Teoman'a açık, net, agresif, atarlı bir mektuptur bu okuyacağınız...
Sevgili Teo,
Teo diyorum, bozulmazsın herhalde. Ya da bozul yahu, benim kadar bozulamazsın istesen de.. Evet efendim, o kadar iddialıyım bu konuda. Zira lanetli bir insanım ben.
Evet evet, bayağı lanetliyim. Yo hayır, yanlış anladın; New York Times çoksatarları cinsinden bir lanet değil benimkisi. Az biraz sanatsal az biraz mistik..
Geveze'yim dediğime bakma, aslında asosyalin ve dahi sosyal özürlünün tekiyim ben. Kitaplarla arkadaşlık ediyorum, konuşmak yerine yazıyorum. Pencereden kafamı uzatmak yerine çizik bir DVD'den seyrediyorum hayatı. Dinlediklerimse notalardan ibaret.
Bunları niye mi anlatıyorum? Bardağını doldur da dinle yahu, 15 senedir ben seni dinliyorum durmaksızın, şimdi sıra sende...
Evet, ne diyordum? Sanat.. İşte bu yüzden sıradan insanları sevmedim ki ben, kaale almadım da.. Sıradandılar işte; benim gördüklerime bakmıyor, dinlediklerimi duymuyorlardı.
Birlikte Play-Doh sihri yapabileceğim bir arkadaş yerine bana masallar anlatan arkadaşları seçtim. Önce Gogol'le tanıştım sanıyorum, Burun'uyla.. Evet dedim, bu adamla konuşmalıyım! Ama öğrendim ki aynı yüzyılda bile yaşamamışız hacı.
Sonra sanıyorum On İkinci Gece'siyle Shakespeare geldi. Hay aksi, onunla da sohbet edemiyordum! Adalete bak!
Derken Mick Jagger, John Lennon, Nietzche, Edith Piaf, Tolstoy, Freud, Kubrick, Pasolini, Dante, de Sade, Kafka... Sevdim hepsini ama dedim ya, yıl farkıyla kaçırdım.. Yani ne eksiğim vardı Milena'dan, bir deyin bana?!
Sonra Salinger'ı keşfettim, Marquez'i, Alan Rickman'ı, Bob Dylan'ı ve Amerikan aksanınla seni. Kararlıydım; siz ölmeyecek, sanatı bırakmayacak, alzheimer olmayacaktınız çünkü benim sanatçılarımdınız. Ben de ısrarlı bir hayran olarak hepinizle tek tek tanışacaktım, ve dahi konuşacak, kaale alacaktım. Hoş manzaralı bir yerde karşılıklı oturacaktık, şundan bundan, sanattan felsefeden konuşacak; adeta demlenecektik.
2010 ne uğursuz, lanet olası -bak amerikan küfrü ettim, bence sevimli oldu.- bir yıldı yahu! Salinger'ım, Chabrol'üm, Éric Rohmer, Blake Edwards, José Saramago, Jean Ferrat, Dio.. Pervasız bir sayı tarafından katledildiler. Hepsi birden! Yani oha demek geliyor içimden ama şu açık mektubun elit havasını bozmak istemediğim için tutuyorum kendimi.
En sevdiklerimi kaybetmiştim, galiba lanetliydim.. Kimi çok sevsem ya aramızda yüzyıllar oluyordu ya da gözümün önünde, henüz benimle tanışamadan, sorularımı cevaplayamadan ölüyordu. Bu haksızlık değil de neydi sevgili Teo?
Ama içimdeki Helen Keller dur durak bilmiyordu, dedim ki 2011 böyle olmayacak. En azından bir Teoman konserine gideceğim, kulisi işgal edeceğim; bir Alan Rickman oyunu izleyeceğim Londra'da, yazmaktan vazgeçme kararından dönen Marquez'i Ciudad de Mexico'da basacağım, Quentin Tarantino'yu zorla bir bara sokup fıkra anlattıracağım, Feridun Düzağaç'ın fularlarından birini çalacağım. Ömür kısa, yeşil pasaportum var, annem Mardin'den döndü.. Şartlar iyi gibiydi. Uhuuuv, bir heyecanlandım ki sorma gitsin.
Sonra öğrendim ki birileri utanmadan arlanmadan müziği bırakmış! Sen var ya Teoman, sevdiğim en büyük yalancısın! Evet, büyük harflerle de yazabilirim; YALANCISIN!
Röportajlarında kendini roman yazarlarına yakın hissettiğini, onların sanata daha yakın olduğunu söylemekle, bir çeşit şair olduğunu iddia etmekle sanatçı olunmuyor tamam mı beyefendi. Sen bir söz verdin, daha ilk albümünü yaparken hem de. Teoman'ı 1996 yılında, benim doğduğum muhteşem yılda çıkartman bence bir tesadüf değildi, oturur Devlet Bahçeli hesabı bile yaparım bunun üstüne.
Farklıydın tamam mı? Salinger seviyordun yahu! O kadar çok şey okudum, dinledim ve izledim -tamam o kadar da çok değil, burnu büyüklük yapmayayım- ama kimseden 'Kayıp bir bavul gibiyim havaalanında/ Ya da boş bir yüzme havuzu sonbaharda...' gibi bir cümle duymadım.
Tamam, biraz düz mantık biriyim; çok da duygusal sayılmam ama sanatı ayırt edebiliyorum çok şükür.
İşte bu yüzden seni de kişisel 'Hall of Fame' sanatçılarıma dahil ettim, dinledim ama dinlettirmedim. -evet bencilim, çok sevdiğim filmleri kimseye tavsiye etmem, çok sevdiğim şarkıları kimseye dinletmem. çünkü onlar benim, bana özel. hoşlanmıyorum paylaşmaktan.-
Yahu Balans ve Manevra gibi bir film yaptın da sesimi çıkarmadım, fan'ın olmaktan vazgeçmedim. bu muydu karşılığı? Müziği bırakmak nedir Teo'cum yahu, NEDİR?!!!
Bundan böyle her yıl ayrı bir heyecan yaşayamayacak mıyım ben? 'Teoman ne yapacak acaba?' diye düşünme hakkımı benden alıyor musun yani? 'Bu sefer annemi ikna edip konserine gideceğim.' de diyemeyeceğim?
Hani sanat uzun hayat kısaydı? Bitirdin mi şimdi müziği? Pis yalancı. Yalancısın işte tamam mı, hep var olacaktın benim için, söz vermiştin oolum ya! Nedir şimdi bu Bob Dylan tripleri? Ergen olan benim yahu, odaya kapanma ve kimseyle konuşmama hakkım saklı.
Rica ediyorum silkelen ve kendine gel. Annemin doğumgününde müziği bırakacağını öğrenmek benim için çok ağır bir tecrübe oldu, yapma bunu genç dimağlara.
Daha benim filmlerimin soundtrack'ini yapacaksın, bizim salonda mini konser vereceksin, hatta ayran gününde BAL'a geleceksin. Ölünceye kadar sanatçısın işte, şarkı yazmaktan zaten alamayacaksın kendini. Biliyorum, her maceran bir şarkı olacak, benim sanat lanetim gibi bu da senin lanetin. Gel kendini de bizi de yorma.
3 paragrafta 10 defa hayal, 1 defa sanat, 4 defa yogunluk geçen basit, avam bir yazıyla veda edemezsin. Diğer hayranlarını bilmiyorum ama bana bunu yapamazsın. Çok ciddi söylüyorum evini filan basarım Teo, bunu yapamazsın işte.
Sevdiğim birinin böyle gitmesine göz yummak istemiyorum, Chabrol'ü gömmüş biri olarak. Teşekkürünü de kabul etmiyorum. Muhtemelen ruhun duymayacak ufak çaplı isyanımı ama olsun artık.
Kendine iyi bak, yalancı.
-iş bu yazıyı yazmama, bu kadar atar yapmama sebep
na burada. daha duygusal bir şey yazabilirim sanıyordum, ama yine saçmaladım. hadi görüşürüz.