Vive le Vent, Vive le Vent

Bugün öğretmenlerimden biri eğitilmek, ehlileştirilmek, uyandırılmak için okula gittiğimizi söyledi. İşte o an Holden Caulfield oldum.

Haftada 18 saat bilim dersine karşılık 1 saat sanat dersi görüyoruz, kafamız geometri ve fizik formülleriyle dolu ama analitik düşünmekten bihaberiz, sürekli yarışıyoruz ama bitiş çizgisinin yerini bilmiyoruz, o denli aptalız ki birinci sınıftan beri Türkçe görmemize rağmen daha bağlaç olan -de'yi hâl eki olan -de'den ayırt edemiyoruz, o denli odunuz ki noktalama işareti olarak küfrediyor ve bunu samimiyet addediyoruz.

İşte bu bizim içsel devrimimiz, eğitimimiz de ehlileşme çabamız da bu kadar. -uyanma konusuna girmeyelim, biz sadece arkadaşız eğer bi'şey olursa ilk size söyleyeceğim, söz.-


Aslında hepimiz kocaman bir fabrikanın tulum giyen işçileriyiz ve bindiğimiz merkepler bizi 'insan olma' yolunda değil 'büyük bacaları kutup ayılarını terleten fabrikaya iş gücü olma' yolunda yürütüyor. Ama çok iyi niyetliyiz, uyanmaya inanıyoruz.
Fabrikanın ehli insana değil ehli hayvana ihtiyacı olduğunu görmüyoruz, üçe kadar sayacağım ve kafamızı kuma gömeceğiz.

Bir vee kii vee üüüç!



_______________________
nöt: fransızca dersinde şarkı öğreniyoruz:
1, 2, 3
voila, mon chat!
4, 5, 6,
il s'apelle pastis! gibi.

başlık da buradan geliyor, zira sabahtan beri
vive le vent, vive le vent
vive le vent d'hiver
qui s'en va sifflant soufflant
dans les grands sapins verts..
oh! vive le temps, vive le temps
vive le temps d'hiver
boule de neige et jour de l'an
et bonne année grand-mére diye diye geziniyorum. hatta şarkının sadece bu kısmını ezberleyebildim. ama çok eğlenceli yahu. burdan dinleyip sen de eğlen benim dear okurum.

Bu Postta Türkçe Bilmeyen Çevirmenlere ve Arlanmaz Redaktörlere Çemkiriyoruz

Daha önce de zilyar defa bahsettiğim gibi ben bir kitap bağımlısıyım. Yeterli miktarda kitabım ve sıcak çikolatam olsun, bir de fonda Leonard Cohen çalsın, yüzyıllarca yerimden kıpırdamam.

2012'ymiş, Teoman konseriymiş, Fatih Akın'la film çekmekmiş, güzeel bir Zenit'miş, Cannes'da jüri üyeliğiymiş, oeeh.. Hiçbir şey beni yerimden kaldıramaz.


Beceriksiz çevirmenler hariç.
Evet dear okur, Türkçe bilmeyen ama Türkçe'ye çeviri yapma yüzsüzlüğünde bulunan zatlara duyduğum nefretin yanında geometriye duyduğum nefret devede kulak kalır.

Neden mi? Basit.
*Kim Rus Edebiyatı ile kafayı bozmuş birini Anna Karenina'dan soğutabilir? Cevap veriyorum, saçma sapan bir çevirmen!

*Kim Jane Eyre'ın arka kapağına kitabın sonunda Bay Rochester'ın akıl hastası karısının öldüğünü ve Bay Rochester ile Jane Eyre'ın evlendiğini yazarak muhteşem bir epic fail'a imza atar? Cevap veriyorum, tabii ki işini bilmeyen bir çevirmen! -burada ayrıca durumun vahametinin farkına varmayan editörü de fırçalıyorum, oh evet!-

*Kim deyimleri Tarzan Türkçesiyle çevirmek suretiyle okuma keyfinize limon sıkar? Tabii ki çeviri yapmayı bilmeyen bir çevirmen!

*Kim yazarın anlatım dilini beğenmeyip son derece büyük bir pervasızlıkla kitabın bağrına kalem batırır? Cevabı biliyorsunuz, tabii ki amatör bir çevirmen!

*Kim her sözcükten sonra yıldız (*) koymak suretiyle asıl metinden daha uzun ve GEREKSİZ dipnotlar çıkartır? Sıkı durun, söylüyorum: Çevirmen olduğunu sanan bir çevirmen!

*Kim muhteşem çalışma disipliniyle bir okuru bir yayınevinden soğutur? Haydi, hep beraber: İşini bilmeyen bir çe-vir-meen!

Gelelim arlanmaz redaktörlere..
Düşününce, bir redaktörün işi de, bir çevirmenin işi de neredeyse yazarın işinden daha zor, bu sebele işlerini iyi yapan çevirmen ve redaktörlere saygım okyanuslardan daha engin. -bazı beceriksizleri gördükçe mesleğinin hakkını verenlere duyduğum saygının enginliği daha da katlanıyor-

Sayın arlanmaz redaktörler,
Tamam, yüzlerce sayfa kitap okuyup hata aramak zor, ama yanlış yazıldığı bariz belli olan, bağırmakla kalmayıp adeta opera yapan kelimleri görmek de mi gerçekten zor?
Apostrofun kullanım yerlerini hatırlamak, olur olmaz yerlerde ^ işareti kullanmamak da mı zor ha, bu da mı zor?!
Kitabın kapağında Ölü Canalr yazdığını görmemenin açıklaması nedir ha, nediiir?!! -duy sesimi zambak yayınları, elimde belgeler var; jullian assange ile müzakere hâlindeyiz.-
Mesleğine redaktör deyip de ayrı yazılan de ve da'ları, ki'leri bilmemenin açıklaması var mı ha, var mı?!
Arşidük yazmak bu kadar mı zor ha, bu da mı zor?!
BU DA MI GOL DEĞİL HA, BU DA MI!!1!



Büyük bir iç rahatlamasıyla bu postu bitirirken Can Yayınları'na ve sayın Celâl Üster'e ilan-ı aşk eder, -o Celâl Üster ki hem yazarın üslubuna dokunmamış hem de ucuz amerikan filmi izliyormuş hissi yaşatmamış bir çevirmendir, 1984'ün başındaki 'Orwell: Büyük Biraderimiz' ile beni benden alandır, eli sıkılmak istenendir. bu kısa çizgiyi kapatmadan önce şunu da söylemezsem arkamdan ağlar: 'bütün kitaplar eşittir, ama bazı kitaplar öbürlerinden daha eşittir.'- Vedat Günyol'a, Aydın Emeç'e, Ümit Tosun'a, Gürol Koca'ya, Aykut Derman'a, Şadan Karadeniz'e ve adını unuttuğum ama sevdiğim, takip ettiğim diğer çevirmenlere -evet, çevirmen takip ediyorum ben. noolmuş?- selam ederim. Ayrıca onları yukarıda çemkirdiklerimden tenzih ederim.

Dip not olarak çevirmenin adını kitabın kapağına yazan -ve dahi Çevirmen:xxx şeklinde değil de Türkçesi xxx şeklinde yazan- yayınevlerini çok sevidiğimi söylemek istiyorum.

Hazır Credits'e girişmişken, İspanyolca Fiil Çekimleri kitabını hazırlayan İnci Kut ve Güngör Kut'a da teşekkürler. İspanyolca ile kafayı yediğim şu günlerde acayip işime yarıyor.

Meğersem Mayozla Bölünüyormuşum

O kadar kaotik bir ortamdayım ki, hiçbir şeye yetişemiyorum.

Geçen gün odamda koskoca okul çantamı kaybettim mesela, kimliğim filan da içindeydi. Geceleri el fenerini tavana doğru tutup S.O.S. veriyorum beni bulsun diye ama hâlâ tık yok.

Tarih yazılısından 97 beklerken 84 aldım, sebebi de soruların cevaplarında verdiğim örnekleri öğretmenin anlatmamış olmasıymış. Halbuki aynı örnekler noktasına virgülüne ders kitabında var ama benim bile kelimelerim tükendi kadın karşısında.

Dil ve Anlatım'da sunum yapacağım, Fransızca'da poster hazırlayacağım, resim için çizim yapacağım, yazılıya kadar hedef kitabı okuyacağım ve tüm bunlar için sadece bir haftam var. Ben de hepsine yetişmek için n sayısından fire verip mayozla bölünmeye karar verdim.

Bir düşünsene dear okur benden 4 tane olduğunu.. Sınıfın her bir köşesinde birer tane Geveze, 3 günde okulun hakkından gelirdik yahu.

Neyse konu bu değil. Sağ kolondaki müzikleri değiştirdim, vatana millete hayırlı olsun. Bi de birkaç gün içinde dayımın çok değişik bi hikâyesini anlatacağım, hatta kalın.

Okura soru: Twitter hesabım olmalı mı? Yorum yaz, haber eyle.

Yeni Başlayanlar İçin Mardin 2 | Bir Nevi Survivor

Bu post, tıpkı buradaki kardeşi gibi bütünüyle tamamıyla absalom'a ithaf edilmiştir, hatta absalom için yazılmıştır. Ama benim en sevdiğim dearest okurum tabii ki göğsünü gere gere okuyabilir.

...
Başlamadan önce söylemeliyim ki bloguma ve dear okurlarıma hasret kalmak evlat acısı yaşamak gibi bir şeymiş.
Unutmadan, öykü gerilim unsurları içermektedir.
...

-mistik bir sesle, sisli bir mekânda okuyunuz.-
Zamanın birinde, adı sanı şu an için bize lazım olmayan bir kahraman uzaak doğudan bir diyara gitmiş. Bu diyarın toprakları çorak, iklimi kurak, akrepleri manyak imiş.
-peki ya kahramanın orada işi neymiş?-
Kahramanımız oraya annesini görmeye ve tatil yapmaya gitmiş. Bütüün gün zorlu görevler peşinde koşuyor, -bakkaldan ekmek almak, sıcaktan buharlaşmamaya çalışmak, evdeki Fanta stoklarını eritmek, belgesel ve film izlemek, Fransızca öğrenmeye hazırlık yapmak -bu da ne demekse-, resim yapmak, yöre halkıyla iletişime geçmek- maceradan maceraya ter döküyormuş.

Haftasonlarından birinde pek muhterem kahraman, annesi ve ananesiyle kahvaltısını yapıyormuş ki, annesi ona çok zorlu bir görev vermiş: Bulaşıkları yıkamak!
Aramızda kalsın ama; sözümona kahramanımız o kadar üşengeç, o kadar tembel, o kadar sakarmış ki bu görevden kaçmak için türlü bahaneler uydurmuş. -'bugün Londra'da yağmur yağacakmış, dizlerim nasıl ağrıyor bir bilsen!', 'sen kilo mu aldın?', 'galiba omzum çıktı.'- Her ne hikmetse anne kişisi hiç itiraz etmeden bu bahaneleri kabul etmiş.

Bunun üzerine kahramanımız; yokluğunda sabahı zor eden, içip içip ağlayan, pillerini çıkartma tehditleri savuran zavallı televizyon kumandasını tüm bu dertlerden kurtarmaya gitmiş. O belgeseller, ithal diziler izleyedursun; annesi bulaşıkları yıkamaya koyulmuş.
Ama o da nesi, sevgili anne lavaboda ''süpürge çöpüne benzer bi'şey'' olarak tanımladığı sarı bir cisim görmüş. İçinde depir depir depinen çılgıaan Orta Asya Türkü'ne hakim olamayarak o sarı cisimciği tutmuş, var gücüyle çekmiş. O çektikçe cisimcik kımıldanıyor, uzadıkça uzuyormuş.

Basireti bağlanan anne, çektiği cisimciğin bir akrep olduğunu epey sonra anlamış. Anladığında da çığlık atarak lavabodan uzaklaşmış. Anane kişisi hemen durumu analiz etmiş, ''Nöölyooğ orda?'' diye koşarak gelen kahramanımızı mutfağın kapısında durdurmuş. Tabii kendisi de mutfaktan çıkmayı ihmal etmemiş.
Olayı anlayan kahramanımız korkudan üç buçuk atadursun, çok zeki olduğu için akrebin üzerine PorÇöz, lavabo-aç veya kaynar su dökünce ölebileceğini o kargaşaya rağmen akıl etmiş. Gerekli işlemler yapılmış, musluktan şelale gibi sular akmış ve akrep Hakk'ın rahmetine kavuşmuş.

Anne ellerini sterilize etmiş, anane lavaboların giderleri için taş, kumaş ve telden özel aygıtlar hazırlamış ve lavabolar kullanılmadıkları zamanlarda giderlerin üzerinde oturmaları için onları tembihlemiş. Bu sırada ne akrebi gören ne de mutfağa giren kahraman, yaklaşık 30 dakika içerisinde 3 tane uçuk çıkartmış. -hayatında ilk defa uçuk sahibesi olmuş, dudakları Angelina Jolie ve Rihanna karışımı ucubik bir forma bürünmüş.-

Ortalık yatışınca cesur kahramanımız internetten akrepler hakkında geniş çaplı bir araştırma yapmış. Maviyi ateş sanıp yaklaşmadıklarını öğrenince oturma odasındaki, mavinin bütün tonlarını ihtiva eden halının üzerinde yaşama kararı almış. Anneyi de kükürt ve Arap sabunu bulması konusunda tembihlemiş.
Akşamüstüne doğru annenin bir arkadaşı gelmiş, lavabonun vidalarını söküp 8 boğumlu ve süpersonik zehirli akrebin cesedini çıkartmış. Bu sırada da 'Hayvanı haşat etmişsiniz doktor hanım.' demeyi unutmamış. -PorÇöz çok süper bişeymiş, o an kahramanımız bunu bir kez daha anlamış.-

Anne bu macerayı hastahanede arkadaşlarına anlatınca isminin başına Survivor cesaret unvanı almış. Ortadoğu ve Balkanların en cesur Kahramanı ise korkudan yaklaşık 200 gr çikolata tüketmiş ve uçuklarıyla dertleşmiş. Anane ise bu sayede alter egosu olan Derya Baykal için bir craft faaliyetinde bulunduğuna seviniyormuş. -yaşasın giderlerdeki taşlar!!-

Başka ve daha az heyecanlı bir Mardin macerası da burada.

**Hâlâ yazılı oluyoruz ve son 2 haftada 3 kilo vermenin kıvancını yaşıyorum. Bipolar davranış bozuluğuna ramak kaldı zira bir insanın geometriden 51, fizikten 95 alması akıl kârı bir olay değil. Ha, bir de hangi akla hizmet 2. yabancı dili Fransızca seçtim bilmiyorum.
**Hikâyedeki 'Kahraman' benim bi arkadaş. Evet.
**Nihayet yeni bir telefonum oldu, artık okuldan filan blog kaydı yapabilirim, heyoo.

Kendine iyi bak dear okur, benim yerime de dinlen, gül, uyu.