılır mı? Herkes sizi sever mi?
Nasıl havalı oluruz? Saçımızı açıp elektriklendirerek, ağzımızda guatr varmış gibi konuşarak, her erkeği keserek havalı mı oluyoruz?
Eteği kıvırmak ne zamandan beri kaşarlık alameti değil?
Ne oldu da bütün bu ucuzlukları yapanlar 'havalı' oldu?
Görmeyeli havalılık tanımı upgrade mi etti kendini?
Saçlarını salınca ne gibi bir fark atarsın 'rakip'lerine?
Eteğindeki rozetler nasıl bir saygınlık kazandırır sana?
Herkese pislik gibi baksan ne geçer eline?
Bunları yapınca popüler mi olursun, şırfıntı mı?
Bunlara tatminkâr cevaplar verebiliyor muyuz?
Peki ya bunları yapınca ne oluyor? Yani bir insanı 'hava' katsayısına, cüzdanındaki paraya, cümle içinde kullandığı 'abiiii'lerin sayısına, tavladığı erkek niteliğine, kıyafetlerinin aavro cinsinden ederine göre mi değerlendiriyoruz? 'Ezik'lere bulaşmayıp, zaten pasif yapılarına bir sille de biz atmış olmuyor muyuz? Böyle her yakışıklıya pas verip, her sırıtana öpücük atıp, sosyal statü ve servetle doğrudan alakalı arkadaşlıklar kurunca mutlu mu oluruz yoksa 'UCUZ' mu? Banel mi oluruz, yoksa insan gibi insan mı?
Biz bunları yapınca yanımıza üşüşenler arkadaş oluyor mu? Bize bu suni halimizle çıkma teklifi eden erkek bizi gerçekten sevmiş mi oluyor? Bütün bu 'hava'mızı kaybettiğimizde hâlâ arkadaş gibi, sevgili, yâr gibi yanımızda olular mı?
Emin miyiz bunlardan gençlik? Emin miyiz?
Bu 'hava' olayı bizi yaşamımıza yön veren bir stil, bir akım mı, yoksa sadece Beyonce, Kate Moss, Avril Lavigne gibi sevdiğimiz ünlülerin stillerini karıştırıp görüntü kirliliği mi teşkil etmemize neden oluyor? İnsan gibi mi davranıyoruz 'havalı' iken? Dilimizi deforme etmeden mi, beynimizin konuşmadan sorumlu bölgesi ezilmiş gibi mi konuşuyoruz?
En önemlisi, kendimizi ortalıkta bu kadar yelloz yelloz gezerken güzel buluyor muyuz? Aynada kendimizi Tiki gibi görünce mutlu mu oluyoruz millet? Kendimize bu kadar şekilci, pardooon, cool olmayı yakıştırıyor muyuz?
Peki biliyor muyuz, cool olmak bu değil, havalı olmak bu tanımların içinde verilmemiş.
Biliyor muyuz, ihtiyacımız olan şey havalı olmanın ipuçları değil; insan olmanın, arkadaş olmanın, modanın içinden kendimize yakışanı bulmanın, arkadaş seçimini doğru yapmanın, KENDİMİZE ait bir tarz sahibi olmanın ipuçları...
Bu kadar şekilcilik kimseyi mutlu etmez, insanlar kıyafetleriyle ağırlanıp fikirleriyle uğurlanır. Omuzlarda girip küfürlerle çıkmak da, hayalet gibi girip kahraman gibi çıkmak da var işin ucunda. Güzel olan tarafı ise, bu ikisi içinden seçim yapabilecek olmamız.
Farkında değil miyiz, kimimiz içe dönük, kimimiz sosyal, kimimizin burnu hokka gibi, kimimizin gözleri badem gibi... Kimimizin dudakları dolgun, kimimizin saçları muteşem... Farklıyız birbirimizden, duygusal ya da fiziksel, FARKLIYIZ. Çünkü hepimiz toplumun apayrı bir rengiyiz, hepimiz kırmızı, hepmiz mavi olursak toplum olmayız. Bir puzzle'ı birbirinin aynı parçalarla yapamazsınız. Farkımız bu yüzden.
Kimimiz doğuştan lider, kimimiz ise yatıştırıcı, sakinleştirici. Çünkü herkes gaza getirirse, herkes yönetir ya da herkes yönetilirse, FARKımız olmaz, biz biz olamayız, toplum içinde yaşayamayız.
Faklı olmak değil mi asıl amacımız? Hava tutkmuz buradan gelmiyor mu zaten?
Evet, evet, evet...
Havalı mı olmak istiyorsunuz? Hiçbirinizin formüle ihtiyacı yok...
Stil danışmanı mı? Olabilir...
Psikolog? Belki...
Formül? Asla! Çünkü formül sizsiniz, formül i-çi-niz-de! Evet, sizde!
Kimseye dibinizin düşmesine gerekyok ki!
Medyanın, kuyruk acısıyla yananların, hayat felsefesi ye, iç, boşalt olanların dayattıklarına kimsenin ihtiyacı YOK ki sizin olsun!
18
Ben 18 yaşında olmak istiyorum.
Sözlük yazarı olmak istiyorum.
Ehliyetim olsun istiyorum.
Ülkeden çıkarken annemle babamdan izin belgesi almaya ihtiyacım olmasın istiyorum.
Reşit olma yaşı niye 18, bilmek istiyorum! :((
Sözlük yazarı olmak istiyorum.
Ehliyetim olsun istiyorum.
Ülkeden çıkarken annemle babamdan izin belgesi almaya ihtiyacım olmasın istiyorum.
Reşit olma yaşı niye 18, bilmek istiyorum! :((
Damarlarımda Akan Asil... Ney?
Galiba ben kendi kendine geyik yapabilen bir insanım.
Nereden estiyse The Illusionist'i izlerken aklıma geldi, bizim isimlerimiz neden harflerden oluşuyor ki? Mesela ben adımın 445 olmasını isterdim. O da olmadı, 987 olsun!
Niye, niye harfler? Rakamların başı kel mi? Kim adının 638 olmasını istemez?
Harflerin bir ayrıcalığı mı var? Hem rakamlar daha kullanışlı, düşünsenize, TC kimlik no'nuz adınızın toplamının başına adınız eklenmiş hâli olsa her şey daha kolay olmaz mıydı?
Örneğin, adınız 445, soyadınız 98302 olsun... TC kimlik no'nuz da, 4459830235 olur... Ezberlemeye bile gerek yok!
Bu durumda gayet komedi diyaloglar yaşanır:
x: Hemşehrim, isim alıyiim!
y: 1453 90876oğulları
x:???
Ya da;
-Sayın 785, lütfen danışmaya! Kodluyorum, Antalya(07), Artvin(08), Amasya(05), lütfen danışmaya! (Veya Karabük(78)-Amasya(05) da olur)
-Adın ne yavrum senin?
+45893544287 tam, binde 183, teyzeciğim!
-(Gözleri dolar, ismi 45893544287 tam, binde 183 olan yavrucağa acımıştır)
+Ah, gözleriniz doldu, size anne diyebilir miyim?
-De yavrum, de! Ama ben de sana kısaca 183 diyeceğim!
Bu durumda en şanslımız Bond abimiz olurdu, "007, Ben Bond, James Bond!" Yerine, "007, ben 700, 7700!" derdi :))
Ya da adı 333 olan biri,
"Dağdaki 1034'le benim oyum bir mi?" der, 1034'ler dava açardı!
Annemizin adını öğrenmemiz bir yaşımızı bulurdu. Tabii bazı şanslılar hemen öğrenebilir: "Benim ayyemin adıy 9!" gibi... Ama hangi yavrucak 1378736289'u bir yaşından önce tam olarak söyleyebilir ki? Arada bir iki sayıyı çıkartıp söylemeye çalışır, mesela sadece 89 der, ama kuzenin adı 89'dur...
Bu sefer de okul numaramız harflerden, yani sözcüklerden oluşurdu. Mesela ben garanti 'inek', 'mö', 'kek' ya da 'saf' olurdum. O da olmad, 'ktapkrdu'. Herkes birbirinin okul numarasını, ayy, sözcüğünü hatırlar, geyik yapardı... "Gençliğimde benim okul numaram buldozer'di, ehi ehi ehi!"
ya da "Benim numaram 'yok'tu."...
Çok neşeli olurdu okullar, sokaklar, alışveriş merkezleri... Kömik kömik diyaloglar ebelemek için bizi belerlerdi köşebaşlarında, çok gülerdik :))
Bunları anneme de anlattım, bana kan testi yaptırmak istedi, damarlarımda kan yerine başka şeyler olduğundan şüpheli... Haklı da sayılır, o mistik filmi izleyip bunları yazmak... İlginç :))
Nereden estiyse The Illusionist'i izlerken aklıma geldi, bizim isimlerimiz neden harflerden oluşuyor ki? Mesela ben adımın 445 olmasını isterdim. O da olmadı, 987 olsun!
Niye, niye harfler? Rakamların başı kel mi? Kim adının 638 olmasını istemez?
Harflerin bir ayrıcalığı mı var? Hem rakamlar daha kullanışlı, düşünsenize, TC kimlik no'nuz adınızın toplamının başına adınız eklenmiş hâli olsa her şey daha kolay olmaz mıydı?
Örneğin, adınız 445, soyadınız 98302 olsun... TC kimlik no'nuz da, 4459830235 olur... Ezberlemeye bile gerek yok!
Bu durumda gayet komedi diyaloglar yaşanır:
x: Hemşehrim, isim alıyiim!
y: 1453 90876oğulları
x:???
Ya da;
-Sayın 785, lütfen danışmaya! Kodluyorum, Antalya(07), Artvin(08), Amasya(05), lütfen danışmaya! (Veya Karabük(78)-Amasya(05) da olur)
-Adın ne yavrum senin?
+45893544287 tam, binde 183, teyzeciğim!
-(Gözleri dolar, ismi 45893544287 tam, binde 183 olan yavrucağa acımıştır)
+Ah, gözleriniz doldu, size anne diyebilir miyim?
-De yavrum, de! Ama ben de sana kısaca 183 diyeceğim!
Bu durumda en şanslımız Bond abimiz olurdu, "007, Ben Bond, James Bond!" Yerine, "007, ben 700, 7700!" derdi :))
Ya da adı 333 olan biri,
"Dağdaki 1034'le benim oyum bir mi?" der, 1034'ler dava açardı!
Annemizin adını öğrenmemiz bir yaşımızı bulurdu. Tabii bazı şanslılar hemen öğrenebilir: "Benim ayyemin adıy 9!" gibi... Ama hangi yavrucak 1378736289'u bir yaşından önce tam olarak söyleyebilir ki? Arada bir iki sayıyı çıkartıp söylemeye çalışır, mesela sadece 89 der, ama kuzenin adı 89'dur...
Bu sefer de okul numaramız harflerden, yani sözcüklerden oluşurdu. Mesela ben garanti 'inek', 'mö', 'kek' ya da 'saf' olurdum. O da olmad, 'ktapkrdu'. Herkes birbirinin okul numarasını, ayy, sözcüğünü hatırlar, geyik yapardı... "Gençliğimde benim okul numaram buldozer'di, ehi ehi ehi!"
ya da "Benim numaram 'yok'tu."...
Çok neşeli olurdu okullar, sokaklar, alışveriş merkezleri... Kömik kömik diyaloglar ebelemek için bizi belerlerdi köşebaşlarında, çok gülerdik :))
Bunları anneme de anlattım, bana kan testi yaptırmak istedi, damarlarımda kan yerine başka şeyler olduğundan şüpheli... Haklı da sayılır, o mistik filmi izleyip bunları yazmak... İlginç :))
Can...?
(İngilizce dersinden alıntıdır)
Can Ken can a can? (sesli okumanız ve kendinizi dinlemeniz tavsiye edilir)
(Can/could konusunu böyle işliyoruz işte :)) Kene macerasından sonra bir garip oldu böyle 'Ken Ken ken e ken!' demek :O)
Can Ken can a can? (sesli okumanız ve kendinizi dinlemeniz tavsiye edilir)
(Can/could konusunu böyle işliyoruz işte :)) Kene macerasından sonra bir garip oldu böyle 'Ken Ken ken e ken!' demek :O)
Yetenek Böyle Bir Şey
Ben ne sakar* bir insanım böyle! Off ki ne of! Sabah sinevizyon salonunda prova yaparken Esra'nın gözlüğünü ve yanağını, yaklaşık bir saat önce etütte de Neda'nın kafasını yokladım, hem de başımla. Çatlayacakmış gibi ağrıyor...
Acep her kafa atışımda yüz bin beyin hücrem ölüyorsa iki ay içinde idiyot olur muyum?
Hatırlıyorum da, küçüklüğümde de böyleydim ben... Her yere çarpıp dururdum; kol, bacak, Allah ne verdiyse... Hatta bir defasında yazlıkta bisiklet sürerken çok ekstrem bir yokuştan frenlere dokunmadan inmiştim ve (macera düşkünü değilim, düpedüz safım ben :))) ve bisikletten inmeden/düşmeden bacağımı kaldırıma sürtüp derisini yolmak suretiyle yok etmiştim. Aylarca krem banyosu yapmıştım, 'izi kalmasın' diye.
Bir de mucize kremimiz 'Bepanthene' vardı, ben bu kadar kazaya yatkın olduğumdan evde her daim birkaç kutu bulunur, morluklara, şişiklere, çürüklere topçuklar halinde sürülürdü. Şimdi de var ama yıllar popülaritesini aldı götürdü.
Biraz daha büyüyüp basketbola başladığımda haftaiçi bileğimde sargı beziyle topallayarak dolanırdım ortalıkta badi badi. Haftasonu sargı bir yere, bilek ağrısı bir yere fırlatılır, turp gibi kursa gidilirdi iki gün. Her pazart akşamı anneanneme ve anneme zedelenen muhtelif yerlerimi ovdururdum.
Bu kadar yetenekli olmama rağmen şimdiye kadar bir yerimi kırmadım, eklem kapsülümü patlattım (ki kayda değer bir başarı :))) veya ciddi yumuşak doku zedelenmeleriyle incinmeler yaşadım.
Hâlâ da yeteneğimin hakkını vermekteyim, Buse'ye yaptığı eşşek şakasının KDV'sini verirken ayağımı sıraya geçirdiğim için bileğimde pinpon topu şeklinde bir morluk var mesela...
Ailede alay konusu olmak, yürürken herkesi etrafından kaçırtmak gibi artıları da yok değil hani bu yeteneğin... Bir de, herkes hakkını vermiyor bu kadar: 1,5 metrelik potadan düşüp belini inciteniniz yoktur bence :))
*Aslında ben sakar değilim, sadece kazaya yatkınım!
Acep her kafa atışımda yüz bin beyin hücrem ölüyorsa iki ay içinde idiyot olur muyum?
Hatırlıyorum da, küçüklüğümde de böyleydim ben... Her yere çarpıp dururdum; kol, bacak, Allah ne verdiyse... Hatta bir defasında yazlıkta bisiklet sürerken çok ekstrem bir yokuştan frenlere dokunmadan inmiştim ve (macera düşkünü değilim, düpedüz safım ben :))) ve bisikletten inmeden/düşmeden bacağımı kaldırıma sürtüp derisini yolmak suretiyle yok etmiştim. Aylarca krem banyosu yapmıştım, 'izi kalmasın' diye.
Bir de mucize kremimiz 'Bepanthene' vardı, ben bu kadar kazaya yatkın olduğumdan evde her daim birkaç kutu bulunur, morluklara, şişiklere, çürüklere topçuklar halinde sürülürdü. Şimdi de var ama yıllar popülaritesini aldı götürdü.
Biraz daha büyüyüp basketbola başladığımda haftaiçi bileğimde sargı beziyle topallayarak dolanırdım ortalıkta badi badi. Haftasonu sargı bir yere, bilek ağrısı bir yere fırlatılır, turp gibi kursa gidilirdi iki gün. Her pazart akşamı anneanneme ve anneme zedelenen muhtelif yerlerimi ovdururdum.
Bu kadar yetenekli olmama rağmen şimdiye kadar bir yerimi kırmadım, eklem kapsülümü patlattım (ki kayda değer bir başarı :))) veya ciddi yumuşak doku zedelenmeleriyle incinmeler yaşadım.
Hâlâ da yeteneğimin hakkını vermekteyim, Buse'ye yaptığı eşşek şakasının KDV'sini verirken ayağımı sıraya geçirdiğim için bileğimde pinpon topu şeklinde bir morluk var mesela...
Ailede alay konusu olmak, yürürken herkesi etrafından kaçırtmak gibi artıları da yok değil hani bu yeteneğin... Bir de, herkes hakkını vermiyor bu kadar: 1,5 metrelik potadan düşüp belini inciteniniz yoktur bence :))
*Aslında ben sakar değilim, sadece kazaya yatkınım!
Ben Neymişim
Bu 102. yazımdır, kendime inanamamaktayım... Coşmuşum, 3 ayda 102 yazı yapmışım. Aferim bana :))
Yaşını Başını Almış
Genelleme yapmaktan hoşlanmıyorum ama yaptırıyorlar:
Bizim komşularımız kaçık!
Ya, evet, öyle gerçekten! Yaşını başını almış, çoluklu çocuklu komşumuz az önce 'HADİSEEE!' diye bağırdı. Dedim, herhalde adı Hadise olan birisine sesleniyor. Aklımın ucundan geçmedi Eurovision kızı Hadise. Derken birileri 'Efendiim!' dedi, komşumuz duymadı, müziğin sesini açtı, Düm Tek Tek diye. Ve bağırdı yine 'HADİSEEE!' Aaay, derken ben, devamı geldi, 'Oh oooh, Düm Tek Tek! Ammaaan, oh oooh, HADİSEE, HADİSEE, oleeey!'
Sanırım teyzemiz göbek atma yoluyla kilo vermeye çalışıyor, zira amaç bu değil de başka bir şeyse, mahalleye rezil oldu 'yaşını başını almış kadın' olarak... Çünkü diğer 'yaşını başını almış kadınlar' müzik dinlerken coşan 'yaşını başını almış kadınlar'dan hoşlanmazlar, 'külo vermek için göbek atan ve düşman çatlatan' 'yaşını başını almış kadınlar'dan hoşlanırlar...
Bizim komşularımız kaçık!
Ya, evet, öyle gerçekten! Yaşını başını almış, çoluklu çocuklu komşumuz az önce 'HADİSEEE!' diye bağırdı. Dedim, herhalde adı Hadise olan birisine sesleniyor. Aklımın ucundan geçmedi Eurovision kızı Hadise. Derken birileri 'Efendiim!' dedi, komşumuz duymadı, müziğin sesini açtı, Düm Tek Tek diye. Ve bağırdı yine 'HADİSEEE!' Aaay, derken ben, devamı geldi, 'Oh oooh, Düm Tek Tek! Ammaaan, oh oooh, HADİSEE, HADİSEE, oleeey!'
Sanırım teyzemiz göbek atma yoluyla kilo vermeye çalışıyor, zira amaç bu değil de başka bir şeyse, mahalleye rezil oldu 'yaşını başını almış kadın' olarak... Çünkü diğer 'yaşını başını almış kadınlar' müzik dinlerken coşan 'yaşını başını almış kadınlar'dan hoşlanmazlar, 'külo vermek için göbek atan ve düşman çatlatan' 'yaşını başını almış kadınlar'dan hoşlanırlar...
Yiğitliğimden
Tek başıma takılma sürem maksimum bir ay, sonra illa kendime kanka yapıyorum en virüsümsülerden... Grip mi ararsın, nezle mi, su çiçeği, kabakulak mı yoksa? Neredeyse hepsi var! Bun gün kendime Soğukalgınlığıoğulları-Gripgiller'den burun akıntısı ve virüsüa gripia'yı seçmiş bulunmaktayım. Ha bire burnumu siliyorum, eskidi zavallıcık.
Benim bu içler acısı halimi gören kankam, ikoncan'ın tombişi, kızılşınım neşeleneyim diye eskilerden bir hikâye anlattı:
Delikanlının birinin burnu akıp dururmuş. Bir gün muzip bir arkadaşıyla otururken demiş,
"Benim burnum niye bu kadar akıyor ki?"
Arkadaşı da,
"Yiğitliğindendir," deyince delikanlı kubarmış.(kubarmak:gururlanmak) Demiş ki,
"Gel yavuklumun evine gidelim, bunu orada da söyle!"
Arkadaşı da hemen kabul etmiş. Gitmişler yavuklunun evine, çay, hoş beş derken delikanlı sormuş arkadaşına hitaben, gubara gubara:
"Benim de burnum pek akar, niye ki?" Sen misin artistlik peşinde koşan, arakadaşından yersin lafı:
"Neden olacak, pisliğinden!"
Bana ne demeye çalıştı kızılşın hatunumuz bilemiyorum ama ciddi ciddi burnum akıyor ve ben de 'Yiğitiliğimden!' diyorum...
Benim bu içler acısı halimi gören kankam, ikoncan'ın tombişi, kızılşınım neşeleneyim diye eskilerden bir hikâye anlattı:
Delikanlının birinin burnu akıp dururmuş. Bir gün muzip bir arkadaşıyla otururken demiş,
"Benim burnum niye bu kadar akıyor ki?"
Arkadaşı da,
"Yiğitliğindendir," deyince delikanlı kubarmış.(kubarmak:gururlanmak) Demiş ki,
"Gel yavuklumun evine gidelim, bunu orada da söyle!"
Arkadaşı da hemen kabul etmiş. Gitmişler yavuklunun evine, çay, hoş beş derken delikanlı sormuş arkadaşına hitaben, gubara gubara:
"Benim de burnum pek akar, niye ki?" Sen misin artistlik peşinde koşan, arakadaşından yersin lafı:
"Neden olacak, pisliğinden!"
Bana ne demeye çalıştı kızılşın hatunumuz bilemiyorum ama ciddi ciddi burnum akıyor ve ben de 'Yiğitiliğimden!' diyorum...
Sırıtık
Ne zaman yeni bir izleyicim olsa seviniyorum :))
Vee... İzleyicilerim 2 tane daha artmıııışş :))
Bu sevinçle oturma odasında sirtaki yaptım. Babaannemler Selanik göçmeniymiş filan ama kendilerini toplasak 10 defa zor görmüşümdür, sirtaki nereden çıktı bilmiyorum. Öyle kıpırdak bir dans da değil,
Alakaya maydanoz,
Bu ne biçim lacivert?
Ben annemi özledim,
Yaşasın cumhuriyet!
Gibi birşey oldu... Durun, ben birazdan geleceğim, önce sirtaki yerine daha münasip ve oynak birşeyler yapmalıyım, oryantal nasıl kaçar ki?
Not: Sayın beni daha önceden izlemeye başlayan izleyicilerim, emin olun siz de geldiğinizde aynı mutluluğu yaşadım, ama hiç sirtaki yapmadımdı :))
Vee... İzleyicilerim 2 tane daha artmıııışş :))
Bu sevinçle oturma odasında sirtaki yaptım. Babaannemler Selanik göçmeniymiş filan ama kendilerini toplasak 10 defa zor görmüşümdür, sirtaki nereden çıktı bilmiyorum. Öyle kıpırdak bir dans da değil,
Alakaya maydanoz,
Bu ne biçim lacivert?
Ben annemi özledim,
Yaşasın cumhuriyet!
Gibi birşey oldu... Durun, ben birazdan geleceğim, önce sirtaki yerine daha münasip ve oynak birşeyler yapmalıyım, oryantal nasıl kaçar ki?
Not: Sayın beni daha önceden izlemeye başlayan izleyicilerim, emin olun siz de geldiğinizde aynı mutluluğu yaşadım, ama hiç sirtaki yapmadımdı :))
Bir Parça Selam
Her öğrencinin kâbusudur ödevler... Benim de öyle. Peki hiç düşündün mü dear reader, bu ödevler niye verilir?
Ben ciddi ciddi düşündüm, ama bir sebep yok ortada elle tutulur, gözler görülür cinsten.
Ve bu sebeptendir ki,,
*Ödev verene,
*Verdirene,
*Bu gidişata dur demeyen MEB'e,
*Ödev diye saçma sapan şeyler yaptıranlara,
Kucak kucak selamlar...
Ben ciddi ciddi düşündüm, ama bir sebep yok ortada elle tutulur, gözler görülür cinsten.
Ve bu sebeptendir ki,,
*Ödev verene,
*Verdirene,
*Bu gidişata dur demeyen MEB'e,
*Ödev diye saçma sapan şeyler yaptıranlara,
Kucak kucak selamlar...
Bozuk Gıda
Efenim, eskiler derler ya, "Müzik ruhun gıdasıdır." diye... Evet, öyledir gerçekten, ama bu yazıda bunu irdelemeyeceğim, panik yok :))
Aydın'da sokaklar biraz cinstir. (Yeni yapılan taraflar hoş tabii ama merkezden uzak anacım) Dardır, binalar birbirine çok yakındır. Öyle ki, yan apartmandaki komşunuzla kahve içmek isterseniz balkona çıkmanı yeterlidir, dedikodu bile yapabilirsiniz fısıltıyla. (Hatta bizim apartmanın karşısındaki iki apartmanda oturan teyzeler sabah yedi buçuk dolaylarında gayet duyulabilir bir sesle milleti çekiştirirler balkonda, o saatte herkesin uyuyor olabilme ihtimaline dayanarak) Bu çoğu zaman kötü olur, bu gibi durumlar yaşamanız, sabahın köründe "Amaan, X o mobilyaları neyine almış ki?", "Elbise güzel ama o kadın da şişip duru, nası gircese içine!" gibi sesloerle uyanırsınız, ya da penceresini açık unutttuğunun farkına varamayacak kadar derin telefon görüşmeleri yapan teyzenin bülbül sesiyle: "Hıh, ayyyyğğğğnı benim gğörümce... Bilmem mi gıız, ağğyyğğğı, ağğğyyğğğı!(aynı demek istiyor) Ya, ya, bene de söleyip duru öyle...(bene:bana) Ah, ah, o dümürler yoğğ mu... (dümür:dünür) Deme goca kııız!"
Bunlar neyse, trajikomik olduğundan atıyoruz başındaki trajiyi, eğleniyoruz kendi çapımızda. ("Siz çalar saatle mi uyanıyorsunuuuuuz? Ne kaddar baneel! Beni Z teyze her sabah yedi buçukta 'mahalle dedikodularına bir bakış'la uyandırıyor!")
Fekaat, yan apart-gonşu'muzun oğlunun müzik zevkiyle tanışmak ise sadece trajik! Bir ara 50 Cent, Ceza ve bilimum hiphop-rap grubu dinliyordu, gece on ikilerde, son ses. Berbattı, gerçekten berbat... Siz hiç gece yarısı 'Is She Birthday'e böğür böğür 'İz-zi böğürtdeeey!' diye vokal yapan bir beyaz çoraplının sesiyle uyandınız mı? Yaşamayan bilmez! Dünyalar Savaşı filan çıktı sandım, ödüm odada dört döndü... Ancak bir iki dakika sonra çaktım olan biteni.
Neyse, diyordum; en azından İngilizce... Çünkü İngilizce olunca tekrar eden tek bir kelimeye odaklanıp onunla kırk bin tane cümle kuruyorum, aklım karışıyor, müziğe kanalize olamıyorum, malum, İngilizce'm müzikle beraber konuşulursa o kadar iyi olmaz, ancak dikkat etmem gerekir 'Noolyoz?' diye. Böylece uyuyordum.
Ama bu gün, beyaz çoraplı tarz değiştirdi ve ruhumuzun yaşamakta olduğu gıda zehirlenmesinin boyutu katlandı...
Şöyle ki, bizim banyo tam yan tarafta, apartmanla karşı karşıya... Ben de tam tuvalete girmek üzere banyoya ulaşmışım, adımımı atıyorkeen aksanlı bir adam arabeske başlamasın mı? O kadar tırstım ki, ne adamın aksanını analiz edebildim, ne de ne dediğini... Tek farkettiğim beyaz çoraplının 9378649 desibel gürültü yaptığıydı. Koşa koşa annemin kucağına atladım, "Banyomuzda kıro vaaaarrr!" diye.
Ooof, of! Bir gün ruhum bu kadar deforme olmuş, bozuk gıdayı kaldıramayacak ve bunun temel sebebi beyaz çoraplı denyo olacak.
Aydın'da sokaklar biraz cinstir. (Yeni yapılan taraflar hoş tabii ama merkezden uzak anacım) Dardır, binalar birbirine çok yakındır. Öyle ki, yan apartmandaki komşunuzla kahve içmek isterseniz balkona çıkmanı yeterlidir, dedikodu bile yapabilirsiniz fısıltıyla. (Hatta bizim apartmanın karşısındaki iki apartmanda oturan teyzeler sabah yedi buçuk dolaylarında gayet duyulabilir bir sesle milleti çekiştirirler balkonda, o saatte herkesin uyuyor olabilme ihtimaline dayanarak) Bu çoğu zaman kötü olur, bu gibi durumlar yaşamanız, sabahın köründe "Amaan, X o mobilyaları neyine almış ki?", "Elbise güzel ama o kadın da şişip duru, nası gircese içine!" gibi sesloerle uyanırsınız, ya da penceresini açık unutttuğunun farkına varamayacak kadar derin telefon görüşmeleri yapan teyzenin bülbül sesiyle: "Hıh, ayyyyğğğğnı benim gğörümce... Bilmem mi gıız, ağğyyğğğı, ağğğyyğğğı!(aynı demek istiyor) Ya, ya, bene de söleyip duru öyle...(bene:bana) Ah, ah, o dümürler yoğğ mu... (dümür:dünür) Deme goca kııız!"
Bunlar neyse, trajikomik olduğundan atıyoruz başındaki trajiyi, eğleniyoruz kendi çapımızda. ("Siz çalar saatle mi uyanıyorsunuuuuuz? Ne kaddar baneel! Beni Z teyze her sabah yedi buçukta 'mahalle dedikodularına bir bakış'la uyandırıyor!")
Fekaat, yan apart-gonşu'muzun oğlunun müzik zevkiyle tanışmak ise sadece trajik! Bir ara 50 Cent, Ceza ve bilimum hiphop-rap grubu dinliyordu, gece on ikilerde, son ses. Berbattı, gerçekten berbat... Siz hiç gece yarısı 'Is She Birthday'e böğür böğür 'İz-zi böğürtdeeey!' diye vokal yapan bir beyaz çoraplının sesiyle uyandınız mı? Yaşamayan bilmez! Dünyalar Savaşı filan çıktı sandım, ödüm odada dört döndü... Ancak bir iki dakika sonra çaktım olan biteni.
Neyse, diyordum; en azından İngilizce... Çünkü İngilizce olunca tekrar eden tek bir kelimeye odaklanıp onunla kırk bin tane cümle kuruyorum, aklım karışıyor, müziğe kanalize olamıyorum, malum, İngilizce'm müzikle beraber konuşulursa o kadar iyi olmaz, ancak dikkat etmem gerekir 'Noolyoz?' diye. Böylece uyuyordum.
Ama bu gün, beyaz çoraplı tarz değiştirdi ve ruhumuzun yaşamakta olduğu gıda zehirlenmesinin boyutu katlandı...
Şöyle ki, bizim banyo tam yan tarafta, apartmanla karşı karşıya... Ben de tam tuvalete girmek üzere banyoya ulaşmışım, adımımı atıyorkeen aksanlı bir adam arabeske başlamasın mı? O kadar tırstım ki, ne adamın aksanını analiz edebildim, ne de ne dediğini... Tek farkettiğim beyaz çoraplının 9378649 desibel gürültü yaptığıydı. Koşa koşa annemin kucağına atladım, "Banyomuzda kıro vaaaarrr!" diye.
Ooof, of! Bir gün ruhum bu kadar deforme olmuş, bozuk gıdayı kaldıramayacak ve bunun temel sebebi beyaz çoraplı denyo olacak.
Zırva
Yıllar sonra bir gün yaşlandığında
O ipek saçların ağardığında
Kuru yaprak gibi dağıldığında
Kalırsın tek başına
Bana mı yazdın bu sözleri Kıraç?
Bu kadar uyardı şu andaki durumuma...
Biliyorum, ağzıma her geleni söyleyip, 'En...'lerimi aramakla ömür tüketerek, Nehir Gözlü'yü bekleyerek, her önüme geleni savurarak fazla dayanamam...
İki seçeneğim var, orada, uzakta...
*Ya kalırım yalnız başına, belediye kaldırır ölümü,
*Ya da bulurum aradığımı, kim bilir ne tavizler vererek...
Tanıyorum kendimi, yetinmem Paris'le... Heba olurum Romeo'yla, Romeo uğruna... Biliyorum, kesmez beni Paris'li ortalama bir hayat, ya yaşayacağım Romeo'mu, ya da öleceğim uğrunda, ya onunla, ya da tek başıma... Kalacağım bir gün kabak gibi ortada...
Kimse üstüne alınmasın... Alınacak bir kişi varsa, BENim o, sadece ben. Ne bir itiraf, ne de suçlama, sadece kendi kendimle konuştum, hepsi bu...
O ipek saçların ağardığında
Kuru yaprak gibi dağıldığında
Kalırsın tek başına
Bana mı yazdın bu sözleri Kıraç?
Bu kadar uyardı şu andaki durumuma...
Biliyorum, ağzıma her geleni söyleyip, 'En...'lerimi aramakla ömür tüketerek, Nehir Gözlü'yü bekleyerek, her önüme geleni savurarak fazla dayanamam...
İki seçeneğim var, orada, uzakta...
*Ya kalırım yalnız başına, belediye kaldırır ölümü,
*Ya da bulurum aradığımı, kim bilir ne tavizler vererek...
Tanıyorum kendimi, yetinmem Paris'le... Heba olurum Romeo'yla, Romeo uğruna... Biliyorum, kesmez beni Paris'li ortalama bir hayat, ya yaşayacağım Romeo'mu, ya da öleceğim uğrunda, ya onunla, ya da tek başıma... Kalacağım bir gün kabak gibi ortada...
Kimse üstüne alınmasın... Alınacak bir kişi varsa, BENim o, sadece ben. Ne bir itiraf, ne de suçlama, sadece kendi kendimle konuştum, hepsi bu...
İste-Mİ-yorum
Herkes çeşitli arkadaşlık sitelerinin üyelik tekliflerini yolluyor şu günlerde, "Ben cehennemindibi.com'dan bir profil edindim, senin de katılmanı istiyorum, böylece daha rahat kavga edebileceğiz!", "zırtapoz.com profilime baksana!", "Aa, Face'e üye değil misin bebeğiiiim?", "kapaceneni.com üyeliği ister misin? Böylece arkadaşlarınla daha rahat sohbet edebileceksin!" gibi... Ya ben böyle siteleri sevmem ki! Bana ne, kim kiminle nerede sohbet ederse etsin, çektiği fotoğraflara ne derse desin! Face'e gitsin, Hi5'a gitsin, benden uzağa gitsin de nereye giderse gitsin!
Hoşlanmıyorum böyle geyiklerden! Herkes bin bir sitede birbirini arkadaş olarak ekler... O kadar çok üyeliği vardır ki, hangisine bakacağını şaşırır, hepsine yetişemez ve sanal alem profil çöplüğüne döner... Üstüne üstlük periyodik olarak millete site reklamı yapar!
Ne gerek var ki? Msn yetmiyor mu size? Hadi yetmedi, sosyalleştiniz diyelim, bana uyar ama 9785 sitede, 23496 forumda ne işiniz var? Keyfinizin kâhyası mıyım, gidin! Ama beni rahat bırakın, ben iste-Mİ-yorum!
Hoşlanmıyorum böyle geyiklerden! Herkes bin bir sitede birbirini arkadaş olarak ekler... O kadar çok üyeliği vardır ki, hangisine bakacağını şaşırır, hepsine yetişemez ve sanal alem profil çöplüğüne döner... Üstüne üstlük periyodik olarak millete site reklamı yapar!
Ne gerek var ki? Msn yetmiyor mu size? Hadi yetmedi, sosyalleştiniz diyelim, bana uyar ama 9785 sitede, 23496 forumda ne işiniz var? Keyfinizin kâhyası mıyım, gidin! Ama beni rahat bırakın, ben iste-Mİ-yorum!
Öylesine
Biraz farkı bir şarkı... Sevmeyen epey çıktı, seven de... Belki hoşunuza gider ;)) Gitmezse de TATU'nun sorunu :))
TATU/Not Gona Get Us
TATU/Not Gona Get Us
Bozuk Rüya
Ya son zamanlarda rüyalar bile bir acayip, bozuldular resmen! Cins cins şeyler görüp duruyorum!
Bir defasında (çok gerçekçiydi ama!) kendimi tahtına kurulmuş sultan olarak görmüştüm, yelpazeler sallanır, yakışıklının biri meyve tabağımı tutar, balerin gibi bir kız plazma TV'mi sırtında taşır falan... Gördüm böyle rüyalar!
Ama son bomba çok acayip! Öyle ki, Yamaha'mız bile dahil... (Yamaha kim diyenlere not: Obama'nın anneanne versiyonudur, aslında aynı kişilerdir ama aksan farkından Yamaha denmektedir... Arz ederim) Az önce gördüm bu rüyayı, sıcağı sıcağına yazıyorum...
Odamı topladııım, laptop'ımı ve bilimum zerzevatımı annemin yatağının üstüne yığdım, güya misafirler benim odamı talan ederken ders çalışacağım! (Yanarım yanarım, odamı bir avuç çocuk için silip süpürdüğüme yanarım!) Ama çalışamıyor, sızıp kalıyorum. Sen misin sızan! Dangalak bir rüya gelip beni buluyor, nerem açıkta kaldıysa artık :))
Rüyamda,, Obama bizim eve anneannemin kabaklı böreklerinden yemeye gelmiş, beni görmüş, potansiyelimi hissedip stajyer olarak işe almış. Görev basit: Obama'nın ayakkabılarını sonsuza dek temiz tutmak... Alıyorum elime cam-sil (ne alakaysa) ve toz bezini, Obama nereye ben oraya, durup durupn ayakkabısını siliyorum, parlatıyorum. Bir de memnun olmuyor, 'Palavuz palavuz silme!' diyor... (Efendim, palavuz, anneannemin dilinde 'beceriksiz, dağınık, eline hiçbir iş yakışmayan kişi' demektir) Daha da beteri, toplantının ortasında kendimi yerlere atıp adamın Converse'e dönüşen siyah ruganlarını silme çabam... Tam bu sahnede uyandım ama, sağlam korktum ya... Zaten zifiri siyah adam, parıldak rugana yansıyınca çok korkunç oluyor.
Bundan çıkarılacak ders: oda toplayıp, patates salatası yiyip uyuma! Mümkünse bir daha oda toplama işine kendini bu kadar verme!
Allah'ım ya, hâlâ zangırdıyorum, off, ben bu kadar saçma rüyalar görmek zorunda mıyım yaaa? Meraktayım, bozulan ben miyim, rüyalarım mı?
Bir defasında (çok gerçekçiydi ama!) kendimi tahtına kurulmuş sultan olarak görmüştüm, yelpazeler sallanır, yakışıklının biri meyve tabağımı tutar, balerin gibi bir kız plazma TV'mi sırtında taşır falan... Gördüm böyle rüyalar!
Ama son bomba çok acayip! Öyle ki, Yamaha'mız bile dahil... (Yamaha kim diyenlere not: Obama'nın anneanne versiyonudur, aslında aynı kişilerdir ama aksan farkından Yamaha denmektedir... Arz ederim) Az önce gördüm bu rüyayı, sıcağı sıcağına yazıyorum...
Odamı topladııım, laptop'ımı ve bilimum zerzevatımı annemin yatağının üstüne yığdım, güya misafirler benim odamı talan ederken ders çalışacağım! (Yanarım yanarım, odamı bir avuç çocuk için silip süpürdüğüme yanarım!) Ama çalışamıyor, sızıp kalıyorum. Sen misin sızan! Dangalak bir rüya gelip beni buluyor, nerem açıkta kaldıysa artık :))
Rüyamda,, Obama bizim eve anneannemin kabaklı böreklerinden yemeye gelmiş, beni görmüş, potansiyelimi hissedip stajyer olarak işe almış. Görev basit: Obama'nın ayakkabılarını sonsuza dek temiz tutmak... Alıyorum elime cam-sil (ne alakaysa) ve toz bezini, Obama nereye ben oraya, durup durupn ayakkabısını siliyorum, parlatıyorum. Bir de memnun olmuyor, 'Palavuz palavuz silme!' diyor... (Efendim, palavuz, anneannemin dilinde 'beceriksiz, dağınık, eline hiçbir iş yakışmayan kişi' demektir) Daha da beteri, toplantının ortasında kendimi yerlere atıp adamın Converse'e dönüşen siyah ruganlarını silme çabam... Tam bu sahnede uyandım ama, sağlam korktum ya... Zaten zifiri siyah adam, parıldak rugana yansıyınca çok korkunç oluyor.
Bundan çıkarılacak ders: oda toplayıp, patates salatası yiyip uyuma! Mümkünse bir daha oda toplama işine kendini bu kadar verme!
Allah'ım ya, hâlâ zangırdıyorum, off, ben bu kadar saçma rüyalar görmek zorunda mıyım yaaa? Meraktayım, bozulan ben miyim, rüyalarım mı?
Sayın Bahar
Baharcım, güzelim, iyisin, hoşsun da...
Gelince tek başına gelsen, temizlik filan olmadan? Uymaz mı sana?
Bak, senin temizlik işi yüzünden kendimi bir file pedikür yaparken kaza geçirmiş gibi hissediyorum. Hem şu temizlik olayı da çok sıkıcı! Biraz eğlenceli hale getirmeye çalışınca da anneannem kızıyor("kovayla oynama Geveze!", "sakın o ahşap temizleyicisini dökme, akrobatlığın sırası değil!", "sırf rengi güzel oluyor diye o kadar deterjan dökülmez!", "zıplama orada!"). Püfff...
Şekerim, seneye yalnız gel olur mu, free, kapiş? Bizim eve damsız girebilirsin, bu tarz zorlayıcı/bağlayıcı kurallarımız yok. Ama illa birisiyle gelmek istiyorsan bir temizlikçiyle gel... Anneanneme benden daha çok yardımı dokunur, inan!
Gelince tek başına gelsen, temizlik filan olmadan? Uymaz mı sana?
Bak, senin temizlik işi yüzünden kendimi bir file pedikür yaparken kaza geçirmiş gibi hissediyorum. Hem şu temizlik olayı da çok sıkıcı! Biraz eğlenceli hale getirmeye çalışınca da anneannem kızıyor("kovayla oynama Geveze!", "sakın o ahşap temizleyicisini dökme, akrobatlığın sırası değil!", "sırf rengi güzel oluyor diye o kadar deterjan dökülmez!", "zıplama orada!"). Püfff...
Şekerim, seneye yalnız gel olur mu, free, kapiş? Bizim eve damsız girebilirsin, bu tarz zorlayıcı/bağlayıcı kurallarımız yok. Ama illa birisiyle gelmek istiyorsan bir temizlikçiyle gel... Anneanneme benden daha çok yardımı dokunur, inan!
Kurt Cobain
Aslında bu yazıyı 3 gün kadar önce yazmam gerekirdi ama malumunuz ben üşengeç bir insanım :))
Efsane Nirvana'nın efsane solisti, Kurt Cobain'in 5 Nisan'da öldüğünü biliyorsunuzdur. Yaşca kendisini tanımak için epey küçüğüm ama birkaç yıl önce manen tanıştık kendileriyle. Ve çok sıkı bir iletişim oldu aramızda... Nirvana hâlâ en sık dinlediğim gruplardan, ve uzuuuuuunca bir süre de dinleyeceğim kendilerini.
Efsanemizin ölümüyle ilişkin söylentiler sürmektedir, bu sebeple yaşım ve bilgilerim&deneyimlerim göz önüne alındığında bu konuda yorum yapmam saçma...
Kurt, ölmek toprağa karışmaksa eğer, sen ölmedin, şarkıların dinlendikçe aramızda olacaksın ;))
Bakkalda elektro gitar ve elektrikli testere vardı. Ben gitarı aldım.
Kurt Cobain
Ay İnanmıyorum!
Benim de bir ödülüm var artık... Tobiciğim sayesinde... :))
Pek bi mutlu oldum, sırıt sırıt yazıyorum bu yazıyı :))
Hımmm... Kimlere paslasak acep?
Aphraell, Digital Kelebek, Moonsun, A. Gizem ve Pigmelerle.dans.eden, sizi seçtimmm! Güle güle ödüllenin arkadaşlar :))
Ay çok mutluyuummm :)))
Süper Anneanne
Yok artık... Anneannem artık benim şaşırma sınırlarımı zorluyor...
Gazete okurken 'Bunu mürakkeple mi lazerli şeyle mi basmışlardır?' dedi... İnanamıyorum, kadın lazerjeti'i biliyor ya! Yok yok, köy köşelerinde harcanmış valla.
Zaten kendi de söylüyor bunu... Eğer okusaymış Yamaha bile olurmuş... Yamaha kim demeyin sakın, ben dedim ve cevabımı aldım! Amerika başbakanı, kara çocuk! Obama değil ama, Yamaha! Yanlış telaffuz ediyoruz biz, o doğrusunu söylüyor aslında :))
Zamanında Kızılçullu Yüksekokulu'na gitseymiş öğretmen olacakmış. Ama ailesi izin vermemiş. Sonra altı aylık ebelik kursu açılmış, ona da gidememiş, çok kapris yapmış :)) Bence ikisi de iyi olmuş, çünkü anneannemin öğretmen olduğu bir okuldan mezun olan çocukcağızlar ya Monk gibi obsesif ya da içedönük, Willy Wonka gibi nevrotik, ya da ezik büzük, uslulukla saflık arasındaki çizgiyi hiçe saymış veletler olurlardı. Zira anneannem 14 yıldır benim, nice nice yıldır annem ve dayımın kişisel temizliğini sağlamayı görev bilmiş, zorla tırnaklarımızı kestirmiş, (tırnakların ucundaki beyazlığa alerjisi var, o bölümü yok etmeye çalışıyor... Gömgök dırnaklar temiz olmazmış... Küçüklüğümde anneme kestirirdim tırnaklarımı hep... Çünkü anneannem kesince bir daha uzamayacaklarından korkardım :))) saçlarımıza kafayı takmış, dişlerimizi fırçalatmıştır. Neyse ki sorunlu birey sayısı üç, bir okul dolusu değil.
Eğer ebe olsaydı durum daha vahimdi. Düşünün bir, sabahın köründe sağlık ocağına gelip her yeri silen, temizleyen paklayan, dolabını sallama çaylarla, temizlik zerzevatı ve şiş, yün ile dolduran, doğurttuğu çocuklara 'Ağlama!' diye pat diye geçiren bir ebenin topluma olan katkısını... Bir defa doğar doğmaz bu alem kadını gören çocukların hali nice olurdu? Şahsen ben bu deneyimi yaşamış tek insanoğluyum,(tavukların, ineklerin doğumunu gözlemişliği vardır anneannemin :))) içsel çelişkim ortada :))
Ayrıca benim saçlarımla aralarında ciddi bir husumet var... Daha önce söylediğim gibi, saçlarım haddinden fazla gür, normal bir insanın 3-5 katı filan olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Dr. Octopus'un kolları gibi, kıvır-mania. Haliyle yaklaşık yarım saatte yıkanıyor, yaklaşık 20 dakikada güç bela taranıyor (kaç tane Avon advance technique paralandı bu yolda...) ve saatler sonra ancak kuruyor. Bu sebeple bir tezi var, kestirirsem rahat edermişim, bukleleri (kolları) hafiflermiş, ara makasıyla aldırmalıymışım. (evet, ara makasından da haberdarız) Defalarca anlattım kendisine, ara makası bu kadar kıvırcık saçlar için değil diye... Papaz gibi oluyorlar sonra. Ve ne kadar kısalırsa bukleler (kollar) o kadar kıvrılmaya meyilli oluyor, taranması güçleşiyor. Kendileri ben küçücüüükken bir dondurmayla kandırıp kıııpkısa kestirmişlerdir, uzayana kadar annemle benim imanım gevremiştir. Kendisi saçlarıma elini sürmemiştir, o tarayınca canım yanıyormuş da...
Ayrıca ben, ona verilmiş tatlı belaymışım... Beni seviyormuş ama huylarımı hiç hazzetmiyormuş... Mahallede görüp de kınadığı serseri çocuklardanmışım, derli toplu olmayı bilmiyormuşum, her yeri dağıtıyormuşum, sessiz sakin duramıyormuşum, çen çen konuşuyormuşum, usul adab bilmiyormuşum, işime gelince kibar olmayı pek biliyormuşum, ayıya dayı demeyi hiiç bilmiyormuşum, her doğruyu her zaman pat diye söyleyip başıma çorap örüyormuşum, bu kadar umursamaz olursam evde kalırmışım, (daha 14 yaşındayım, kadın neleri düşünüyor... püffff....) resim yapmaya ayırdığım vakti derslerime ayırsaymışım alim olurmuşum, kamerayla bakmaya ayırdığım vakti resme ayırsaymışım da Picasso olurmuşum... (Picasso, evet, biliyor... Kübizm akımının öncüsü... Ama kübizm ne, onu bilmiyor işte...) Anneme hiç yardım etmiyormuşum, hep sağa sola laf atıyormuşum...
Bir de köy maceralarımız var ki sormayın gitsin... Kendisi Foça'nın Kocamehmetler köyünde doğmuş ama annesi Aliağa, Samurlu'danmış... Kocamehmetler köyünün dağılmasına karşın(bunun da bir öyküsü var, bir ara yazarım) Samurlu hâlâ ayakta. Her yaz ite kaka gidiyoruz oraya, isimlerini bile bilmediğim yakın akrabalarımızın pörsümüş ellerini öpüyorum, (bir akrabanın kim olduğunu sorduğumda aynen şöyle demişti: 'Aaa! Nasıl tanımazsın, can akrabamız, has akrabamız o! Hani dedenin (anneannemin babasına da dede diyorum) amcaoğlu vardı ya, onun kızının kızının oğlu var ya, X dayı, onun eniştesi işte...) 'Evlatlar nasıl, tayfa nasıl?' muhabbetlerine katlanıyorum, sakızımı balon yapmıyorum, kulağıma o kulak içi şeysini takmıyorum... (kulak içi kulaklık demek istiyor) Bunu saatlerce her akrabanın evinde tekrarlıyorum... Küçükken bu akraba ziyaretleri esnasında pek çok skandala neden olmuşumdur... Keçileri olan bir akrabanın evine girmemiş('Tekboynuzlu atları mutasyon geçirmiiiş!!!'), koyun yoğurdu ikram eden bir akrabaya 'Bu yoğurt sizin gibi kokuyor!' demiş, 50nin üstündeki bir akrabaya 'Aaa! Sizin bilgisayarınız yok mu?' demişimdir ve daha nice nice nice... Tabii her seferinde tonlarca azar işitmişimdir, kahkahalar eşliğinde...
Bir de anneannemin pek sevmediği, dürüst olalım, kıl olduğu bir komşu beni zorla öpmeye çalışınca karnına sağ kroşemi şaaak diye oturmuştum da... Eve dönerken bana en sevdiğim dondurmadan almıştı :))
Her beyaz oje sürdüğümde ellerime bakıp 'yoğurtlu patlıcan'a benzediğimi söylese de seviyorum keratayı bea...
Basketbol maçlarımdan birinde de amigoluk yapmıştı, ne kadar eğlendik anlatamam! Bana bissürü masal anlatırdı, uyumam veya yemek yemem şartıyla. Bu iki konuda da problemleri olan bir sümüklüydüm de :))
Saflığından ya da temiz kalpliliğinden herkesin işine koşar, onun bir işi olunca kabak gibi kalakalır... Ama onun deyimiyle 'Hıyarım diyene bir avuç tuzla koşmaktan' da geri kalmaz...
Bana düşük not veren öğretmene kaç defa beraber sövdük, sayamam valla... Gerçi o genelde epeyce sansüre uğratarak söver ama... :))
Elinden her iş gelir, bağrış çığrış da olsa bissüssü ödev yaptık beraber :)) Çok iyi hamur oynar, bez bebek diker, lego, mikado, monopoly, tavla, pişti, milyoner, scrabble uzmanlık alanlarındandır. Huysuz da olsa başıma gelen en tatlı insandır kendileri, aynı zamanda kankardeşimdir... İyi ki vardır...
Gazete okurken 'Bunu mürakkeple mi lazerli şeyle mi basmışlardır?' dedi... İnanamıyorum, kadın lazerjeti'i biliyor ya! Yok yok, köy köşelerinde harcanmış valla.
Zaten kendi de söylüyor bunu... Eğer okusaymış Yamaha bile olurmuş... Yamaha kim demeyin sakın, ben dedim ve cevabımı aldım! Amerika başbakanı, kara çocuk! Obama değil ama, Yamaha! Yanlış telaffuz ediyoruz biz, o doğrusunu söylüyor aslında :))
Zamanında Kızılçullu Yüksekokulu'na gitseymiş öğretmen olacakmış. Ama ailesi izin vermemiş. Sonra altı aylık ebelik kursu açılmış, ona da gidememiş, çok kapris yapmış :)) Bence ikisi de iyi olmuş, çünkü anneannemin öğretmen olduğu bir okuldan mezun olan çocukcağızlar ya Monk gibi obsesif ya da içedönük, Willy Wonka gibi nevrotik, ya da ezik büzük, uslulukla saflık arasındaki çizgiyi hiçe saymış veletler olurlardı. Zira anneannem 14 yıldır benim, nice nice yıldır annem ve dayımın kişisel temizliğini sağlamayı görev bilmiş, zorla tırnaklarımızı kestirmiş, (tırnakların ucundaki beyazlığa alerjisi var, o bölümü yok etmeye çalışıyor... Gömgök dırnaklar temiz olmazmış... Küçüklüğümde anneme kestirirdim tırnaklarımı hep... Çünkü anneannem kesince bir daha uzamayacaklarından korkardım :))) saçlarımıza kafayı takmış, dişlerimizi fırçalatmıştır. Neyse ki sorunlu birey sayısı üç, bir okul dolusu değil.
Eğer ebe olsaydı durum daha vahimdi. Düşünün bir, sabahın köründe sağlık ocağına gelip her yeri silen, temizleyen paklayan, dolabını sallama çaylarla, temizlik zerzevatı ve şiş, yün ile dolduran, doğurttuğu çocuklara 'Ağlama!' diye pat diye geçiren bir ebenin topluma olan katkısını... Bir defa doğar doğmaz bu alem kadını gören çocukların hali nice olurdu? Şahsen ben bu deneyimi yaşamış tek insanoğluyum,(tavukların, ineklerin doğumunu gözlemişliği vardır anneannemin :))) içsel çelişkim ortada :))
Ayrıca benim saçlarımla aralarında ciddi bir husumet var... Daha önce söylediğim gibi, saçlarım haddinden fazla gür, normal bir insanın 3-5 katı filan olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Dr. Octopus'un kolları gibi, kıvır-mania. Haliyle yaklaşık yarım saatte yıkanıyor, yaklaşık 20 dakikada güç bela taranıyor (kaç tane Avon advance technique paralandı bu yolda...) ve saatler sonra ancak kuruyor. Bu sebeple bir tezi var, kestirirsem rahat edermişim, bukleleri (kolları) hafiflermiş, ara makasıyla aldırmalıymışım. (evet, ara makasından da haberdarız) Defalarca anlattım kendisine, ara makası bu kadar kıvırcık saçlar için değil diye... Papaz gibi oluyorlar sonra. Ve ne kadar kısalırsa bukleler (kollar) o kadar kıvrılmaya meyilli oluyor, taranması güçleşiyor. Kendileri ben küçücüüükken bir dondurmayla kandırıp kıııpkısa kestirmişlerdir, uzayana kadar annemle benim imanım gevremiştir. Kendisi saçlarıma elini sürmemiştir, o tarayınca canım yanıyormuş da...
Ayrıca ben, ona verilmiş tatlı belaymışım... Beni seviyormuş ama huylarımı hiç hazzetmiyormuş... Mahallede görüp de kınadığı serseri çocuklardanmışım, derli toplu olmayı bilmiyormuşum, her yeri dağıtıyormuşum, sessiz sakin duramıyormuşum, çen çen konuşuyormuşum, usul adab bilmiyormuşum, işime gelince kibar olmayı pek biliyormuşum, ayıya dayı demeyi hiiç bilmiyormuşum, her doğruyu her zaman pat diye söyleyip başıma çorap örüyormuşum, bu kadar umursamaz olursam evde kalırmışım, (daha 14 yaşındayım, kadın neleri düşünüyor... püffff....) resim yapmaya ayırdığım vakti derslerime ayırsaymışım alim olurmuşum, kamerayla bakmaya ayırdığım vakti resme ayırsaymışım da Picasso olurmuşum... (Picasso, evet, biliyor... Kübizm akımının öncüsü... Ama kübizm ne, onu bilmiyor işte...) Anneme hiç yardım etmiyormuşum, hep sağa sola laf atıyormuşum...
Bir de köy maceralarımız var ki sormayın gitsin... Kendisi Foça'nın Kocamehmetler köyünde doğmuş ama annesi Aliağa, Samurlu'danmış... Kocamehmetler köyünün dağılmasına karşın(bunun da bir öyküsü var, bir ara yazarım) Samurlu hâlâ ayakta. Her yaz ite kaka gidiyoruz oraya, isimlerini bile bilmediğim yakın akrabalarımızın pörsümüş ellerini öpüyorum, (bir akrabanın kim olduğunu sorduğumda aynen şöyle demişti: 'Aaa! Nasıl tanımazsın, can akrabamız, has akrabamız o! Hani dedenin (anneannemin babasına da dede diyorum) amcaoğlu vardı ya, onun kızının kızının oğlu var ya, X dayı, onun eniştesi işte...) 'Evlatlar nasıl, tayfa nasıl?' muhabbetlerine katlanıyorum, sakızımı balon yapmıyorum, kulağıma o kulak içi şeysini takmıyorum... (kulak içi kulaklık demek istiyor) Bunu saatlerce her akrabanın evinde tekrarlıyorum... Küçükken bu akraba ziyaretleri esnasında pek çok skandala neden olmuşumdur... Keçileri olan bir akrabanın evine girmemiş('Tekboynuzlu atları mutasyon geçirmiiiş!!!'), koyun yoğurdu ikram eden bir akrabaya 'Bu yoğurt sizin gibi kokuyor!' demiş, 50nin üstündeki bir akrabaya 'Aaa! Sizin bilgisayarınız yok mu?' demişimdir ve daha nice nice nice... Tabii her seferinde tonlarca azar işitmişimdir, kahkahalar eşliğinde...
Bir de anneannemin pek sevmediği, dürüst olalım, kıl olduğu bir komşu beni zorla öpmeye çalışınca karnına sağ kroşemi şaaak diye oturmuştum da... Eve dönerken bana en sevdiğim dondurmadan almıştı :))
Her beyaz oje sürdüğümde ellerime bakıp 'yoğurtlu patlıcan'a benzediğimi söylese de seviyorum keratayı bea...
Basketbol maçlarımdan birinde de amigoluk yapmıştı, ne kadar eğlendik anlatamam! Bana bissürü masal anlatırdı, uyumam veya yemek yemem şartıyla. Bu iki konuda da problemleri olan bir sümüklüydüm de :))
Saflığından ya da temiz kalpliliğinden herkesin işine koşar, onun bir işi olunca kabak gibi kalakalır... Ama onun deyimiyle 'Hıyarım diyene bir avuç tuzla koşmaktan' da geri kalmaz...
Bana düşük not veren öğretmene kaç defa beraber sövdük, sayamam valla... Gerçi o genelde epeyce sansüre uğratarak söver ama... :))
Elinden her iş gelir, bağrış çığrış da olsa bissüssü ödev yaptık beraber :)) Çok iyi hamur oynar, bez bebek diker, lego, mikado, monopoly, tavla, pişti, milyoner, scrabble uzmanlık alanlarındandır. Huysuz da olsa başıma gelen en tatlı insandır kendileri, aynı zamanda kankardeşimdir... İyi ki vardır...
Şeytan Marka Giyer
Cehennem topuklarının üzerinde...
Evet, bu filmi özetleyen cümle budur! Biraz eski bir film olmasına rağmen (2006) ben yeni izledim :))
Kitabını da alma kararı verdim filmi izledikten sonra... Ayrıca Üç Kadın Üç Pırlanta'yı da gözüme kestirmiş bulunmaktayım...
Filme dönecek olursak, gayet neşeli bir yapıt. İzlerken büyük keyif aldığımı, Meryl Streep için çok sadist şeyler düşündüğümü itiraf ediyorum. O kadar doğal bir diktatör havası var ki kadında...
Konusunu şöyle özetleyeyim, Dolce & Gabbana yazmaktan aciz Andy Sachs(Anne Hathaway), es kaza New York moda dergisi editörü Miranda Priestly'nin (Meryl Streep) asistanı olur. İlk zamanlarda bu iş Andy için iyi bir referans demektir, bir yıl dayansa yeterlidir. Ama işkenceden farksızdır, Miranda bir sözüyle cannına okuyabilmektedir. Derken Andy hayatının kararını verir: Savaşacaktır! Yoğun çabalar sonucu bu işi öğrenmeye başlar, bu arada giyinmeyi de öğrenecektir... Derken Paris Moda Haftası kapıları aralanır ve ipler kopma noktasına gelir...
Saftirican
Çok saf bir insanımdır söylemesi ayıp. 'Abareeeey, ufo!' deseniz 'Hö? Nerde kii?' diye saf saf bakarım... Kaç defa bu yüzden alay konusu oldum sayamadım. Ama muittin kılıklı ben akıllanır mı? Nerdeee... Aynı şakayla üç beş defa keklenebilirim... Sadece şakaya...
Ama birisi bir defa güvenimi sarsınca... Ne dese inanmam. Kimliğini gösterse sahteliğinden şüphe edecek kadar paronaya olabilirim...
Bunu yakınlarıma söylerim, 'Ne kadar kötü olursa olsun doğruyu söylen...' diye. Pek de inandırıcı olamam, ama bilmiyorlar ki, hiçbirine bir defa olsun yalan söylemedim, 'Bu konuda hassasım!'
Serim bölümünü geçersek...
Böğrüme bastığım, 'Böbeem' dediğim bir zat-ı muhterem tarafından acı bir biçimde bıçaklanmaktayım.
Düşünün, bir savaştasınız, ittifakınız çok, çünkü zamanında siz de herkesi karşınıza almak pahasına defalarca onlarla ittifak kurdunuz. Şu anda da sizin yaptığınızı onlardan bekliyorsunuz, hiç de olmazsa yanınızda olmalarını, bir tebessümü esirgememelerini...
Savaş çetin olduğundan, her cepheye bir ittifakınız geçiyor, siz ise şarıl şarıl kanayan yaralarınıza aldırmadan sağa sola koşuşturup çabalıyorsunuz.
O da nesi! Güvendiğiniz dağlara karlar yağıyor, savaşın güçlüğünü gören herkes birer birer çekiliyor. 'Olsun,' diyorsunuz, 'En sevgili(ler) yanımda...' Kırılıyorsunuz, zamanında onlara yaptığınız yardımları hatırlayarak... Ama pişman olmuyorsunuz, olmazsınız da zaten...
Karanlığın en baskın olduğu, zafere en yakın anda en sevgili(leri)niz de sizi terk ediyor güneş doğraken... 'Dur, bekle!' diyorsunuz, arkalarına bakmadan çekip giderlerken, 'Güneş, orada!' Ama umurlarında olmuyor, çünkü yorgunlar, ruhları gün gibi gerçeğe bakamayacak kadar, verdiği sözü hatırlamayacak kadar bitkin, yalan söylediğini idrak edemeyecek kadar basiretsiz... 'Sonuna kadar tam yanınızda' olmuyorlar, 'Vefalı dost'tan çok uzaklar...
Gittikleri yer, daha dün kardeşi yerindeki ittifakını satmış, onları görüp yanlarına almak istemiş bir yer... Siz ise saftirican, vefa örneği, her dediklerine inanan, 'Ah!' deyince kahkahanızı kesip koşan, 'Haha!' deyince gözyaşlarınızı silip dudaklarını kıvıran saftirican... Düşünüyorsunuz yaptıklarınızı, verdiğiniz ödünleri, döktüğünüz kanları... Pişman mısınız? EVET! Derken biri geliyor, onların size söylediği diğer yalanları gözlerinizle buluşturuyor. Başınız dönüyor, sendeliyorsunuz... Kurtulmakta olan kale gidiyor, doğan güneş karanlığa gömülüyor... Tutunacak tek bir dalınız yok...
Yaralarınızı sardıktan sonra, eski gücünüzü ellerinizin üstünde yürüyerek bulduktan, eski siz olduktan sonra, işlerine yarar hale geldikten sonra dönseler, 'İstemeden oldu... Affet, farkında değildik... Göremedik, görmemize izin vermediler...' deseler, hâlâ pişmanlık hisseder misiniz? Eski saftirican olur musunuz ya da olabilir misiniz? Bir daha onlara sırtınızı verebilir misiniz? Yapabilir misiniz gerçekten? Eğer yapabilirseniz, eğer eski saftirican olabilirseniz, bir ara bana bu konuda ders vermenizi rica edeceğim...
Ama birisi bir defa güvenimi sarsınca... Ne dese inanmam. Kimliğini gösterse sahteliğinden şüphe edecek kadar paronaya olabilirim...
Bunu yakınlarıma söylerim, 'Ne kadar kötü olursa olsun doğruyu söylen...' diye. Pek de inandırıcı olamam, ama bilmiyorlar ki, hiçbirine bir defa olsun yalan söylemedim, 'Bu konuda hassasım!'
Serim bölümünü geçersek...
Böğrüme bastığım, 'Böbeem' dediğim bir zat-ı muhterem tarafından acı bir biçimde bıçaklanmaktayım.
Düşünün, bir savaştasınız, ittifakınız çok, çünkü zamanında siz de herkesi karşınıza almak pahasına defalarca onlarla ittifak kurdunuz. Şu anda da sizin yaptığınızı onlardan bekliyorsunuz, hiç de olmazsa yanınızda olmalarını, bir tebessümü esirgememelerini...
Savaş çetin olduğundan, her cepheye bir ittifakınız geçiyor, siz ise şarıl şarıl kanayan yaralarınıza aldırmadan sağa sola koşuşturup çabalıyorsunuz.
O da nesi! Güvendiğiniz dağlara karlar yağıyor, savaşın güçlüğünü gören herkes birer birer çekiliyor. 'Olsun,' diyorsunuz, 'En sevgili(ler) yanımda...' Kırılıyorsunuz, zamanında onlara yaptığınız yardımları hatırlayarak... Ama pişman olmuyorsunuz, olmazsınız da zaten...
Karanlığın en baskın olduğu, zafere en yakın anda en sevgili(leri)niz de sizi terk ediyor güneş doğraken... 'Dur, bekle!' diyorsunuz, arkalarına bakmadan çekip giderlerken, 'Güneş, orada!' Ama umurlarında olmuyor, çünkü yorgunlar, ruhları gün gibi gerçeğe bakamayacak kadar, verdiği sözü hatırlamayacak kadar bitkin, yalan söylediğini idrak edemeyecek kadar basiretsiz... 'Sonuna kadar tam yanınızda' olmuyorlar, 'Vefalı dost'tan çok uzaklar...
Gittikleri yer, daha dün kardeşi yerindeki ittifakını satmış, onları görüp yanlarına almak istemiş bir yer... Siz ise saftirican, vefa örneği, her dediklerine inanan, 'Ah!' deyince kahkahanızı kesip koşan, 'Haha!' deyince gözyaşlarınızı silip dudaklarını kıvıran saftirican... Düşünüyorsunuz yaptıklarınızı, verdiğiniz ödünleri, döktüğünüz kanları... Pişman mısınız? EVET! Derken biri geliyor, onların size söylediği diğer yalanları gözlerinizle buluşturuyor. Başınız dönüyor, sendeliyorsunuz... Kurtulmakta olan kale gidiyor, doğan güneş karanlığa gömülüyor... Tutunacak tek bir dalınız yok...
Yaralarınızı sardıktan sonra, eski gücünüzü ellerinizin üstünde yürüyerek bulduktan, eski siz olduktan sonra, işlerine yarar hale geldikten sonra dönseler, 'İstemeden oldu... Affet, farkında değildik... Göremedik, görmemize izin vermediler...' deseler, hâlâ pişmanlık hisseder misiniz? Eski saftirican olur musunuz ya da olabilir misiniz? Bir daha onlara sırtınızı verebilir misiniz? Yapabilir misiniz gerçekten? Eğer yapabilirseniz, eğer eski saftirican olabilirseniz, bir ara bana bu konuda ders vermenizi rica edeceğim...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)