Sabahları 6da kalkıyorum.

**Rahatsızlık vermeye geldim a dostlar.

**Bazı insanlar tanıyorum, bumerang gibiler. Şöyle uzaklara güzelce savuruvermek bilek istiyor, defalarca deniyorsun hatta bazen canını acıtıyorsun; sonunda gözden uzağa fırlatmayı başardığında da gidip bir elips çizip geri geliyorlar. Ansızın.

**Teomanın karısı hamile kaldığından beri tadım tuzum yok, dizlerim filan ağrıyor. -apostrofu da öyle herkese kullanmıyorum...-

**İnsanlar one hit wonder diyorlar da ben yaklaşık 10 senedir düzenli aralıklarla The Rasmus dinliyorum ya. Rock n Coke'a geldikleri zamanı hatırlıyorum, o kadar. Geçen sene ekşi sözlük'teki başlığına bakmıştım, itin götüne sokmuşlar. Dedim dağıldılar herhalde. Üzüldüm, kırıldım. Sonra bugün yutupta 2012 çıkışlı albümlerini buldum, hazine bulmuş gibiyim. DAĞILMAMIŞLAR. OH OH. Ve resmen sekiz on yaşımın müziğini dinlemenin verdiği keyif. -buradan anlıyoruz ki ben yaşlanınca 'gençliğimin şusu gençliğimin busu hey gidiieh' diyen ihtiyar olacağım, kesin.-

**Yalnız bazen de bir nefret nöbeti geliyor, küçücük ufacık şeyleri gözümde büyütüp çok da iyi insanlardan tiksiniyorum. Geçen bir yerde okudum, kadın sevmek üzere, sevsin diye demişler. Hayır halbuki çok güzel nefret de eder kadın.

**ŞALOM. İbranice öğrenmeye karar verdim bu arada. 12. sınıf öğrencisi olarak yeterince sorumluluğum yok çünkü. Yiddish de çok değişik aslında. Kursu var mıdır?

**Bilkent Mütercim Tercümanlık tam burslu ;;;))))))) ;))););)));););;);)). -hepiniz amin deseniz kazanırım ha.-

**Etimolog olsam her gün işe giderken mutluluktan ağlarım. Ama bir etimolog işte ne yapar onu tam olarak bilmiyorum. Masasına oturup makale ve sözlük okur diye düşünüyorum. Yine güzel, yine ağlarım gibi.

**Beyoncé Amerika'nın kadırgalısı gibi. Sanki östrojenle kaplanmış delikanlılığıyla parçalayıvericekmiş insanı, o derece mert o derece kadın.

**Dershane yüzünden güneş üzerime doğmuyor artık. Yataktan kalktığımda üşüyorum. Memurlarla birlikte ilk otobüse biniyorum, benim çantam daha ağır ve daha çok saçım var ama onlar daha yorgunlar.

**Cep telefonuyla video çekerken telefonu dik tutuyorlar ya, tutmasınlar. İfrit oluyorum.

**Geçen gün otobüste teyzenin biri çantasını omzuma koydu. Kısayım ya, yürüyen sehpa sandıysa demek ki. Koyuverdi çantasını. 7 durak kadar öyle gittik, inmeden önce çantadan özür diledim.

**Eskiden her yere taksiyle gidiyordum, ne güzeldi. Şimdi araba almak için para biriktiriyorum, 30 kadar otobüs hattı ezberimde. 25 kadar da viraj alan körüklü otobüste düşme maceram, 40 kadar teyzeli maceram var.

**Grafik tablete alışmaya çalışıyorum. Dünyanın en güzel teknolojisi olduğuna karar verdim. ÇOK GÜZEL.

Sizi seviyorum, kendinize iyi bakın.

şunnar bunnar

blogda revizyona gidiyorum milka çikolatalarım. adı adresi değiştiricem kısmetse.
senelerdir yanımda olan birtanecik okur kitleme duyurayım dedim.
sizi çok seviyom. kendinize iyi bakın. buralarda olucam.

Achievements



Youtube channel'ı için Brocukuma teşekkürler.

Zamanında sınıftan bi arkadaşla boş derslerden birinde yazmıştık bunun senaryosunu biz. ELİN AMARİKALISI ÇALIP ÇIRPMIŞ.
Ama güzel video.

ps. yogaya başlayın hanımlar. yoga yapın.

Kapışsalar Kim Alır? | Blogger vs Tumblr

Maceracı ruhum bir gün olsun oturup soluklanmıyor sevgilim okurum. Buralarda olmadığım süre boyunca onlarca defa ölümle burun buruna geldim. -karşıdan karşıya koşarak geçtim. çok soğuk su içtim ki midem donabilirdi. -midem donarsa ben bir hiçim.- balkondan aşağı baktım. yüzme bilmediğim halde denize girdim. -17 yaşında olup da yüzme bilmemek komik bir şey değil.- üst üste iki waffle yedim. depresyona girdim. 11 saat aralıksız uyudum.-
Ama bir macera yaşadım ki diğerleri asla onunla boy ölçüşemez. Evet, o denli büyük bir şey. Yerine güzelce yerleş sevgilim okurum, açıklıyorum zira:
Tumblr'da gözlemci olarak bulundum....

Başıma milyonlarca elem hadise gelebilirdi, sözümona blogger'dan geldiğim için dayak yiyebilirdim, ustaca filtrelenmiş ve üzerine ilham verici sözler yazılmış zapzayıf kız fotoğraflarına fazlaca maruz kaldığım için bütün yağlarımı kusana kadar kendimi banyoya kilitleyebilirdim, capslerdeki imla hatalarını düzeltmeye çalışırken yanlışlıkla TDK'da işbaşı yapabilirdim, onca kahve bardağı ve ekoseli battaniyenin gazına gelip isilik olana kadar yorganla gezebilirdim, siyah beyaz fotoğraflara ve giflere bakmaktan kör olabilirdim, sigaralı cool kız fotoğraflarının hareketli ve über gerçekçi dumanları yüzünden akciğer kanserinin pençesine düşebilirdim, safi reblogla dolan feedim yüzünden çift görmeye başlayabilirdim ve daha neler neler.

Ama tanrıya şükür yıkılmadım, ayaktayım; sadık okur kitleme başımdan geçenleri anlatmak için burdayım. İşinin ehli bir kritik gibi başlıklar altında inceleyeceğim, hiçbir şeyi beğenmeyip 'Olmamış da olmamış!!!!1!!' diye tutturacağım. Hadi bakalım.

Arayüz & Timeline & Homepage
Blogger'ın eski arayüzünü hatırlayanlara selam olsun, ne kaknem ne çirkin bir şeydi öyle yahu. Sonra bugünkü haline getirdiler de biraz yüzü güldü, yine de yeterince tatmin edici değil. Google ekibinin vizyonsuzluğu ve kitschseverliğine bağlıyorum bunu, ama mevzuu arayüzse Tumblr alır gençler. Daha derli toplu ve estetik duruyor.
Blogger'ın timelineında blog kayıtlarının ilk paragrafından kısa bir alıntıyı görüntüleyebiliyoruz, kaydın tamamını okumak ve resimleri ya da videoları görüntüleyebilmek için o bloga ait sayfaya gitmemiz gerekiyor. Tumblr'daysa hem kaydın tamamını hem de bütün görsel ekleri timelineda görüntüleyebilmek mümkün. Haliyle timeline raundu da Tumblr'ın.
Homepage'de de estetik ve derlitopluluk puanını yine Tumblr kapsa da bloga dair düzenlemeleri ve geliştirmeleri yapmak için gerekli sekmeler (tema, yerleşim, tasarım vesaire) Tumblr homepage'inde bulunmuyor ki bu devasa bir eksi, kullanışlılık puanı Blogger'a.

Dashboard
Bir diğer adıyla yeni kayıt sayfası. Tumblr'da homepage'in tepesinde birkaç farklı türde (metin, alıntı, ses, bağlantı, video vs) kayıt hazırlamaya yönelik butonlar var, tıkladığında altında bir kutucuk açılıyor ama popo kadar. O kompaktlığı görünce yazma hevesin zaten kayboluyor. Bunun yanında yazı tipini, font büyüklüğünü ve rengini değiştirme, kaydetme gibi kıymetli ve yazarı özgürleştiren, yazıya hareket katan fonksiyonlar yok. -yazıp taslağa atamıyorsun, önemli gördüğün yerleri kırmızı yazamıyorsun. öyle yazı mı olurmuş la.-
Yani sözkonusu 'yazmak'sa puan Blogger'ın.

Temalar
Tumblr'da daha çok, ÇOK ÇOK seçenek var.
Şahsi kanaatim Blogger temalarının daha kullanışlı olduğu yönünde çünkü benim bir temadan beklentim upuzun yazıları ters kronolojik sırayla rahatça okuyabilmek. Ama bol resim sevenler, sürekli görsel şeyler paylaşanlar için Tumblr temaları daha çekici.

Kişiselleştirme
Blogger'da mevcut temanızın arka planından kolonlarının genişliğine, bağlantı metninin renginden kayıt başlığının rengine çılgın değişiklikler yapmanız çok kolay. Tasarım sayfası şimdiye kadar test ettiğim muadillerinin içinde en iyisi, hem arayüzü çok temiz ve kullanışlı hem de blog sayfasındaki her detayı kişiselleştirebiliyorsunuz.
Tumblr'da bunu yapabilmek için html kodlarına çok hakim olmanız gerekiyor. Temaların büyük çoğunluğu da üzerlerinde değişiklik yapılmasına müsaade etmiyor, yani temanızı kişiselleştirmek için über bir html coder'ı olmanız gerekirken ne kadar süper olursanız olun değiştirmenizin mümkün olmadığı bir sürü şey var.
Oscar Blogger'a.

Geliştirilebilirlik
Alan adı altındaki blog sayfasını html ve css kodlarıyla geliştirmekten; header'a animasyonlar, sayfaya yağan karlar, hoplayan zıplayan animasyonlar, sağ sol kolonlara akvaryumlar, dünya haritaları, sayaçlar, fotoğraflar, dış bağlantılar, etiket bulutları, küçük oyunlar, videolar ve başka milyonlarca fantastiklik eklemekten bahsediyoruz.
Tumblr'da bunu yapmanız mümkün değil. Puan Blogger'a.

Etkileşim
Tumblr'da reblog ve like gibi süpersonik iki özellik mevcut. Twitter'daki rt ve fav'ın, feysbuktaki paylaş ve beğen'in kardeşleri.
Bir de etiketler bloglararası, yani tumblr database'inde #popo etiketini aratırsanız binlerce blogun #popo etiketli kayıtlarına ulaşabilir, yüzbinlerce örneğini görüp popoya doyabilirsiniz. Blogger'daysa etiket sistemi blog içinde, yani sadece bulunduğunuz blogda birkaç popo görebilirsiniz.
Popolar aşkına Tumblr kazandı.

Tumblr'ın Artıları ve Eksileri
+Kullanışlı.
+Estetik.
+Networkvari bir ortam, paylaşımları takip edebiliyorsun ve aynı materyal türlü bloglar vasıtasıyla daha büyük bir kitleye ulaşıyor.
+Direk mesaj özelliğiyle beğendiğiniz blogun sahibine "burası kasıyo skype var mı?" diyebiliyorsunuz.
+Bir sürü yakışıklı blogcu var.
+Çok zayıf çok güzel kızlar var.
+Popüler olmak daha kolay.
+Kalabalık. Değişik şeylerden hoşlanan bir sürü değişik insan var.
+Tumblr blogcuları birbirlerine karşı sevgi kelebeği gibi davranıyorlar. -biz de bloggerda birbirimizi dövmüyoruz yalnız, öyle bir anlam çıkartılmasın.-
+Etiket takip edebiliyorsunuz. Mesela #popo etiketini takip etmeye başladığınızda Tumblr camiasından herhangi biri #popo etiketli bir şey paylaştığında timeline'ınıza düşüyor. Muazzam.

-Reblog yüzünden aynı şeyi binlerce blogda görüp tiksiniyorsunuz. Ve yine reblog özelliği yüzünden hiç yazmadan sadece başka bloglarda gördüklerini toplayarak ayakta kalan BİNLERCE blog var. Tiksin x2
-Okumak değil bakmak üzerine kurulu.
-Kişiselleştirilemiyor.
-İstatistiksel veri edinilemiyor.
-Her materyale timeline üzerinden ulaşıldığı için blogların kendi sayfalarına gidip bakmıyorsun, sadece feed'den okuyorsun. Bu da blog okumaktan alınan keyfi azaltıyor.
Blog; temasıyla, sağındaki solundaki eklentileriyle, bold yazılan italik yazılan yeri gelince rengarenk yazılan kelimeleriyle, headerıyla, playlistiyle bir çeşit deneyim ve her şeye timelinedan ulaşabildiğinde koca bir deneyimden mahrum kalıyorsun.
-YORUM YAPILAMIYOR. Evet, ciddiyim. Yazıyı okuyup altına 'çok güzel olmuş. bi de şu var böyle bik bik rerö rerö', 'aa hiç olmamış.', 'yeni yazı yaz len artık.', 'acıktın mı?' gibi şeyler yazamıyorsun.
-Kimseyi etiketlemek ya da aşağılamak istemiyorum ama kitlesinin büyük bir kısmını yazamadığı ve okumadığı halde blog sahibi olmak isteyen insanlar oluşturuyor.
Moda blogudur, dizi, oyuncu, müzisyen fan blogudur, çizim yapan da ya çizime ilgili birinin blogudur, sinema blogudur sürekli video paylaşıyordur, tamam anlarım ve desteklerim çünkü Tumblr altyapısı bunlar için Blogger'ınkinden daha uygun.  Ama bunların hiçbiri olmayan ve birbirinden alakasız bir sürü fotoğrafı rebloglayan binlerce insan var ve eğer sizin için blog okumak=yazı okumaksa yanlış yerdesiniz. Arada yazı ağırlıklı bloglar yok değil, ama mecra görsel ağırlıklı.
Ben de bunu şuna bağlıyorum ki Pinterest bu kadar kullanışlı bir arayüze ve feed'e sahip değil, bu yüzden Tumblr, Pinterest'in havalı ve popüler hali, photoblog.
-Kullanıcının bir gün içinde yükleyebileceği ses ve video, yayınlayabileceği ve rebloglayabileceği kayıt sayısı sınırlı. Aşmak mümkün değil.


Blogger'ın Artıları ve Eksileri
+Kişiselleştirmeye ve geliştirmeye daha açık.
+Yorum yapılabiliyor, bu yolla kanka olunabiliyor, yazarla okur arasında daha reel bir etkileşim sağlanıyor.
+Google Analytics sağ olsun çok detaylı istatistik tutuluyor. Okuyucunun nerden geldiği, hangi yazılara baktığı, blogda ne kadar kaldığı, nereye gittiği, hangi aramayla bloga düştüğü, hangi tarayıcıyı kullandığı, dünya üzerinde nerde olduğu ve ip adresi gibi bir sürü bilgiye ve grafiğe ulaşmak mümkün.
+Kullanıcı blogunu ve postunu daha özgür bir şekilde hazırlıyor ve değiştirebiliyor.

-Tumblr kadar kompakt değil.
-Tumblr'ın official app'i mevcut ve çok kullanışlı. Blogger'ın official app'i yok, 3. taraf geliştiricilerin hazırladıkları da çok dandik.
-Blogger popisi olmak zor.
-Ortam bir nebze daha resmi.
-Timeline ve temaların çoğu görsel ağırlıklı bir blog için uygun değil.



Kısaca özetlemek gerekirse:
el emeği göz nuru. made in ms paint.
ÖZET: Biri diğerini dövemiyor arkadaşlar.

Kapanış olarak; -bunu bilen ilkokullu değildir dememek nasıl zor- iPhone piyasaya yeni sürüldüğünde -android daha yokken- birtakım geeksel ortamlarda -forumdur blogdur- BlackBerry ile karşılaştırılıp hangisi daha iyi, kim kimi döver diye sayfalarca kritik yapılmıştı da bir sonuca varılamamıştı. -çünkü o zamanlar blackberry sistem güncellemesi yaparken çökmüyordu. ne günlerdi beyaa.-
Na bu Blogger vs Tumblr muhabbeti de böyle işin aslı. Karşılaştırmayı kısır döngüye çeviren şey birinin diğerinden daha iyi ya da daha kötü olması değil, esasen ikisinin de farklı kulvarlarda bir numara olması. İkisinden birini tercih edilen yapan tek kriter, kullanıcının bir blog sunucusundan ve bizzat blog mecrasından beklentisinin ne olduğu.

Bence herkesin hem blogspot üzerinde hem de tumblr üzerinde blogu olabilir, biri elmayken öbürü böğürtlen zira.

p.s. ekşi sözlük'e de bir bakayım dedim, iphone ve blackberry benzetmesinin yapılmışı varmış :'( -ne sevinmiştim oha orijinal tespit yaptım diye- slade junkie'ye hürmetler.

özlemişim.

Sevgilim okurum. Canımsın ya. Blogger'ı çok seviyorum. Blogger iyi ki var. Blogger can. Blogger'ı yerim.

Evet, evet, doğru tahmin; tumblr'a baktım... Nepçim bir yer orası öyle yaa. Üç beş tane gif yapan caps yapan eleman var herkes onlardan reblogluyor, her yerde aynı şey. Bir de sayfaya girer girmez çalmaya başlayan ve nereden susturacağını bilemediğin müzikler filan. -yerimde sıçradım birkaç defa. anam.-

Ve en tuhafı, YAZI YAZAN YOK. HİÇ YOK. -öyle iki cümlelik postları saymıyorum.-

Korkum geçtiğinde ve biraz daha sakinleştiğimde içimdeki blogger sevgisini anlatan, tumblr'ın karanlık dünyasına ışık tutan bir yazı yazacağımdır. Ama gitmeden önce söylemeliyim ki, CANIMSIN BLOGGER.

Baklava ve Yoğurt Üzerine Bir Alegori

Aslında ikisini de aynı anda istemen yanlış bir şey değil. Hayır, kesinlikle değil.
Açıklayabilirim. İkna edebilirim. Daha iyi hissettirebilirim.

Tatlıdan hoşlanıyorum. Tatlıyı düpedüz seviyorum. Tatlısız bir hayat düşünemiyorum. Bu yüzden baklavayı da seviyorum.
Ama baklava o kadar tatlı ki, bir yerden sonra susuyorum. Onun tatlılığını dengeleyecek, bana nefes aldıracak bir şeye ihtiyacım oluyor yüzüm gözüm şerbete bulanmış haldeyken.
Yoğurdu, safi varlığıyla yoğurdu çok seviyorum. Bütün yiyeceklerin içinde en sevdiğim.
Gün içinde ağzımdaki saçma sapan tatlardan kurtulmak için aradığım şey serin bir yoğurt. Her öğünde inanılmaz porsiyonlarda yiyebilirim ve bıkmam.
Ama tatlı değil. Ve benim şu günlerde tatlı tüketmeye ihtiyacım var.

İstiyorum ki baklavanın yanında yoğurt yiyeyim. Çünkü yoğurda şeker atabileceğimden ya da sadece baklava yemeye devam edebileceğimden emin değilim.
Baklava yoğurda tat versin, yoğurt baklavanın yarattığı susuzluğu dengelesin. Bunu istiyorum. İkisini birden ve aynı anda istiyorum. Aynı tabakta, yan yana.
İnsanlar bu fikri mide bulandırıcı buluyor. İkisini aynı anda yemenin adaba veya geleneklere, belki de her ikisine birden aykırı olduğunu söylüyor. Baklavaya ya da yoğurda, belki de her ikisine birden yapılmış bir hakaret olduğunu düşünüyor.

Yargılanmak istemiyorum. İkisini aynı anda yiyebilecek bir mideye sahipsem bu beni ilgilendirir. Son lokmayı yuttuktan sonra içim bulandığında kendimi rezil hissedecek olmam benim problemim -ve macaronumun. çünkü benim midem onunsa kulakları rahatsız olacak.-

Guilty Pleasure -and beyond

Çemçük ağızlı bir Boğaziçili olduğumdan mütevellit, Türkçe başlık atarsam çarpılıyorum.

Guyl. Güyl. GÖL. NÖĞY?

Efendiiim, elin alemin 'guilty pleasure' dediği, ekşi sözlük yazarlarının aziz dilimize 'mahcup zevk' -mahcup yerine mahçup yazan bizden değildir.- ya da 'suçlu zevk' olarak çevirdiği -ben günahkâr haz olarak çevirirdim. çünkü daha muzır.- hadise nedir ne değildir bunun hakkında konuşacağım müsaadenizle. -müsaade benim.- -yine bir cümleyi kısa çizgi arası manasız çıkışlara boğdum. özlemişsiniz di mi? eherehehe-

Nedir Ne Değildir?

Guilty pleasure, günahkâr haz, mahcup zevk, -ne derseniz artık- -tabii ki günahkâr haz dersiniz.- en yalın tarifiyle yapmaktan hem zevk aldığınız hem de suçluluk duyduğunuz küçük sırrınızdır. 'Geçen gün evde tek başınayken bütün perdeleri sıkı sıkıya kapatıp ne yaptığını biliyorum.'unuzdur. -çok incelikle yapılmış bir I know what you did last summer esprisi.- -artık o kadar da incelikli değil.- -çünkü o sizin fesatlığınız, bu da benim odunluğum.-
Biraz daha süslü cümle kurmak gerekirse, anaakım tarafından hor görülen bir şeyi tüketme/bir durumdan zevk alma hâli diyebiliriz. -BEKLE BENİ BOĞAZİÇİ.- Anaakım mensuplarının tükürükler saça saça çemkirmesine maruz kalmamak adına bittabi gizli tutulan günlük hayat sapkınlığınız ortaya çıktığında da eller iki yana açılır, kaşlar havaya kalkar, boyun hafifçe yana kırılır ve terimin İngilizce olmasından kelli itiraz kabul etmeyecek o havalı cümle kurulur:
"Naapayım ağğğbi, bu da benim guilty pleasure'ım."
Bunun üstüne karşınızdaki elemanı sadece gevrek gevrek gülmeye izin verecek bir köşeye sıkıştırır, kendinizi savunmak ve çizikler içinde kalan karizmanızı kurtarmak zorunluluğundan uzakta, hayatınıza kaldığınız yerden devam edersiniz.

Günahkâr Haz ve Ötesi

Bu yazıyı yazdığım süre boyunca Taylor Swift'in One Direction grubundan eski sevgilisi Harry Styles'a yazdığını itiraf ettiği I Knew You Were a Trouble şarkısını loop'a atmam, hatta arada bir yerde yazmaya mola verip Yulaf'ın tüylerini topladığım Ikea rulosunu mikrofon yaparak eşlik etmem; büyük ve pis bir günahkâr hazdan başka şey değil azizim. -cümlenin uzunluğu benim boyumla ters orantılı.-

Ama az önce kafamda çektiğim klip -fonda i knew you were a trouble introsu çalarken charlie sheen odadan içeri girer. beni şöyle bir kesip yamuk gülüşünü yaptıktan sonra yanımdan geçer gider. ansızın kutsal bakire taylor'ımızın şarkısını performe etmeye başlarım. ben mr. sheen'in peşinden şarkı söyleyerek giderken odadaki HERKES, ama HERKES tabii ki yanımda dans eder, dekorları ve benim kıyafetlerimi bir temaya -bakın nasıl da beyaz tenli, sarışın ve kıvırcık saçlıyım- bağlı kalarak değiştirir. mr. sheen arada omzunun üstünden bakarak yamuk güler, yürümeye devam eder. son 'oh trouble, trouble, trouble' kısmından önce durur, bana döner ve elini uzatır. ben de dünyanın en sarışın 'hah'ını yapar, dünyanın en sıkı adamlarından birinin suratına trouble deyip sahneden çıkar giderim.- dünyanın bütün günahkâr hazlarının öylesine ötesinde ki, şimdiye kadar işlediğim bütün günahlar affedilse bile -ki cidden çok pislikçe şeyler yaptım- sırf bunun için cayır cayır yanmam gerekir.
bir bakış baktın kalbimi yaktın

Hello, My Name is Toby



Tobi Wan dünyanın en tatlı insanı olabilir, farkında mıyız gençler?

Blogu da video arşivi gibi bir yere dönüştürdüm, neyin peşindeyim Tanrı aşkına?

Allah Diyen Stop Motion



Ben de böyle şeyler yapmak istiyom :'(

Long Branch



Yine böyle indie sevgimin ağzımdan burnumdan taştığı günlerdeyiz okurum canım.

And Sua Santita Just Doesn't Feel Like Being God's Representative on Earth...


At the very beginning of this year, I knew that next twelve months were going to be a significant part of my entire life. But how could I have been predicted that I was going to be a witness of an occasion that happens once in a millenium?

Yes, my dear ladies and gentlemen, I am talking about the flamboyant resignation of our honourable bishop of Rome, a.k.a. Pope Benedict XVI.

You might not share my excitement about this occasion but, I should say that a voluntary papal resignation is far more rarer than the visits of Halley's Comet. I mean, we see that glamourous lady of Mr. Halley in every 75 or 76 years, but the last time a papal resignation happened was nearly 600 years before now -in 1415, Pope Gregory XII resigned to end the western schism. OH yes, that gape was the expression I've been waiting for, since the second paragraph.

When I heard that the very first brothel of history was founded by order of the Pope, I thought that the enterprise of Papacy wouldn't surprise me anymore. Well, apparently I couldn't be more wrong.
As I know, becoming a Pope is like giving a pinky promise to God. And the pledge must include being the nicest guy on the earth, praising before every meal, sanctifying people with a baton in some important days of the year and, of course, not to evading those duties by pulling the cloak of weakness-caused-by-senectitude, and resigning like Papacy is just a well-paid job -as I've heard, it is a well-paid heavenly ambassadorship.

So to whom he offered his resignation? God? How? By praying?
Why exactly did he do this?
What will happen to all Catholics who lost their leader?
Will he congratulate or give tips on Papacy to the next Pope?
Why do they have to smash his magnificent Papacy ring?
What will he do and how will people call him after the new pope is chosen?
I don't know.

Soon-to-be-ex Pope Benedict says nothing about his resignation but wishes to continue to serve the Catholic church "through a life dedicated to prayer".
So, tell me my dear Christians, what is next?


Geçen yine essay yazıyorum kenks. -duydum ki blogunda ingilizce yazı yayınlamayanı boğaziçine almıyorlarmış. dedim o yoo, teomanın boğaziçili gadın sevdiği bi dünyada bu riski göze alamam.-

Give ME Love



Bana rahat batıyor argadaş. Bildiğin batıyor.
Şarkının son üçte birlik kısmı da nasıl şahane, o vokaller filan aman da aman yenirmiş ki.

Sevenler Ağlar Mıymış?

Yazmaya ara vermek pek de parlak bir fikir değilmiş, yeni yeni fark ediyorum. -buraya zarar ve kârla alakalı klişe atasözü gelsin.- Beynim dolup taşmış blog kayıtlarıyla, lag yapıyor bildiğin.

Nice zamandır bir günde iki yazı yayınlamamıştım, bugüne kısmetmiş. -bunu yazı saymazsanız anlarım fakat.- Durduramıyorum kendimi, her gördüğümü, her aklıma geleni buraya yazmak istiyorum yahu. Ulu amatör-blogger-ruhu bedenimi ele geçirdi azizim.
Hadi müziğimi koyup def olup gideyim, ehheeeeeeey.


Get Up, Stand Up!

**Bir milenyum sonra yine birlikteyiz okurum canım. Nassın burnunu ısırdığım?

**Geçen gün söylemesi ayıp Starbucks'a giriyorum, yine söylemesi ayıp kahve alacağım. Kapıyı açtım, sağ ayağım ulu Starbucks sınırları içerisinde, sol ayağımsa hâlâ halktan kopmuş samimi bir parça gibi kaldırımda duruyor, sen Bob Marley çalmaya başlamasın mı? Get up, stand up! Stand up for your rights! Benim gözler nasıl yaşardı, nasıl duygulandım, kendimi tutamayıp önlükleri emek kokan baristalara sarıldım, ağlamaya başladım. Bir yandan da kapitalizm, proletarya, amağrika, ironi, ezilmiş halklar, kahve çekirdeği, muz cumhuriyeti anahtar kelimelerini savuruyorum ama görmen lazım, bütün entelijansiya ayakta. -merhaba ben yılmaz özdil'in aktivist yeğeni. bu mikro köşe yazısı aracılığıyla tanıştığımıza memnun oldum. izmir'e beklerim, ege'nin incisi, türkiye'nin birincisi. izmir <3- br=""> **Benim kedim var bu arada. Birkaç aydır bizimle, şapşal bir Ankara oğlanı. Gölgesini yakalamaya çalışıyor filan. Adı da Yulaf. -norveç krallarının en şahanesi olaf olacağıdı ama kısmet yulaf'mış. ananem sağ olsun-

**Teoman evlendiğinden beri ben eski ben değilim. Hayat bir boş, bir manasız. Allah aşkına söyleyin bütün o şarkıları o kadına mı yazmış? Ona mı yani? Ya da hayır, söylemeyin. Beni acımla baş başa bırakın................... -atarlı çok nokta.-

**Yulaf tam bir ayak fetişisti. Bazen düşünüyorum adını Quentin koysaydık daha mı isabetli olurdu diye. -blogger burda üstad tarantino'ya selam çakmış. swh swh- Cidden, bütün ayak parmaklarımı birkaç tur dişlemiştir sabahtan beri.

**Şu an yanımda bir termos dolusu çay var. Bir emmiye doğru evrilişimin 4. fazındayım. Alnıma okey taşı yapıştırdığım gün faz 5'e geçeceğim. Kasket takıp yelek giydiğimde benden korkun sizi keratanın damatları sizi. Zira o vakit gün benim günümdür.

**Her yıl düzenlediğimiz, artık geleneksel hale gelen 'Ben tel taktırayım diyorum.' şenliğiyle 'Ben rasta yaptırayım diyorum.' şenliği bu yıl aynı vakitlere denk geldi. Tamamen sizin göz sağlığınızı düşünerek söylüyorum ki gelecek bir ay boyunca ne rasta ne de diş teli hakkında güzel şeyler söylemeyin. -örnek vermek gerekirse: "diş teli takan kızları sevimli buluyorum.", "rasta çok marjinal değil mi baabi yaa.", "diş telinin böyle bir 'nee düşündüğünüzü iplemiyorum, ağız sağlığım söz konusu.' havası yok mu, bayılıyorum."- Cidden, bir cümleye bakar kemik çerçeveli gözlük takan, telli ve rastalı aktiviste dönüşmem. Sonrası bana şenlik size post-apocalyptic. -tam bir boğaziçili gibi kafiye yaptım.-

**Yazmayı özlemişim sevgilim okur. Valla bak.

**Bazen kendimi aptal aptal sırıtırken yakalıyorum. Ne hoş şey sırıtmak. Macaronum'un da dediği gibi, 2013 bana geldi azizim.

**Fringe ne şahane dizi fakat. Bölümleri çok uzun, popom uyuşuyor oturmaktan ama güzel yani.

**Midnight in Paris'i her izleyişimde 'hığğğğğğğğğğ' demekten içime kaçıyorum. Dakika başı bir bomba abi yaa, Dali'ye kadar iki defa ara vermeden çıkamıyorum. Gergedanları sever misiniz? Bence bu durum tam bir gergedan. Woody Allen nasıl bir herif öyle, adeta bir gergedan. Hayat çok tuhaf, gergedanlar filan.

**Şimdi bir sorum olacak. Kate Moss neden bu kadar güzel? Yani, NE-DEĞĞN?
Yüzünü parçalara ayırıp inceleyince -sakatatçı hikmet emmiye selam çakıyorum yaa, bi durum allaseniz.- böyle ahım şahım bir şey yok, ama birleştirince aman tanrım çok güzel yahu. Bayaa da güzel. Mango'nun yüzü olunca çok sevinmiştim ben, şimdi Miranda Kerr olmuş, tam bir hayal kırıklığı. Macaronum'la da yaptık bunun muhabbetini, Kate Moss bir hayli Mango iken Miranda Kerr markanın imajına, popi tabirle 'Mango kadını'na hiçbir şekilde yakın değil ki. Iıı, cık.

**Yalnız Radikal neler yapmış öyle.

**Beni Paris'in yağmurlarında yıkasınlar.

**Ölüm sebebim üşengeçlikle sakarlığın mükemmel karışımından olacak. Bir hayli eminim bundan.

**Bazı t-shirtleri çamaşır makineleri dişliyor. Pintik pintik yırtıkcıklar oluşuyor. İşte o zaman o t-shirtlerle aramızda bir sevgi bağı kuruluyor ki sorma. Alıp bağrıma basasım, öpücüklere boğasım geliyor. O t-shirt ki çileli, o t-shirt ki cefakar, o t-shirt ki Scarface'deki Al Pacino. -şu an üzerimdeki ev tişörtünde dört tane diş izi var. bunu bi şekilde karizmatik hale getirmem gerekiyordu yani.-



Hadi bana müsaade, tez zamanda görüşmek üzere. Yokluğumda sizi mutlu etmesi için adamın hası Bob Marley'yi bırakıyorum buraya, kalın sağlıcakla.