Kırmızı Başlıksız Kız

Ben karar verdim, İzlanda'ya yerleşeceğim, yeter bu kadar kargaşa...
sebep 1
sebep 2 -elektrikdeucuzmşkıznazan-
sebep 3
sebep 4 -bigünyicemseni-

ps: eğer bana kimin dayak attığını ya da grip virüsü bulaştırdığını bulabilir de kendime gelirsem reenkarnasyon hikayemi anlatacağım... anlatmazsam sen de döv beni okurcanım... hıçk..

Yees, He Has!

Mekan: Okul
Zaman: İngilizce dersi

Ti'çağ (teacher demeye çalışan İngiliz özentisi) kelime söyler, öğrenciler de onu İngilizce olarak tanımalak için ıkınırlar, nihayet sınıfın Bezgin Bekir'ine sıra gelir:
Ti'çağ: Funny?
Öğrenci 1: asdfjkhl -ne dediğini duyamayız, hıhı :))-
Ti'çağ: Yeeeeees, he has a good sense of humour! Plus!
Öğrenci 2: Ama o sadece humour dedii!

-şimdiİngilizceyazmışoldumevetanne-

Sakar!

Kabul, kabul... Sakarım!

Yok yani, eğer yemekhaneden çıkarken kapıyı ıskalayıp elindeki tepsiyi uçuran, dizlerine gelen eteğin üstüne basıp düşen, gözlüğünü silerken kıran, kapıyı kilitleyip anahtarı üstünde bırakıp okula giden ve apartmana girmek için kılıktan kılığa giren, kolunu hafifçe kaşıdığını sanarken eline nemli birşey geldiğinde kolunu kanattığını fark eden, İttihat ve Terakki'cilere Yahudi diyen, su yerine gazoz alıp da kantinciye 'Bana niye su verdin, gazoz istiyorum ben!' diyen, film izlerken galeyana gelip elindeki tatlı tabağını kıran birine söylenecek başka bir şey varsa söyleyin, kendime öyle hitap edeyim :))


Şimdi kel alaka ama; annem diyor ki blogumda İngilizce de yazsam ne hoş olurmuş, Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi hariç İngilizce bişey de okumuyormuşum, kendimi geliştirmem lazımmış... Sen ne dersin ki dear okur; annem haklı mı? Değil di mi, değilll :)) -üzerinde hiç baskı yok, ne düşünüyorsan açıkça söyle-

Ne Psikopatlar Var Dünyada!

Dünya üzerinde yşayan hemen her insanın psikolojik bir problemi oluğunu şiddetle iddia ediyorum! Örnek mi?

Gözümün içine baka baka 'Aranızda öyleleri var ki, çok şımartılmış! Her dediği alınmış, her istediği yapılmış! Ama benim dersimde olmaz, değil mi Geveze?' diyen rehberlikçi/matematikçi karışımı insan... Yok abi, bu kadınla olan diyaloglarım bile başlı başına bir blog olur!

Verdiği ödevi -perşembe verdiği, cumaya istediği ödevi- vaktim olmadığı için yapAmadığımı, pazartesiye getirebileceğimi söylediğimde ne işim olduğunu, nasıl vaktim olmadığını bağıra bağıra soran -ve 'Bu ödeve ayıracak vaktim kalmamıştı' cevabını alan- diğer öğretmen...
-İnsaf ya, İN-SAF! Bir günde nasıl dört kuşak sülalemin ebesini öğrenip genotipini yazacaktım? Nereden fotoğrafını bulacaktım 50 yıl önce ölmüş büyük ninemin? Nasıl yapıştıracaktım kartona?-

Gidip kendine servet değerinde takım elbise alan ve ben üç aydır istediğim şeyi hatırlatınca kızan ebeveyn...

Beraber emeklediğim, beraber konuştuğum, beraber büyüdüğüm; sıra arkadaşım, dert ortağım en iyi arkadaşımı kıskanan dallama...

Bir lütufmuşcasına sorduklarıma cevap veren, arkamdan dolap çeviren insan... İnsan?

Bir de ben... Tüm bunların üzerine tüy dikermişcesine beş gündür toplam üç saat uyuyan, dört kişilik grup çalışmasını sırf huysuzluğu ve 14 yıldır yapması gereken her şeyi kendi yapan ve grup kelimesinden nefret eden, dikkatini toplamayı beceremeyen, siniri burnunda, kendi kendine bağıran ben...

Anlamıyorum, birinin bana garezi mi var? Yukarıdaki, eğer sen hala oradaysan, ben niye hala buradayım? Sorun bende mi, ötekilerde mi? Asi miyim, koyun mu? ohfffhfhfn...

Alarma Alarma


Hep derlerdi kelli felli pos bıyıklı profesörler; internet sosyal hayatı olumsuz etkiliyor, diye...
Doğruymuş a dostlar!
Nerden mi bildim?
Sosyal çevrem çöküyor!

Cidden bak, müdürcanımız sınıfları değiştirdiğinden beri bi cool oldum, bi cool oldum, sen de Woody Allen, ben diyim Stanley Kubrick... O derece...

Zaten geçen sene bir arkadaşın attığı muhteşem kazık yüzünden sınıfın yarısıyla saç baş olduk :) Sonra rehberlikçi sırtıma tabanca dayadı da öpüşüp barışır gibi yaptık.

Biliyordum mecbur olmadıkça onlarla konuşmayacağımı, ama konuştuğum diğer insanlar da başka sınıflara, başka memleketlere dağılmış...

Yukarıdan bir mesaj mı bu internetten vazgeçmem için? Cık, ııı, yusuf yusuf...

Onu geçtim, son iki gündür doğru düzgün konuşamadım, hepisi içimde kaldı; yanarım yanarım ona yanarım...

Blogger Şaşırma, Sabrımızı Taşırma!

Blogger, iyisin, hoşsun, seni seviyoruz ailecek ama haddini bil haddini!

Kızıaaam, tam ilhamilerim beynimde uçuşuyor, 'Oops, this link appears to be broken!'
Tam bir bloga girmek istiyorum, 'Oops, this link appears to be broken!'

Cıkcıkcıkcıkcıkcıkcık! Çok sinirlendim, bloguma bakamıyorum, yorumları cevaplayamıyorum. Heyhaaaat, bu hayatı daha fazla sürdürmek istemiyorum!
Akıllı ol, kendine gel; hayat kalitemi yükselt!

Not: Bu hafta içinde teslim etmem gereken Türkçe ödevim için bir anıya ihtiyacım var, sizde fazla varsa ödünç alabilir miyim? -eğer ödünç anı bulamazsam uyduracağım, onun için bir önerin varsa dear okur, o da kabulüm-

Anneanne İşkenceleri


Her çarşamba insan trafiğine açık ve engelli parkurda yapılan pazar kod adlı alış veriş çılgınlığı bu gün de kapımızın önüne kondu. E ananem boş durur mu, hemen spor ayakkabılarını geçirdi ayağına -cidden, Reebokları var- ve benim evde olmamdan istifade ederek koluma yapıştı. Avuç içi kadar pazarı bir saat boyunca dolaştık.


Olayın anlamadığım yanı şu: Birbirine tıpatıp benzeyen domatesleri, patlıcanları ve fasulyeleri nasıl kıyaslıyoruz? İyi olup olmadıklarına karar vermek için bütün pazarı gezmeye mi ihtiyacımız var? Sonuçta alacağımız şey domates! Bir kilo domates! Ne gerek var ki bu kadar incelemeye?
Yok eğer en muhteşemini arıyorsak ben bu işte yokum. Çünkü aralarında devasa farklar olan o iki fasulyenin renk tonları da, çap ve ebatları da benim gözümde aynı... Hatta çok şaşıracaksın ananecim ama genetik yapıları da aynı!
Ayrıca, eğer tipini beğenmediysen o patlıcanların, ne diye fiyatını öğrenmek için 7,5 aylık yağlı teyzelerin arasına sıkışma çabası veriyorsun?
Tek bir iyi yanı varsa bu pazar işkencesinin; ananemin kereviz almasına mani oldum.

İzninle Güzelim, Annene İletilecek Selamım Var!

Fon müziki

Şimdi benim bazı meraklarım var, ama tahlikeli merak bunlar...

Mesela, alsam elime Rotring Tikky'yi, saplasam bir arkadaşın böğrüne, cinayet sayılır mı?
Onu geçtim, Zafer Meydanı*'ndaki havuzumsu şeylerin içine atlayıp böğür böğür 'I kissed a gurl!' desem, Bakırköy'e nakledilir miyim?
Peki ya terliklerimi kulaklarıma taksam, iç çamaşırlarımı günlük kıyafetlerimin üstüne giysem, rengarenk çoraplarımı bacaklarıma geçirip 'Hey barmen, bir Martini Bianco!' desem yarının üçüncü sayfa başlığı olur muyum?
Veya gözümün üstüne eşşek kadar bir saç tutamı kapatıp, sağımı solumu alakasız daracık siyah kıyafetlerle kaplayıp gözlerimi kömür karasına boyasam, 'iNaNMı0ruM yhaNé 0ha faLaN 0LdhuM' desem kendime mi gelirim, üzerine kahve dökülen laboratuvar deneyine mi dönerim?
Dövmecide sırtıma Poseidon haritası yaptırıp pastel boyalarımla içini boyasam, burnumun üzerine sinek, ayağımın üstüne flip flop terlik şekli attırsam öldüğümde mundar gider miyim?
Hadi onun yerine Hayat'ın annesine selam söylesem, Kadir Gecesi sabahında aynanın karşısında yamuk yumuk bir ben bulabilir miyim?

*Zafer Meydanı; Aydın'ın tek ve en büyük meydanıdır, arz ederim.
YaYalım gerelim; ekonomiye can verelim.

Arşidükler Kovalasın Seni

-Geveze bir milyon kafasıyla soru okumaktadır...-




28 Haziran 1914; Sırp Milliyetçiler...

Hani altın işlemeler olurdu, sırma diyorlardı di mi ona...

..arşidük...

Eziik, kral bile olamamış; anca bizim soruya girmiş...

...arşidük Ferdinand'ı...

Franz Ferdinand diye bir adam vardı...

...öldürdüler.

Kimi?



28 Temmuz...

Kuzenim Temmuz doğumlu benim...

...1914, Avusturya Macaristan...

Bunlar niye iki ismi birleştirmemişler, yazarken yer kaplıyor...

...milliyetçiliği...

Ne saçma bir akımdır bu...

...yıkmak...

Yok o ırkçılıktı, tamam sen devam et emmioğlu...

...için Sırbistan'a savaş...

Don't make war, make... Neyse...

...ilan etti...

Niye?


29 Temmuz 1914...

Bunların hepsi aynı yıl mı oluyor, entrikaya bak beah...

...Rusya...

Bu adamlar da Akdeniz'e takmışlar...


Derken silkelenip kendine gelen Türk genci tekrar okumaya çalışır, ama kendini sayfanın köşesindeki 09'dan tavşan yapmaya çalışırken yakalar.

Derken deneme biter, bir öğretmen Geveze'ye sorar:
-Kalıyor musun ÖDS'de Geveze?
-Arşidükler kovalasın ÖDS'yi!

3.50lik Dürbünümden Bakıyorum Sana


Evet, evet; numaram ilerledi...


Yakında teleskop merceklerini gözlük niyetine kullanacağım, farkındayım.


Ama merak da ediyorum hani, niye ilerliyorlar ki? Yok, internet bağımlısı olabilirim ama bir saati geçmez buluşma süremiz... Kitap desen resmen spot ışıklarının altında okuyorum, horul horul da uyuyorum... Eee, nerden bu değirmenin suyu?


Genetik olabilir belki, hıhı.. Ben bir gidip göz-lem yapayım...
Bi rahat duramıyorum di mi...

Önceki temayı pörtlettim, hayırlı olsun...

Melankolia, ahın mı tuttu acep?

Sel Felaketi


Dün haberlerde gözüme çarptı ilk, şaşırdım, bir anlam veremedim o çamurlu sulara... Derken korku filmi setinden fırlamışa benzeyen o sahnelerin gerçek olduğunu öğrendim.


2010 Kültür Başkenti olacak İstanbul muydu bu? Maalesef evet, onlarca cesedi sulara gömen İstanbul'du bu...


Susayım diyorum, ama olmuyor; Avrupa'nın kuzeyinde ne çok yağmur yağıyor... Ama hiçbiri bu kadar büyük çaplı bir felaketle sonuçlanmıyor. Oradaki vatandaş da vergisini ödüyor, buradaki de... Her nedense sonuçlar arasında dağlar kadar fark var.

Hırsızın hiç mi suçu yok, demeyin; yağıştır, afettir olur, ama metrelerce de yükselmez ki!



Hayatını kaybedenlerin yakınlarına sabır diliyorum, yetkililerin de birşeyler yapması gerektiğini, başbakanı sel bölgesine çağırınca işin bitmediğini düşünebilmeleri gerektiğini söylüyorum...

Bir Varmış Bir Yokmuş

Bir zamanlar yemyeşil kırlarda hop hop hoplayan, zıp zıp zıplayan, mavi ikonunu boynuna takan, sağından solundan kuiz akan bir kuizz.com vardı.

Üyeleri üşenmeden, parmaklarının yorulmasına aldırmadan clikler, clikler, cliklerdi... Onlarca kuiz hazırlar, yüzlerce kuiz çözerdi...


Derken bu güzide site tenhada Tokio Hotel fanları tarafından kıstırıldı. Kategorileri yağmalandı, sağı solu abuk zottirik, iki lafından biri 'Tooğğğm, eşkiğğğm!', 'Biiiiiğğllllğğ, böbbeeğğm!' oldu...


Bunu gören tek gözlü emolar 'Né 0Luyh0 ßéßéğim, ßizshiz qhuiz mi 0Lurmuş héch?' diye ortama langırt diye daldılar, kendilerince konuşmaya başladılar.


Derken düzgün Türkçe ile yazılmış, içinde 'Bill', 'Tom', 'Kaulitz', 'İkizler' ve 'Tokio Hotel' geçmeyen kuizz bulabilmek için yağmur ormanlarında safariye çıkmak gerekti...


Yetkili bey, -niye 'bey'? hanım da olur!- duy sesimi... Yap bişeyler, ağız tadıyla kuizz çözelim lütfen!


PS: Canlar, kuzular; TH kuizi hazırlayın tabii ama vur deyince de öldürmeyin ya...

Dünya Aydınlılar Günü

Bu gün Dünya Aydınlılar Günü'ymüş...

Garipsedim... Bir de 'Dünya' diyor ya, birden onlarca soru beynime baskın yapıyor:
**Fildişi Sahilleri'nda ya da Kenya'da Aydınlı var mıdır?
**Ne yapacaklar ki bu gün?
**Meşhur Aydınlılar Aydın'a gelip sırıt sırıt poz mu verecek?
**Seneye da kutlanacak mı?
**Niye Dünya Ankaralılar Günü yok?
**Aydınlılar'a ödül filan mı verilecek?
**Bu günün amacı ne?
**Gelecekte sırf bu günü kutlayabilmek için nüfusunu Aydın'a taşıyanlar olur mu?
**Keşke okullar açıkken kutlansaymış... Belki tatil olurdu... Olur muydu?

Düşünüyorum da, mesela her il takvimden bir gün seçse kendine, ne kadar komik olurdu...
Dünya Adanalılar Günü'nde kebap yerdik, Dünya Antalyalılar Günü'nde denize girerdik, peki Dünya İzmirliler Günü'nde ne yapardık? Çeşitli ülkelerde 81 ilin günleriyle alakalı festivaller düzenlesek Dünya Çorumlular Günü'nde ne yapılırdı?

Hayal etmek bile eğlendirdi beni :))
Pop dinlemiyorum ama Madonna'ya bayılıyorum :))

Madonna'nın MySpace'i varmış, en son bugün girmiş...

Diyom ki ben de mi bi MySpace şeetsem?

Kılavuzu Karga Olanın


Şeyi şeyden şey olmazmış...

İki yıldır saç saça baş başa kavga ettiğimiz, öğrenci değil rahibe yetiştirdiğini düşündüğüm, odamdaki posterleri ve bilgisayarı kaldırmaya çalışan, mesajlarımı okuyan, beni ve bütün öğrencileri billboard yerine koyan, saati dakikasına program hazırlayan, facebooku olan arkadaşların 'in a relationship' seçeneğini işaretlediği anı burunlarından getiren, günde 300 soru çözdürmeye kalkan, en yakın arkadaşımı sevgilim sanan, beni müdüre şikayet eden ama aradığını bulamayan, PDRciye götürüp de 'Bu kız gayet normal, aklı başında.' cevabını alınca histeri krizi geçiren rehberlikçim değişememiş...

Nasıl mutluyum, nasıl huzurluyum, nasıl nasıl nasıl nasıl öld... Öhöm, neyse...

Oley

Yepppisyeni temamla karşınızdayım :))

Cihad'a da teşekkürler bu arada ;))

Biyografi?

Bazen kendime söyleyecek söz bulamıyorum...

'Biyografi' yerine 'biyoloji' yazan başka biri varsa eğer, alnından öptüm... -zira kendi üzerimde deneyip başarısız oldum, alnıma yetişmem mümkün değil-

Kısaltmana Kısaltmana Yandım


Farkında mıyız gençlik, her elimize geçeni kısaltıyoruz... Sürekli bir hareket tasarrufu, bir iş kolaylığı arayışında değil miyiz?


Ceviz kırma aletinden tut da sarımsak soymak, sarma sarmak için basit makineler üretmişiz, maksat zaman kazanmak... Elimize kalem almaz, ayağımızı toprağa sürmez olmuşuz, maksat tasarruf... Sanata ayrılan vakti dahi kısaltmış, sinemayı, tiyatroyu evimize getirmeye çalışmışız.

Öyle ki, dilimize kazınmış bu kısaltma muhabbetleri, 'sçs', 'jk', 'kib', 'ok', 'ntty', 'bby', 'saol' gibi...


Nasıl ifrit oluyorum bu kısaltmalara anlatamam... Ama merakımın gölgesi buraya düşmüyor, zilyon tane kısaltma beni başka bir soruya götürüyor: Her çıkıntıdan kırptığımız bu zamanla ne yapıyoruz?


Gitsem, anneanneme sorsam en büyük dileğin ne diye, gençliğine dönmek ister, bir elli yılı olsa çok farklı işler yapacağından, Yamaha* olacağından dem vurur...

Anneme desem Alaaddin'in Cini'nden ne istersin diye, zaman der, işlerimi yetiştireyim, aileme ve kendime vakit ayırayım.

Dedeme sorsam, ah, der; bir yirmi yıl geri gitsem!


Aydınlanmak istiyorum, madem 'zamanda tasarruf' adına girmediğimiz kılık, yapmadığımız maymunluk kalmadı, niye hâlâ kıyıya atılmış hobiler, çekmecelere saklanmış tutkular var? Niye insan soydaşına vakit ayırmıyor, kendisinden başkası için karşılıksız bir şeyler yapmıyor?


Peki ya madem suya sabuna dokunmadan, arabaya koşulan beygirler için koşmaya geldik dünyaya, niye vakit çalıp duruyoruz?


*Yamaha: Anneannemce Obama.

Deh!

Son dört günüm böyle özetlenir ancak: Deh!

Sıra arkadaşım bile rakibimken, boş durmamalıymışım ben de... Öyle dedi dershanem, öyle dedi okulum. Haliyle hızlandırmalar, etütler yakamızı bırakmıyor, bir de rehberlik çalışmaları var ki, hey yavrum hey!

Eylül demek, tatilin son demleri demek... Ne kurtarırsak kârdır demek... Ama nerede? Sabahın dokuzunda, afyonum patlamamış, göz kapaklarım birbirinden ayrılmamışken dershaneye gidiyorum, 7. sınıfın konularını tekrar etmek için! Sekizinci sınıf farklıymış diğerlerinden, öyle diyorlar. Aramızda kalsın ama, bunu her senenin başında zaten söylüyorlar:
'Birinci sınıf farklıdır, okula alışılır, okuma yazma öğrenilir, hepsinden zordur!'
'İkinci sınıf matematik, hayatbilgisi gibi derslerin geldiği ilk sınıftır, zordur, başkadır!'
'Üçüncü sınıf dörde hazırlıktır, çocukluk psikolojisinden çıkılması gereken yıldır, başkadır!'
'Dördüncü sınıf en zorudur, öğrenci branş öğretmenleriyle tanışır, başkadır!'
'Beşinci sınıf SBS'ye hazırlık yılıdır, büyüdüğünü hissettiğin yıldır, başkadır!'
'Altıncı sınıf SBS yılıdır, ikinci kademe yılıdır, zordur, başkadır!'
'Yedinci sınıf hormonal sellerle geçer, SBS cabası... Ayrıca eşek kadar herifler olduğunuz yıldır, başkadır!'
'Sekizde ilköğretimin en zor konuları görülür, hatalarınız daha az affedilir, hepiniz birer yetişkin sayılırsınız... Sekiz başkadır!'
Deh!

'BAŞKA' kelimesini bir öğretmenden daha duyarsam psikolojik travma geçireceğim..

Salı günü gelen doldurdu giden doldurdu, 'Siz ÖDS'siniz, siz başkasınız!' Eve 'Allah Allah! Haydi bre aslanlaaar!' diye döndük.
Deh!

Çarşamba gelen giden 8in zorluğundan bahsetti, küçüldük, küçüldük, küçüldük... Bütün gazımız uçtu, kendimizi sinek gibi hissetmeye başladık.
Deh!

Bugün de lise soruları çözdük, kafamıza odun gibi düşen konular öğrendik, fen dersinde adeta başka bir dil konuşuyorduk, matematikte hepimiz birer John Nash olduk, deh! Shakır shakır İngilizce konuştuk, hatta tek kelime Törkiş çıkmadı ağzımızdan. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunları gibi hararetli hararetli tartışmalar yaptık, hatta bir arkadaş öyle bir konuya değindi ki aforoz edilmesi işten bile değil, falanca ülke bir ihtilal bekliyor, deh! Rehberlikçimiz öyle bir konuştu ki bizimle, daha çok, daha daha çok şey öğrenmemiz gerektiğini keşfettik, ne kadar formül ezberler, yöntem öğrenirsek kardayız... Hatta her gün 250 soru çözerek işe başlayacak, SBS'ye kadar da 750yi geçeceğiz...
Çüş...

Durma vaktimiz, bir yudum su içip nefeslenme vaktimiz olmasına rağmen 'yol' almak adına mahmuzlanıyoruz ha bire, atalarımız boşuna demiş 'Keskin sirke küpüne zarar' diye...

Geciken Mim

Asyaselda mimlemiş beni, biraz geç kaldığım için özür diliyorum, mimimi yazıyorum...

Mustafa Kemal'in Kağnısı
Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden geceden
Sanki elif elif uzuyordu inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar
İnliyordu dağın ardı yasla
Her bir heceden heceden

Mustafa Kemal'in Kağnısı derdi kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifcik
Nam salmıştı asker içinde
Bu kez herkesten evvel almıştı yükünü
Doğrulmuştu yola, önceden önceden

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar
Kocabaş çok ihtiyardı çok zayıftı
Mahzundu bütün Sarıkız, yanısıra
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafiftiler, inceden inceden

İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri
Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden niceden

............

Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep
Kalır mı Mustafa Kemal'in Kağnısı bacım
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifcik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden


30 Ağustos demek, zafer demek budur, bir milletin millet olmaktan öteye geçtiği gün demektir 30 Ağustos...