√49

Uykucu'm sağ olsun beni mimleyivermiş. Ödülmüş mü neymiş bu. Öyle bi şeymiş bu.
Teşekkürlerimi ilettikten sonra hakkımda 7 gerçek yazmam gerekiyormuş.
Bundan gayrı yeni mottom az laf çok iş. -bir demet ucuz ironi.- O yüzden hemen başlıyorum.

:1: Ortalama bir günde yatağa yatmamla uykuya dalmam arasında geçen süre yaklaşık 40 dakika. Evet, 40 dakika. Zira beynim kendi kendini kapatma konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyor.
Işıkları söndürüyorum, yorganıma sarılıyorum ve aman Tanrım! Gözümün önünde bir karnaval beliriyor. -bu konuyu detaylarıyla anlatıp koskoca bir yazı çıkartabileceğimi fark ettim tam bir fırsatçı olarak.-
Velhasıl kelam, kolay kolay uykuya dalamıyorum ve bunu yapan insanlara da muhteşem bir hasetle bakıyorum.

:2: Beynim adeta bir bilgi çöplüğü. Omuzlarımın üstünde devasa bir 'Bunları biliyor musunuz?' arşivi taşıyorum. Örnek vermek gerekirse..
*Roald Dahl Charlie'nin Çikolata Fabrikası'nı ilk yazdığında oompa-loompa'lar simsiyahlarmış. Sonra 'Irkçı oldu ya bu.' diyerek bukalemuna çevirmişler pigmeleri. -bir ara beyaz oluyorlar, bir ara turuncu oluyorlar filan.-
Şimdi söyleyin bana bu bilgiyi nerede kullanabilirim? Nerede işime yarar? -sessizlik.. buz gibi bir sessizlik..-

:3: Karamelden hoşlanmam. Hem de hiç.

:4: Arkadaşlarımın ortak kanısına göre bazen açık sözlülük olayını abartabiliyormuşum.
Halbuki entel bir tartışma ortamında herkes mutlu olmak için yalan dinlemenin saçma olduğunu kabul eder. Pratiğe gelince niye yamuluyorlar anlamıyorum. Ayrıca üzülmesin diye yüzüne söyleyemedikleri şeyi o gittikten sonra aralarında konuşmaları ve dahi gülmeleri, sorarım sana dear okurum, daha mı etik?!
Adını hatırlamadığım birinin dediği gibi, gerçek sizi özgürleştirebilir ama önce çok kızdırır. -ufuu, tanık göstermeye kadar gittim.-

:5: Sinesteziden muzdaribim. Şarkıları koklayabilirim, fotoğrafların tadını alabilirim, kelimelerin dokularını hissedebilirim.
Bundan kötü bir şeymiş gibi bahsediyorum, evet. Çünkü çoğu zaman filmlerden, müzikten, kitaplardan bir başkasının alabileceğinden daha fazla zevk alsam da bazen çok yoruluyorum.
Kötü bir şarkı duyduğunuzda ne hissettiğinizi düşünün bir. İşitsel olarak rahatsız oluyorsunuz, değil mi? Bense iğrenç bir yüzeye dokunuyorum, plastik kokusu alıyorum.
Ayrıca sayılarda hiçbir şey hissedemiyorum. Sonsuz bir siyah beyazlık. Matematikten nefret etmek için devasa bir sebep daha.

:6: Şimdiye kadar şöyle ya da böyle bir muhabbetimin olduğu herkesi ellerinden tanıyabilirim. Herkesi.

:7: Eğimli yerlerde fevkalade rahatsız oluyorum. Öyle böyle değil, ÇOK rahatsız oluyorum. İçim sıkılıyor.
Engebeli arazi değil, eğimli arazi. Yokuş gibi.
Uff, iğrenç bir şey yaa.


Eveet, bir mimimizin daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Şimdi el ele tutuşuyoruz, gözlerimizi kapatıyoruz ve yüksek sesle tekrar ediyoruz:
"Geveze coğrafyadan 100 alsın.. Geveze matematikten de 100 alsın.. Geveze coğrafyadan 100 alsın.. Geveze matematikten de 100 alsın.. Geveze coğrafyadan 100 alsın.. Geveze matematikten de 100 alsın.."

He Benim Nicolas'ma, He Benim Sarkozy'me, HE!!

Muhtemel suretle hepiniz duymuşsunuzdur şu yasa tasarısı muhabbetini, duymadıysanız da bir defa daha anlatmaya benim içim el vermiyor, dear okurumun dear elleri bi google'lasın bir zahmet.


Şimdi buradan Sarkozy beyamcaya açık mektup şirinleyeceğim, sıkı durunuz.

Kafanıza ne yaptıysanız monşer, çok güzel olmuş. Tebrik ederim, muhteşem olmuş. Otuza saltık esnik börsum'dan beri böyle güzel bir kafa görmedim, görmem diye de düşünerek iyi halt etmişim üstünüze afiyet.
Carla Bruni'yle evlendiğinizde bir kıllanmadım değil, ne yalan söyleyeyim. Türkiye'yi AB'ye almama konusundaki inatçılığınıza da saygı duyuyor ve hatta anlıyordum da... Şu yaptığınıza diyecek söz bulamıyorum, sadece koccaman bir tebrik oturtuyorum.

Hani bir 'Fğansa ekönömisini ğevitalizeğ etme' planınız vardı ya.. Hah, şimdi onu alın ve..

Güzel bir rafa kaldırın canım, ne fesatsınız öyle!

Ola ki sözlerinden dönmezlerse, pek çok Türk yatırımcı ve şirket canınızı yakacak. Ayrıca biliyorsunuz ki Orta Doğu'da anlamlandırmakta zorlandığımız bir Türk sempatisi yükselişte. Arkamızdan geleceğini, en azından bir nebze de olsa moralinizi bozacağını umduğum petrol zenginleri var. Bu işin ekonomik boyutuydu.

Siyasi tarafından bakarsak.. Türkiye elçilerini muhtemelen geri çağıracak, bunu 15 yaşında bir lise öğrencisinden çok daha iyi bildiğinize eminim.
Bonus olarak da, 2006 sayımlarına göre ülkenizde yaşayan 400,000 kadar Türk vatandaşı var. Ve yine 2006 sayımına göre, 500,000 kadar da Ermeni vatandaşınız var.
Basit bir hesapla, sade ve sadece 100,000 oy kazandınız ve ufuu, çok para ve çok saygı kaybettiniz.
Bir de şunu söylemeliyim ki, güzel bir tepki koymalarını beklediğim 5 milyon kadar Avrupalı Türk var. Bir düşünün, bir düşünün monşer. İmeycın.

Tüm bunların yanında Fransa'nın UN'de faal bir sevgi pıtırcığı olma, düşünce özgürlüğüne saygı duyma, insan halkarına kol kanat germe, barış güvercini olma gibi ütopik misyonları vardı. Bilirsiniz değil mi, neticede büyük adamsınız, ha?
Var ya, şu yaptığınız düzenlemeyle artık 'sözde Ermeni soykırımı' diyen insanlar hapse girecekler. Ne özgürlük ama! Saygı duymamak elde değil.
Böylece Ermenilerin çektikleri acıları görmezden gelen kötü adamlar Fransa'nın kutsal topraklarından silinip gidecek mi? Bunu mu hayal ettiniz?
Ciddi ciddi böyle düşünüyorsanız size puanım dokuz. Zira herkes, her diktatör ve her adil yönetici bilir ki yasakların cazibesi karşı konulamazdır. Anlayacağınız dilden konuşayım, femme fatale gibi düşünün, peşinden giden çok olur. Yanacağını bile bile.

Sevdiğim adamları çıkartmakta üstüne olmayan bir ülke Fransa; Victor Hugo, Jean Ferrat, Chabrol, Baudelaire, Sartre vesaire vesaire.
Hepsi de insanlara ne düşünmeleri gerektiğini söylemeyen bir Fransa'dan çıktılar. Bilmem mesajı aldınız mı?


Bütün bu saydıklarıma ek, ne kadar önemsersiniz bilemem ama, bir genç kızın hayalleriyle oynadığınızı da bilmelisiniz. Sayenizde Türkiye, Fransa ile olan diplomatik ilişkilerini kesecek ve bu benim için korkunç bir şey.
Kim bilir ne kadar zorlaşacak bir Türk olarak orada yaşama izni almak. Ne hale getirdiniz sevgili Dr. Jekyll ve Mr. Hyde hayalimi. -gündüzleri paris sokaklarında kaybolan avare bir sanatçı olup, karanlıktan sonra stüdyo daireme çekilerek çeviriler yapacaktım tamam mı!!!1!-


Şu noktada diyebileceğim tek şey, he Nicolas'ma he.
Faaliyetlerinin devamını dilerim.
Bi de; kabız ol, Nutella'ya alerjin çıksın ve bir sürü sivilcen olsun. Oh.

Smith & Wesson & Lennon

Tematik şarkımız The Cranberries'den tüm sevip de yüz bulamayanlara gelsin: I Just Shot John Lennon. -vj olabilirim bence. olur ki bence.-



  Hafızamın kusuruna bakmayın; John Lennon'ı ilk nerede gördüm, adını ilk nerede işittim hiç hatırlamıyorum.
  Ama böyle eski mi eski bir Beatles anım var. Anaokulundayım sanırım, Obla di Obla da çalıyor -çalıyor ama radyo mu televizyon mu yoksa başka bir şey mi hiç ama hiç hatırlamıyorum.- ve elimde oyun hamurları var. Bir şey yapmaya çalışıyorum, görkemli bir şey. Büyük ve güzel bir şey. Bu müziğin hamurdan şeyi. Pembe. Belki de kırmızı. Ve yeşil. Çok çok güzel olmalı. Çok acayip güzel.
  O zamandan belliymiş heykelde başarılı olamayacağım ki bir salatalığa çarpmış teletabiden daha görkemli bir şey yapamıyorum.
  Ama müzik kulaklarımda çalmaya devam ediyor. Alkışlar.
  Kafam bu kadar karışık değilmiş ki ritmini uzun zaman saklayabilmişim hiç bozulmadan. Bir yerde daha duyuyorum ve "Ben bunu biliyorum!" diyorum, "Biidıls. Biidıls bu!"

  Arkasından gelen yıllar boyunca şurada burada biidıls'ı duydum, evdeki eski kasetleri karıştırırken Genesis albümü altında muhteviyatında birkaç biidıls şarkısı olan 'karışık kaset'i buluşumsa bir nevi nirvanaydı John ile olan ilişkimizde. -burada kurt cobain anısına 10 saniye boyunca buğulu gözlerle karşımızdaki duvara bakıyoruz.-

  Pek tabii kocaman müzik setimizin içine tepiştirip dinlemeye başladım. -ben küçükken daha büyüktü bu müzik seti. koccamaaaan kolonları vardı. en üstündeki pikap çok gizemli bir şeydi, boyum yetişmediği için istediğim gibi kurcalayamayışım da pek hüzünlüydü.-
  Şimdi hatırlamıyorum neler vardı ama, benim en sevdiğim Strawberry Fields Forever'dı.

  Araya bir 'Rakçıyım herkes bilsin yaneeeğ.' dönemi girdikten sonra elimin altında limewire vardı, youtube vardı, şu vardı bu vardı, teknoloji durmuyor ki azizim. Bulabildiğim bütün Beatles şarkılarını zamane tineyçleri olarak adetimiz üzere tükettim.

  Fotoğraf biriktirmekten hoşlandığımı söylemiş miydim bilmiyorum. -söyledim yaa bence. off o kadar çok şey söyleyince insan unutuyor neyden bahsedip neyden bahsetmediğini yahu.-
Minik koleksiyonuma John Lennon'ı eklerken epey bir bilgiye ve İngilizce kelimeye vakıf olduğumu söylemeliyim okurcuğum.

  Tuhaf bir adamdı ki bu John amca. Her fırsatta hippi mesajlar vermesi, 'Dünya barışığğ!' demesi, gözlüğü, favorileri, aforizmaları... Enteresandı.
  Ayrıca Amerika'ya kafa tutuşuna bayılmıştım doğrusu. Nixon yönetiminin başını ağrıtmış, Vietnam Savaşı hakkında bağıra bağıra konuşabilmiş, FBI'cıların sinirlerini zıplatmıştı. Cesaret bu değildi de neydi?
  Hele ki embesil Amerikalıları uyandırma yolundaki çabasını çok takdir etmiştim.

  Hadi yeri gelmişken bir gazeteci aracılığıyla verdiği ibretlik ayarı da anlatıvereyim:
'War is over, if you want.' yazısını embesillerin gözüne gözüne dayayışı sırasında bir gazeteci abi John beyamcaya sormuş: "Bunların parasını siz mi karşılıyorsunuz yoksa yardımcı olanlar var mı?"
Lennon'cığım da ufuu, durur mu vermiş ayarı: "Yardımcı olmak isteyenler var tabii de şimdilik kendimiz karşılıyoruz. Ama sorun değil çünkü bir insan hayatından daha ucuz."

  Etkileyiciydi. Sivri dili, hazırcevaplığı. Ama hepsinden önemlisi istikrarla barış çağrısı yapması. Hemen her röportajında tacını giyen bir Miss World edasıyla barışı anması komikti. Ama bu yolda çaba harcaması, işte bu hayli ciddi olduğu kadar muhteşemdi de.
  '69'da "Hiç kimse barışa tam olarak bir şans vermedi. Gandhi denedi, Martin Luther King denedi ama ikisi de vuruldu." demesi ise, vay anasını, ironikti.

  Pek sevdiğim Cannes'da bile bir macerası vardı bu adamın. Erkin koray ne dedi, birlikte ne konuştular, hangi sinema akımından hoşlanır, en sevdiği film hangisi, Nutella'nın gizli tarifi ne? Bunlar hep merak ettiğim şeyler.

  Şarkı sözleri iyiydi, güzeldi de kime yazmıştı bunları? Yoko-oh-no'ya mı?
İşte bu kadını hiç sevemedim. Benimle aynı gün doğmasıysa büyük bir üzüntü kaynağı. Hele ki pek beğendiğim, bir ev satın almak istediğim Mallorca'mı şu sıralarda mesken etmiş olmasınaysa diyecek laf bulamıyorum.
  Gitti biidıls'ı dağıttı -kim ne derse desin, biidıls'ın dağılma sebebi benim için bu kadındır.-, John'a da sağlam yapıştı hani. Bir dönem fotoğraflarında Yoko-oh-no'suz tek karesi yok adamcağızın. -her yoko-oh-no yazışımda paul mccartney'nin kulakları bir kez çınlıyormuş meğersem.-
  Hele ki bir şapşal fotoğrafları var, her görüşümde kıl oluyorum. John'u kapak yapmak için hangi dergiydi hatırlamıyorum şimdi, geliyorlar apartman dairelerine. John, "Yoko-oh-no'suz olmaz. Yoko-oh-no'suz tuvalete gitmem ben." diye tutturunca -eh be con yani. yok sanki başka kadın. anlıyorum aşık adamsın da. yoko-oh-no nedir yaa.. neyse sonra homurdanırım.- mecburen ikisinin birden fotoğrafını çekiyorlar. John zavallı bir cenin gibi Yoko-oh-no'ya yapışmış. Yoko-oh-no hayli sinir bozucu bir ifadeyle tavanın derinliklerine dalmış, bakıyor. Mutlaka bir yerde görmüşsünüzdür. -şimdi bulmaya da üşeniyorum.- Aralarındaki ilişkinin özeti budur herhalde. -ki bu fotoğrafı bir ara analiz etmeyi çok istiyorum. kısfmet.-

  Bu Yoko-oh-no'ya kıl oluşumu da açıklayamıyorum fakat. Niye bilmiyorum, öylesine sinir oluyorum ki ona.
  'because the sky is blue and it makes me cry.' Na böyle.
   Belki de kıskanıyorumdur ne bileyim. Lennon sözlerinde selam edilen kadın... Kıskanılmaz mı?

  New York'ta yaşamak konusundaki ısrarınıysa hiç anlayamadım. Geveze Ünlü Skalası'nda bu kadar yüksek puan yapan birisi nereye gitse muhteşem bir sevgiyle, hayranlıkla karşılanırdı. Neydi ki NYC ısrarı? -bu merakımı gidermem için mutlaka new york'a gitmem lazım. yoksa hayatım boyunca kafamı kurcalayan bir soru olarak kalacak. duy sesimi anne. anneeee.- 

  Hakkında çok şey öğrendim, büyüdükçe ilgilendiğim şeyler değişti ve bu değişime paralel bilgiler depoladım  Lennon hakkında. Aktivist hali, sanat anlayışı, 'high' kafası, LSD'si, stili, Maherishi Mahesh macerası, şusu busu...
  Elinin değdiği her şeyi görmek, bilmek için epey hırpaladım interneti de kitapları da.
  Ama bazı şeyler vardı, öbürlerinden daha çok sevdiğim. Aksanı, Imagine, Lucy in the Sky with Diamonds, Strawberry Fields Forever, Liverpool, devrim, Mao, Working Class Hero, Beatles.
  -hep Lennon diyorum da Beatles'a pek göz kırpmıyorum. evet, Paul yakışıklıydı, Harrison cool'du, Ringo Starr muhteşemdi. Ama Beatles'ın en özel parçası Lennon'dı, bunu tartışmayalım.-

  Önceki yaz zordu benim için. Epey zordu. Niyeydi nedendi boşverelim, gidip saçlarımı kıpkırmızıya boyattım. Domates kırmızısına. Kuaföre giderken Octopus's Garden dinliyordum.
  Kuaförden çıktıktan sonra 'Strawberry Fields' oldum.
Sınıfta biri "Strawberry Shortcake'e benzemiyor mu ki Geveze?" dedi. Sonra başka bri arkadaş daha çok 007'deki Agent Strawberry Fields olduğumu iddia edince resmen üstüme yapıştı bu nick.
  Evet, ben Strawberry Fields oldum. -saçlarım artık kırmızı değil ama hâlâ bana strawberry fields diyen arkadaşlarım var.-


  İşte bu kadaaar bir yer kaplıyor John Lennon ve Beatles hayatımda.
  31 sene olmuş Mark David Chapman müziğe Smith & Wesson 38'le dört mermi isabet ettireli.
  Hâlâ Yoko-oh-no'nun üzerinde olduğu bir dünyada yaşıyor, barış diye sayıklıyoruz.
'Az önce John Lennon'ı vurdum!' diyen salak maşa olmasaydı çok daha farklı bir yerde olur muyduk? Gerek hipster kulislerinde gerekse ciddi mecralarda yeterince tartışıldığını varsayıyorum ama Geveze olduğum için fikrimi de belirtmem gerek: Olurduk. Evet efendim, olurduk.
  Sonsuza dek genç John Lennon'ım, sen hayattayken seni yaşayanları nasıl kıskanıyorum bilemezsin.


Bu şirin ayılı fotoğrafla da yazıyı bitirmeyi planlıyordum ki...




Bu videoyu da eklemezsem olmaz dedim. 8 Aralık'ınız ve John Lennon Haftanız biterken ennnnnnn iyi dileklerimle selamlıyorum sizi sevgili gönül dostları.

ps. bundan bahsetmeyi de unutmuşum fakat.

Geveze'yi Harcayacaklar Matmazel!

Gördüğünüz üzere sağ kolona bir anket oturtturmuş idim. Oylama süresi bittiğine göre bir değerlendirsek de neçe zamandır boynu bükük duran anket zımbırtısı etiketim şenleniverse değil mi?

Sorumuz şöyleydi:

Okurum canım, sence Fransızca kökenli kelimeleri deli gibi etrafa saçıyor muyum?

Seçeneklerimiz ise şöyleydi:
* Evet. Yani ne zamandır söylemek istiyorum fırsat olmuyor. EVET, fütursuzzzca kullanıyorsun Fransızca kökenli kelimeleri.
3 (23%)
* Hayır. Ne alakası var?! Entelijansiyaya mensup biri olarak pek tabii anlıyorum seni monşer. İyi böyle, bozma.
4 (30%)
* Çekimsiyorum ben.
2 (15%)
* Amcamgile selam söylemek istiyorum.
4 (30%)

Toplamda 13 oy kullanılmış -toplama işlemi yapabilenlerin de kendi kendilerine fark edebilecekleri üzere-. Birinci ve ikinci seçeneği işaretleyen dear okurlarım, görüşlerinizi dikkate alacağımı itinayla belirtmek isterim. Neticede sizin dimağlarınızdaki fikirler benim için fevkalade kıymetli. Bilesiniz.

Üçüncü seçeneği işaretleyen okurlarım, siz de zannımca birinci seçenekte belirtilen fikirdesiniz ama benim şerrimin afakınızı sarması fikrinden hoşnutsuz olduğunuz içün olayı çekimsediniz. Değil mi? Sizi de seviyorum, çekimsemek yerine böyle daan diye, damdan düşer gibi, domdoğru dosdoğru fikrinizi açık etmeniz beni ziyadesiyle memnun eder.

Amcasıgile selam iletmek için bu mecrayı kullanan okurlarımın blogumun sanal jurnalcığımın günlüğümün bu denli popi oluşuna okunuşuna olan sarsılmaz güvenleri beni çok mesut ediyor. -ama burada bir kısa çizgi açayım. amca yeğen blogumu okuyan bir kitle varsa lütfen, n'olur ve lütfen bana ulaşın. çünkü siz en asil duygunun okurlarısınız cancağızlarım.-

Velhasılkelam, diyeceklerim bunlardan ibaret. Bu kadar Bülent Ersoy fevkaladenin fevkinde rol modelimdir, konuşması kafidir umarım. Zira;
Olmaya cihanda bu denli ızdırab,
Yordunuz beni haşmetmeab.

Beyit bile yazdığıma göre erdim ben, oldum ben.
Con lenın yazısı geliyor, yolda. Yarın matematik sınavı II var, sağ salim atlatabilirsem sayın yazımı da yayınlayacağım.
Haydi esen kalınız.

Beatles'ın Değil, Benim John Lennon'ım

Na bu blogun sınırları içinde, buna ek benim sözümün geçtiği ortamlarda resmi takvim ilan edilen Gvezeryen Takvimi'ne göre bu hafta, -1 aralık ve 8 aralık arası. 8 aralık dahil evlatcığım. - John Lennon Haftası.

John Lennon Haftası, çünkü ben sizin Papa Gregor'unuzum, ben ne dersem o olur. -ou yea. ay lav tevazu very very tevazu.-
Şaka bir yana, bildiğiniz ya da bilmediğinizi çaktırmadığınız gibi 8 Aralık 1980 John Lennon'cuğumun ölüm günü.
Beatles dinlemiyor olabilirsiniz, John Lennon'u sevmiyor olabilirsiniz, daha fenası Yoko Ono'nun iyi bir insan olduğunu düşünüyor olabilirsiniz, ama bilin ki Gvezeryen Takvimi'nin kullanıldığı mecralarda ben kafanızı ütülüyor olacağım. Aynen şöyle:
"Liverpool ülkü ocakları.. Parish.. bik bik geyik geyik.. John Lennon.. bik bik geyik.. Yoko Ono.. Nefret nefret nefret, 18 Şubat'ı geri ver.. Imagine.. bik bik bik.. Savaş çok gereksiz.. bik bik bik.. Yuvarlak gözlük.. Harry Potter.. bik bik.. J. K. Rowling, Pottermore, Ölüm Yadigarları çok kıytırık.. bik bik bik.. Severus Snape.. Friendzoned lvl 1234122313.. bik bik bik.. Voldemort.. Yoko Ono.. Kıl oluyorum.. Beetles kelime oyunu.. New York.. bik bik.. Salak Amerikalılar.. Suikast.. Bik bik.. Holden.. Salinger.. bik bik.. Smith & Wesson 38.. bik.. Favorili erkekler.. bik bik.. Matthew MacFadyen.. bik bik.. Dünya barışı.. bik.. Strawberry Fields Forever.. bik bik. LSD.. bik bik.. Lucy in the Sky with Diamonds.. bik bik.. Jelibonlar.. bik bik.. Hoffman.. Halisünojen.. Kaleydoskop.. bik bik.. biiiiiiik.."



İşte böyleyken böyle. Eylemlerim sürecek. Haftasonu vektörlerden başımı kaldırdığım zaman da ha burayı donatıciim.
Bu arada psikolojiden tamı tamına 96 puanla sınıfın en yüksek notunu aldığımı, matematikte de içler acısı olduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. mehe meh.







Burayı da vidyo manyağı yaptım.