Smith & Wesson & Lennon

Tematik şarkımız The Cranberries'den tüm sevip de yüz bulamayanlara gelsin: I Just Shot John Lennon. -vj olabilirim bence. olur ki bence.-



  Hafızamın kusuruna bakmayın; John Lennon'ı ilk nerede gördüm, adını ilk nerede işittim hiç hatırlamıyorum.
  Ama böyle eski mi eski bir Beatles anım var. Anaokulundayım sanırım, Obla di Obla da çalıyor -çalıyor ama radyo mu televizyon mu yoksa başka bir şey mi hiç ama hiç hatırlamıyorum.- ve elimde oyun hamurları var. Bir şey yapmaya çalışıyorum, görkemli bir şey. Büyük ve güzel bir şey. Bu müziğin hamurdan şeyi. Pembe. Belki de kırmızı. Ve yeşil. Çok çok güzel olmalı. Çok acayip güzel.
  O zamandan belliymiş heykelde başarılı olamayacağım ki bir salatalığa çarpmış teletabiden daha görkemli bir şey yapamıyorum.
  Ama müzik kulaklarımda çalmaya devam ediyor. Alkışlar.
  Kafam bu kadar karışık değilmiş ki ritmini uzun zaman saklayabilmişim hiç bozulmadan. Bir yerde daha duyuyorum ve "Ben bunu biliyorum!" diyorum, "Biidıls. Biidıls bu!"

  Arkasından gelen yıllar boyunca şurada burada biidıls'ı duydum, evdeki eski kasetleri karıştırırken Genesis albümü altında muhteviyatında birkaç biidıls şarkısı olan 'karışık kaset'i buluşumsa bir nevi nirvanaydı John ile olan ilişkimizde. -burada kurt cobain anısına 10 saniye boyunca buğulu gözlerle karşımızdaki duvara bakıyoruz.-

  Pek tabii kocaman müzik setimizin içine tepiştirip dinlemeye başladım. -ben küçükken daha büyüktü bu müzik seti. koccamaaaan kolonları vardı. en üstündeki pikap çok gizemli bir şeydi, boyum yetişmediği için istediğim gibi kurcalayamayışım da pek hüzünlüydü.-
  Şimdi hatırlamıyorum neler vardı ama, benim en sevdiğim Strawberry Fields Forever'dı.

  Araya bir 'Rakçıyım herkes bilsin yaneeeğ.' dönemi girdikten sonra elimin altında limewire vardı, youtube vardı, şu vardı bu vardı, teknoloji durmuyor ki azizim. Bulabildiğim bütün Beatles şarkılarını zamane tineyçleri olarak adetimiz üzere tükettim.

  Fotoğraf biriktirmekten hoşlandığımı söylemiş miydim bilmiyorum. -söyledim yaa bence. off o kadar çok şey söyleyince insan unutuyor neyden bahsedip neyden bahsetmediğini yahu.-
Minik koleksiyonuma John Lennon'ı eklerken epey bir bilgiye ve İngilizce kelimeye vakıf olduğumu söylemeliyim okurcuğum.

  Tuhaf bir adamdı ki bu John amca. Her fırsatta hippi mesajlar vermesi, 'Dünya barışığğ!' demesi, gözlüğü, favorileri, aforizmaları... Enteresandı.
  Ayrıca Amerika'ya kafa tutuşuna bayılmıştım doğrusu. Nixon yönetiminin başını ağrıtmış, Vietnam Savaşı hakkında bağıra bağıra konuşabilmiş, FBI'cıların sinirlerini zıplatmıştı. Cesaret bu değildi de neydi?
  Hele ki embesil Amerikalıları uyandırma yolundaki çabasını çok takdir etmiştim.

  Hadi yeri gelmişken bir gazeteci aracılığıyla verdiği ibretlik ayarı da anlatıvereyim:
'War is over, if you want.' yazısını embesillerin gözüne gözüne dayayışı sırasında bir gazeteci abi John beyamcaya sormuş: "Bunların parasını siz mi karşılıyorsunuz yoksa yardımcı olanlar var mı?"
Lennon'cığım da ufuu, durur mu vermiş ayarı: "Yardımcı olmak isteyenler var tabii de şimdilik kendimiz karşılıyoruz. Ama sorun değil çünkü bir insan hayatından daha ucuz."

  Etkileyiciydi. Sivri dili, hazırcevaplığı. Ama hepsinden önemlisi istikrarla barış çağrısı yapması. Hemen her röportajında tacını giyen bir Miss World edasıyla barışı anması komikti. Ama bu yolda çaba harcaması, işte bu hayli ciddi olduğu kadar muhteşemdi de.
  '69'da "Hiç kimse barışa tam olarak bir şans vermedi. Gandhi denedi, Martin Luther King denedi ama ikisi de vuruldu." demesi ise, vay anasını, ironikti.

  Pek sevdiğim Cannes'da bile bir macerası vardı bu adamın. Erkin koray ne dedi, birlikte ne konuştular, hangi sinema akımından hoşlanır, en sevdiği film hangisi, Nutella'nın gizli tarifi ne? Bunlar hep merak ettiğim şeyler.

  Şarkı sözleri iyiydi, güzeldi de kime yazmıştı bunları? Yoko-oh-no'ya mı?
İşte bu kadını hiç sevemedim. Benimle aynı gün doğmasıysa büyük bir üzüntü kaynağı. Hele ki pek beğendiğim, bir ev satın almak istediğim Mallorca'mı şu sıralarda mesken etmiş olmasınaysa diyecek laf bulamıyorum.
  Gitti biidıls'ı dağıttı -kim ne derse desin, biidıls'ın dağılma sebebi benim için bu kadındır.-, John'a da sağlam yapıştı hani. Bir dönem fotoğraflarında Yoko-oh-no'suz tek karesi yok adamcağızın. -her yoko-oh-no yazışımda paul mccartney'nin kulakları bir kez çınlıyormuş meğersem.-
  Hele ki bir şapşal fotoğrafları var, her görüşümde kıl oluyorum. John'u kapak yapmak için hangi dergiydi hatırlamıyorum şimdi, geliyorlar apartman dairelerine. John, "Yoko-oh-no'suz olmaz. Yoko-oh-no'suz tuvalete gitmem ben." diye tutturunca -eh be con yani. yok sanki başka kadın. anlıyorum aşık adamsın da. yoko-oh-no nedir yaa.. neyse sonra homurdanırım.- mecburen ikisinin birden fotoğrafını çekiyorlar. John zavallı bir cenin gibi Yoko-oh-no'ya yapışmış. Yoko-oh-no hayli sinir bozucu bir ifadeyle tavanın derinliklerine dalmış, bakıyor. Mutlaka bir yerde görmüşsünüzdür. -şimdi bulmaya da üşeniyorum.- Aralarındaki ilişkinin özeti budur herhalde. -ki bu fotoğrafı bir ara analiz etmeyi çok istiyorum. kısfmet.-

  Bu Yoko-oh-no'ya kıl oluşumu da açıklayamıyorum fakat. Niye bilmiyorum, öylesine sinir oluyorum ki ona.
  'because the sky is blue and it makes me cry.' Na böyle.
   Belki de kıskanıyorumdur ne bileyim. Lennon sözlerinde selam edilen kadın... Kıskanılmaz mı?

  New York'ta yaşamak konusundaki ısrarınıysa hiç anlayamadım. Geveze Ünlü Skalası'nda bu kadar yüksek puan yapan birisi nereye gitse muhteşem bir sevgiyle, hayranlıkla karşılanırdı. Neydi ki NYC ısrarı? -bu merakımı gidermem için mutlaka new york'a gitmem lazım. yoksa hayatım boyunca kafamı kurcalayan bir soru olarak kalacak. duy sesimi anne. anneeee.- 

  Hakkında çok şey öğrendim, büyüdükçe ilgilendiğim şeyler değişti ve bu değişime paralel bilgiler depoladım  Lennon hakkında. Aktivist hali, sanat anlayışı, 'high' kafası, LSD'si, stili, Maherishi Mahesh macerası, şusu busu...
  Elinin değdiği her şeyi görmek, bilmek için epey hırpaladım interneti de kitapları da.
  Ama bazı şeyler vardı, öbürlerinden daha çok sevdiğim. Aksanı, Imagine, Lucy in the Sky with Diamonds, Strawberry Fields Forever, Liverpool, devrim, Mao, Working Class Hero, Beatles.
  -hep Lennon diyorum da Beatles'a pek göz kırpmıyorum. evet, Paul yakışıklıydı, Harrison cool'du, Ringo Starr muhteşemdi. Ama Beatles'ın en özel parçası Lennon'dı, bunu tartışmayalım.-

  Önceki yaz zordu benim için. Epey zordu. Niyeydi nedendi boşverelim, gidip saçlarımı kıpkırmızıya boyattım. Domates kırmızısına. Kuaföre giderken Octopus's Garden dinliyordum.
  Kuaförden çıktıktan sonra 'Strawberry Fields' oldum.
Sınıfta biri "Strawberry Shortcake'e benzemiyor mu ki Geveze?" dedi. Sonra başka bri arkadaş daha çok 007'deki Agent Strawberry Fields olduğumu iddia edince resmen üstüme yapıştı bu nick.
  Evet, ben Strawberry Fields oldum. -saçlarım artık kırmızı değil ama hâlâ bana strawberry fields diyen arkadaşlarım var.-


  İşte bu kadaaar bir yer kaplıyor John Lennon ve Beatles hayatımda.
  31 sene olmuş Mark David Chapman müziğe Smith & Wesson 38'le dört mermi isabet ettireli.
  Hâlâ Yoko-oh-no'nun üzerinde olduğu bir dünyada yaşıyor, barış diye sayıklıyoruz.
'Az önce John Lennon'ı vurdum!' diyen salak maşa olmasaydı çok daha farklı bir yerde olur muyduk? Gerek hipster kulislerinde gerekse ciddi mecralarda yeterince tartışıldığını varsayıyorum ama Geveze olduğum için fikrimi de belirtmem gerek: Olurduk. Evet efendim, olurduk.
  Sonsuza dek genç John Lennon'ım, sen hayattayken seni yaşayanları nasıl kıskanıyorum bilemezsin.


Bu şirin ayılı fotoğrafla da yazıyı bitirmeyi planlıyordum ki...




Bu videoyu da eklemezsem olmaz dedim. 8 Aralık'ınız ve John Lennon Haftanız biterken ennnnnnn iyi dileklerimle selamlıyorum sizi sevgili gönül dostları.

ps. bundan bahsetmeyi de unutmuşum fakat.

Hiç yorum yok: