Grip Oluşumun Bile Sanatsal Bir Yanı Var

Ressamların güzünde ağlarken gülen renkler, yazarların güzünde kaybolmuş ve kaybetmiş karakterlerler, şairlerin güzünde özleyen, hüzünlü aşıklar olur. Benimkisindeyse grip var.

Çoğu insan güzün gelişini takvimden öğrenir, benimse romatizmalı teyze dizleri gibi bademciklerim var ki istisnasız her güz bana haber verirler. Hapşırırım, tıksırırım, öksürürüm ve burnum akar. Ateşim çıkar, kafamın içini mesken etmiş pervasız filler salsa yapar.
Aferin içerim. -ki bende muhteşem kafa yapar. yani öyle böyle değil, duvarlarda dans eden pembe ejderhalar görüyorum.- Sonra da acayip uykum gelir, döne döne uyurum. Uyurken kendimden geçerim, saatlerce uyurum ve belim, sırtım, boynum ağrır. Ne oturabilirim ne yatabilirim.

Hepsine uslu uslu katlanıyorum ama burnumun akması beni deli ediyor. Böyle hastalığın ızdırabını, böyle tıbbın devasını sevgiyle anıp burnumu aldırmaya karar veriyorum her güz. Alıversinler, yerinde hoş bir düzlük kalsın istiyorum. Zaten pek matah bir şekli yok, koku alma konusunda da bir tazı kadar iddialı değilim; alıverin de kurtarın işte beni. Bir çeşit ötenazi gibi.
Ama yoooğk efendim, lazımmış o burun bana. Hayır bir gün dellenip evde "Çok Keyifli Bir DIY Projesi: Burnunuzu Sökün, Yerini Dümdüz Yapın!!" gibi hoş bir işe girişeceğim, şu kadar kaldı! -burada sağ elimin işaret ve baş parnaklarını birbirine o kadar yaklaştırıyorum ki, aralarındaki hava moleküllerini tutabiliyorum.-


Geçen salıdan beri hastayım efendim, mahvoldum. Perperişanım. Duşta ağlasam, fayansları yumruklasam yeri. Bu havada trikolarla geziyorum. Burun kanatlarım kıpppkırmızı oldu, es kaza oyuncu olmaya karar versem mafyalı, estetik operasyonlu, intikamlı dizilerde oynayamam; o denli yıprandılar.
Kırk yıllık sigara tiryakileri gibi öksürüyorum, öyle bir aşka öksürüyorum ki bir hafta daha bu tempoyla gidersem six packlerim olacak.
Gözlerimi yerinden çıkartmaya çalışan, sırtımda iğne topuklu Louboutin giyerek gezinen, boynuma oturan, kulaklarımda zıplayan, belim civarlarında bale öğrenen, omuzlarımda hulahop çeviren fillerin -cümlenin başını ilgiyle okuyup buralara kadar geldin dear okur. şimdi rica ediyorum tüm bu eylemlerin filler tarafından yapıldığının bilincinde, bir kere daha en baştan oku.- kararlılıkla bana zarar vermek için harcadıkları bu enerjiyle New York'un, hiç de olmazsa Manhattan'ın bir haftalık enerji ihtiyacını karşılayabileceğimizi iddia ediyorum. -burada da fillerin hamsterlar gibi bir çarkta koştuğunu hayal et dear okur. kimisi pisi pisi, tütüyle; kimisi Louboutinlerle. yani ben ve duvardaki pembe ejderhalar çok eğlendik, belki senin de hoşuna gider diye şeettim.-


Tüm bu olaylara iyi yanından bakarsak eğer, sesim çok tuhaf oldu. Yani bir değişik, bir hoş oldu. Kendi kendime sürekli şarkı mırıldanıyorum. Pavarotti filanmışım gibi bir havalardayım. Geçenlerde utanmadan Rusalka'dan bir şeyler mırıldandım, o kadar burnum büyüdü.
Bence çok da iyi çok da güzel oldu sesim. Pekala albüm yapabilirim, "Garage rock ekolündenim aslında. Snif snif." demek suretiyle de hühüüüv, popi olurum. Hatta Arabesque diye albüm yapsam bile tutar. Ama yapmıyorum, neden, çünkü entellerin arabeski sahiplenme şampiyonası sona erdi de ondan. -karikatürlerden de espri yürütmem çok pis bi şey değil mi. bence öyle yani, ayıp bu yaptığım.-

İşte böyle kendi kendime şarkı söyleyip mutlu olurkene geçen gün, serviste Zaz'dan les passants dinledim. -zaz da ne popi oldu, accayip popi oldu. aman yarabbi, çok popi oldu. eveet, 'popi', lugatıma yeni giren bir kelime ve insafsızca kullanıyorum.- -popi: popüler demek işte. "vurun türkçe'ye" akımından.-
Eve gelince mırıl mırıl "passe, passe, pasera / la dèrniere restera" (geçecek, geçecek, geçecekler / en son geçen kalacak geriye) derken fark ettim ki ben aynı bir Zaz'ım. Evet efendim, gırtlaktan gelen pürüzlü sesim, boğaz ağrısından titreyen r'lerim, çirkin Fransızca aksanımla pek ala bir Zaz'ım!


Nakarat kısmı tekerleme gibi, müthiş hoşuma gitti. ''pas pas paseğraaaaa, la dernieğvre vğresteğaa'' diye diye gidiyorum, haydi sana da iyi dinlemeler dear okurcuğum.


-burada da lirik + türkçeye çevirisi var. :PE-

Delicesine Bir Mutluluktur Gidiyor Ahali, li li li

Merhaba en sevdiğim okurum. Var ya muhteşemsin sen. Harikasın, tek kelimeyle mükemmelsin. İyi ki varsın yahu, süpersoniksin.

Off, o kadar mutluyum ki daha da methiyeler sıralarım sana. Hani karma is a bitch diyenin ağzına terlikle vururum, karma is a saint!! Bütün dünya duysun ay lav yu karmaaa!! -suyunu çıkartmadan bırakmıyorum fekatt.-

Son birkaç gündür öyle muhteşem şeyler geliyor ki başıma. -beynim adeta bir çöplük fekat. çağrışımlar filan.- Hayatımda ilk defa KARTLARDAN KULE YAPTIM YAAA! OMG YAPTIM BUNU RESMEN! Ellerimin titrememesi ayrıca gönendirdi beni. Muhteşemim yahu. Koccaman bir kule yaptım.


Sonra pek sevgili arkadaşlarımı görmek için Aydın'a gittim bugün. Hayatımda ilk defa tek başıma yolculuk yaptım ki o da ballandıra ballandıra anlatılcaklar listesinde bekliyor ikinoktaüstüstePe.


Ve dahi yaz başından beri karnımı ağrıtan büyükçe bir mesela çözüldü. "Eşit ağırlık istiyorum beğan!" diye inatla anadolu lisesi yazdım tercihlere ama bilmiyordum ki İzmir'in ens ayısal sapığı anadolu lisesine düştüğümü. İlk hafta öğretmenler bir klasik olarak herkese "Ne olcağn genş?" diye sorduğunda sırayla şu cevapların verilmesinden kıllanmalıydım aslında...
-Mühendis.
-Doktor.
-Mühendis.
-Doktor.
-Müüendis.
-Doktur.
-Estetik Ceeerrah. -estetik bir cerrah olmak isteyen bir arkadaş. off iğrencim... yaşatmayın beni ya, şu yaptığım resmen espri terörü.. off, korkunçtu.. ben bile tiksindim.-
-Müüendiz.
-Müyendiz.
-Miyendiz.
-Doktur.
-Miyendiz.
-Dohtur.
-Tohtor.
-TabiB!
-Kimyager.
-CSI'cı.
-Baytar.
-Beyn Cerraaa.
-Miyendiz.
-Tohtor.
-Yönetmen!
hep birlikte: HÖNK?!

Resmen basiretim bağlanmış.. Ama sene sonunda müdür yardımcısı "Yeterli sayıya ulaşılmazsa TM sınıfı açılmayabilir. Sizi başka bir okula yollarız ama yine BAL mezunu olursunuz.." dediğinde acayip açıldım, uykudan uyandım. Hayatıma bir mana geldi adeta. Yaz boyunca içim içimi kemirdi desem yalan olur, tatile Yunanistan'a gidince yandı dertleeer bitti tasaaa ben kurbanım bu kos'aaa. -anneler için espri..- İşte bir eller havaya yeyoeeyeee durumu oldu. Derken geçtiğimiz haftaya bir flash back yapıyoruz. Okulların açılmasına şuncaacık kaldığı kafama dank ediyor. Ve mideme kramplar girmeye başlıyor. Şimdi o kramplar esnasında beynimin inanılmaz bir hızla çalıştığına şahit olman için burnumdan kafamın içine giriyoruz...

"Hayır başka okul dedikleri Yunus Emre bişey lisesi, adını duymadım daha. -aslında izmir'de st. jo, aci, bal, atatürk ve türk koleji hariç hiçbir okulun adını duymadım. şaşırtıcı bir olay değil yani. ben asosyalim, cahilim.- 3 yıl orada okuyup da kendime BAL mezunu dedirtmem yani. Ayrıca 'ın okulumun korusu yeter beaa heheheeey. -ne çok nida kullandım bu yazıda değil mi?-
"Oraya gitmem, ı-ıh. Atatürk? Yer yok orada.. Türk Koleji? Sevemedim orayı da. Hem ne artısı olacak bana? St. Jo'ya geçsem? Hazırlık okumadım, namümkün.. aci'in hazırlığını geçebileceğime iddiaya girebilirim. Ama onun da yıllığı çok fazla. 4 yıllık aci parasına le cordon bleu'de okurum ki bleu aci'dan daha muhteşem ve saygın bir okul..
"Sayısala geçip BALa kalsam.. Müyendiz olmam. Dohtur da olmam. E ne olacağım? Mimar? Eheheh ay lav ted mosby ama hayır, orada da çok sayı var. Beni bozar..
"Öff ne yapacağım ki ben yaa... TM sınıfı açılsın inşallah amin."

Karnım o kadar ağrıdı ki mide duvarlarımı filan sindirdim sandım sıkıntıdan. Bir Geveze klasiği olarak çok deli stres yaptım ve olaylar hayal edemeyeceğim bir muhteşemlikte gelişti. 14 kişilik şipşirin TM sınıfı açıldı. yuppii!


Ve dahi FD konserine gittim. Resmen Feridun Düzağaç'ı parfümünün kokusunu duyacak kadar yakından dinledim. Eheh, bi ara da göz göze gelmiş olabiliriz. Heheeey! Neyse, bunu da ballandıra ballandıra anlatacağım.


Son olarak, belki de en güzeli en harikası...
Biz Ankara'dayken, annemin tiyatrodaki arkadaşlarından biri bana süpersonik resimli, kuşe kâğıda baskılı öykü kitapları göndermişti. Puşkin'in, Gogol'ün filan hikayelerinin sadeleştirilmiş versiyonlarıydı ki onlara ba-yı-lır-dım! -itinayla sakladığım çocukluk kitaplarımdandır kendileri kalpkalpkalp.-
Geçen gün de D&R'da Gogol'ün Petersburg Öyküleri'ni görünce nasıl sevindim, bağrıma bastım anlatamam. İçinde o çocukluğumun Burun'u vardı! Ama dört parfüm, bir rimel, üç albüm, bir çift ayakkabı ve bir çift eldiven aldığım için kendimi durdurdum. -o gün ne alışveriş yaptım ama ya.. güzel alışveriş yaptım yani.- Ekonomi yaptım ki çok sık yaptığım bir şey değildir.
Derken dün annem bu örnek tavrımı duyunca acayip duygulanmış, Isla Fisher'ın Confessions of a Shopaholic'indeki gibi bir insan olmayacağıma karar kılmış olacak ki gidip bana Petersburg Öyküleri'ni almış.
Ya benim annem dünyanın en harika annesi yaa.. Of, yirim onu ben.

O Burun'u nasıl bir zevkle okuduğumu tarif etmem sanırım mümkün değil. Her bir paragrafta gözümün önüne öykü kitabımdan sayfalar gelmesi şimdiye kadar tattığım en güzel duygulardan biriydi. Palme D'Or almak gibi bir şey.




Yaa işte böyle. Çok mutluyum bu aralar. Hani pazartesi de yeni sınıfımla tanış olur da onlarla kaynaşırsam, bir ay boyunca dünyanın en mutlu insanı olacağım. Ola ki Mösyö Mystery'le de -okuldan bir eleman. bro'yla ona verdiğimiz mahlas bu. komik bi maceramız var onunla da ilgili. off anlatılacaklar nasıl da birikti böyle ya. ödevelrimi pazar gecesine bırakmışım gibi hissettim.- tanışırsam daha güzel şeyler gelemez başima. -bi de bunu deneyelim: daha güzel şeyler bulamaz vuku!-
Kendine iyi bak en kıymetli okurum. Ben çok mutluyum, sen ultra çok mutlu ol. Acccayip mutlu ol.

inanilmaz mutluyum su anda!


Birinci fotografi ceken kamera kendinden utanmali. Ikinci fotografi ceken sahis da bir su terazisi edinmeli. Ama -cok afedersin dear okur- esssek kadar canon'a alisinca elcagizim, telefonu kavrayamiyor ve dahi titretiyorum. Bu ufak detaylar bir yana, su gordugun -her seye ragmen- bir sanat eseri. Fotografik olarak degil, olaya sanki bir enstalasyonmus gibi bakinca takdir ediyor insan.

15 senedir bunu yapmaya calisip da basarisiz oldum. Ama su an var ya, dunyalar benim. Nevroz nevroz guluyorum, HELELELEEEEY mutluyum ya ben.
Bu arada FD gormus bi insanim ben. Hem de en onden. neyse, bu muhtesem mutlulugumu da baska bi postta anlatacagim.
SORU: Niye turkce karakter yok bu yazida?
CEVAP: ilk defa sevgili telefonumdan yazi yaziyorum bloguma. heleleleeey.

Eski Bir HBÇİKMİ Adayının Hıçkırığı: Bitki Çaylarını Koklayarak Seçmeyin!!1!

Daha önce bahsetmedim sanıyorum ama bitki çaylarıyla aramdaki ilişki neredeyse çikolatayı kıskandıracak seviyede. Yeşil çay hariç içemeyeceğim çay yoktur dünya üzerinde. -yeşil çay ne kadar korkunç bir şey öyle yahu. yani hakikaten fena. aman yarabbiii, ibretlik bir fena.- Öylesine bir çay oburuyum. Kleopatra olsam çay banyosu yapardım, o kadar yani. -bir anda çirkinleştim fekat.-

Sırf bu namım için yeşil çayın bitki çayı sayılmaması adına pek çok eyleme imza attım. -eylem dediğim de bir dizi homurtudan oluşan kuru gürültü.- Sayın çay üreticileri bu malum renkteki içeceği farklı bir klasmana yönlendirselerdi 'Her Bitkinin Çayını İçebilecek Kudretteki Muhteşem İnsan' olacak, üzerinde 'HBÇİKMİ' yazılı çay kupası baskılı t-shirtten oluşan süper kahraman üniforması giyebilecektim. -hemen her cümlede 'çay' demem bir vakit sonra kontrolden çıktı. ama kendimi durduracak değilim.-

Muhteşem olacaktı yahu dear okur, HBÇİKMİ öyle herhangi bir sıfat değil zira. Düşünsene, biçimsiz burunlu bir tip yerine bir süper kahraman sana iki üç paragrafta bir 'dear okur' diyecekti. Huuuhuv. -senin yerinde ben olsam burada çok heyecanlanırdım. evet.-


Ama son birkaç günde yaşadıklarımdan sonra bu ulvi amacımı -dünya barışı değil yahu, HBÇİKMİ olmak- rafa kaldırmak zorunda kaldım. Çünkü.. Çünkü... -hıçkırıyorum burada. flaş tivi'deki seyirci teyzeler gibi gözlerim doluyor. kıpkırmızı burnumu çekiyorum gürültüyle.-
..yeşil çay kendine habis bir ortak bulmuş. Evet, artık içemediğim tamı tamına 2 tane bitki çayı var! -hıçkırık. burun çekme efekti.-

Hiçkimseyi suçlamıyorum aslında, geçen gün marketteki çay reyonunda tazı gibi gezinmeseydim böyle olmayacaktı. Pek kıymetli ıhlamurlarım bittiği ve yeni bir şey denemek istediğim için kokusuna bayıldığım bu kayısı çayını almayacaktım ve midemi harap etmeyecektim. Algım bir parçacık açık olsaydı paketin üzerindeki 'form çayı' ibaresinden etkilenip dehşetle bir adım geriye sıçrar, başka bir şey alırdım. Ama kısfmet işte. Gittim ve kayısılı form çayı aldım. Kokusu hakikaten muhteşem yalnız. Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam. Herneyse, burada bir karalama kampanyasının ortasındayım, iltifata yer yok.

İlk içtiğim günkü korkunç mide ağrısını yediğim 9 un kurabiyesine yordum. Sonraki gün de kurabiyelerin lanetinin peşimi bırakmadığını düşündüm. Daha sonraki gün içimde ufak bir şüphe uyandı ama bastırmasını bildim. Yüksek miktarda su kaybından başımın döndüğü gün annemin bağırsaklar ve kayısı efektiyle alakalı komplo teorisine kulak asmadım.

Derken gözlerimi odaklayamayıp da kapıyı ıskaladığım ve kasasına omuz attığım gün -sanırım 6. gün filan oluyor.- beynimeki temassızlık sorununu çözdüm ve gerçekleri görmeye başladım. Nnnalet kayısı çayı yüzünden nnnadeta kurumuştum. Bağırsakcağızlarım -bu kelimeye ne yaparsam yapayım sevimli bir hale gelmiyor, gelemiyor.- perperişandı.

Ve kutunun kapağını çarpıp çıktım. Bu ilişki böyle yürümezdi dostum. Sorun bende değil ondaydı. Ben ona güvenmiştim, onu sevmiştim. Ama o beni hasta etmiş, bununla da kalmayıp HBÇİKMİ olma hayallerimi yıkmıştı. O son kupayı içmeyecektim. Bir daha beni aramasındı, karşılaştığımızda yolunu değiştirsindi! Hepsi aynıydı işte, bilmeliydim ona güvenemeyeceğimi! HIÇK!!!

Artık hergün bir şişe Türk Kızılayı Doğal Zengin Mineralli Su a.k.a. Doğal Maden Suyu içiyorum. Kaybettiğim mineralleri kazanmama yardım ediyor olabilir ama kırık kalbim üzerinde hiçbir işe yaramıyor azizim.

Velhasılı kelam, kendine iyi bak dear okur; form çaylarından uzak dur, bitki çayını koklayarak seçme. Ve unutmadan, hastalığım sonucu askıda kalan bayram yazımı bekle ikinoktaüstüstePe.