Magazinsel Bir Mucizenin Analizi

Sabahın -benim için- hayli erken saatlerinde bürodan bildiriyorum dear okur. Çok meşgul olmama rağmen magazin haberlerine vakit ayırdığım yetmiyormuş gibi hadi dedim, bu denli müjdeli bir haberi siz de duyun.

Na burda diyor ki Galatasaraylı milli futbolcu Arda Turan'ın sevgilisi Sinem Kobal nihayet gözlerimize Clockwork Orange stili işkence çektirmekten vazgeçip kamera arkasına yol alıyormuş.

Parmaklarım olması gibi ulvi bir haslete sahip olduğum için konu hakkında yorum yapmam gerektiğini hissediyorum.








Küçük Sırlar’ın başrol karakteri Su’ya hayat veren (1) Kobal, kendi yapım şirketiyle televizyonlara program yapıp, satacak. (2) Ve çok özel oyunculuk projelerinin dışında, (3) kamera arkasına geçerek hayalindeki projeleri gerçekleştirecek.

Ayakligazete.com’ın haberine göre, Hatta ilk projesi için TRT’yle (4) masaya oturdu bile. Genç yıldız, şu sıralar ünlü oyuncularla röportajların ve kamera arkası özel görüntülerin (5) yer alacağı programının görüşmeleri için İstanbul-Ankara arasında mekik dokuyor.

Sevilen gençlik dizisi Küçük Sırlar’ın başrolünde yer alan Sinem Kobal, sezon boyunca dizideki öpüşme sahneleri yüzünden Arda Turan’la yaşadığı krizlerle hep gündemdeydi. Galatasaraylı milli futbolcu Arda Turan’la (6) evliliğe yelken açan bir ilişki yaşayan Kobal, sevgilisinin de karşı çıkmasının etkisiyle dizinin senaryosundaki öpüşme sahnelerinde oynamamıştı. (7)

Arda Turan da Sinem’in yapımcılığa geçmesine destek veriyor. Güzel yıldızın, kameranın önünde olmasındansa, arkasında bir iş seçmesini telkin ediyor. (8)



1. hayat veren: Şimdi burada ufak bir problem var. Yani ben ve normal insanlar 'hayat vermek' gibi bir tabiri gerçekten yetenekli oyuncular için sarf ederiz.
Mesela; "Severus Snape'e hayat veren Alan Rickman, '97 yılında The Winter Guest isimli filmde de yönetmen koltuğuna oturmuştur." doğru ve onaylanan bir cümleyken; "Sinem Kobal, Küçük Sırlar'ın baş karakteri Su'ya hayat veriyor." cümleciği eşyanın tabiatına aykırı olup, pek çok çevrede tepki gören, onaylanmaz bir cümledir.
Arka sıra, evladım gülünecek bir şey varsa söyleyin hep beraber gülelim. Hallah hallaaaaah. Evet nerede kalmışık; 'İlla ki bu cümleyi kuracağım, bu cümlesiz yaşayamam, hayatım boyunca bu cümleyi söylemek için yanıp tutuştum.' diyorsanız uygun bir noktalamayla bu gramer faciasını lehinize çevirebilirsiniz: "Sinem Kobal, Küçük Sırlar'ın baş karakteri Su'ya hayat veriyor(!)" ya da, "Sinem Kobal, Küçük Sırlar'ın baş karakteri Su'ya hayat veriyor."
Yazı dilinde uygun kullanım böyleyken, konuşma dilinde yükleme kazandıacağınız alaycı bir dudak bükme sizi muhabbet ortamının kralı yapabilir. Duydunuz zilin sesini, ders bitmiştir. Yazılıda da çıkar bunlar.


2. satacak: Eğer ki bir daha kameranın önüne geçmeyeceğine söz verirse çok deli satar söyleyeyim. Ben kendi adıma bütün kopyalarını satın alabilirim. Ama dizide güzel kız kontenjanından yer aldığını -oynadığını demiyorum dikkat ettiysen- düşünürsek, görünmediği yapımlarının elinde patlaması da pek tabii muhtemel, sevinemk için bekleyip görmek lazım.


3. çok özel oyunculuk projelerinin dışında: Şimdi bana herhangi biri 'çok özel oyunculuk projesi' derse fesatlaşırım. Acayip fesatlaşırım. Ama söz konusu Sinemciğim olduğunda aklıma naif şeyler geliyor. Mesela Oyunculuğa Giriş 101 dersi alması gibi. Ya da balmumu heykelini yaptırıp kamera karşısına onu koyması gibi -ki galatasaraylı milli futbolcu arda turan'ın kıskançlık krizlerine birebir- sempatik şeyler.
Bir bunları düşünün, sevinin. Sonra da bunların dışında bir şeyler yapmak istediğini düşünün, üzülün.


4. TRT'yle: TRT'nin tiyatro oyuncularıyla çalıştığı yapımları pek seven biri olarak bu gelişme karşısında küçük dilimi yutmaktan kendimi alamadım.


5. kamera arkası özel görünütüler: Bak yine fesatlaşıcam ama fesatlaşamıyorum. Zira gözümün önüne prompterdan okurken satır atladığını fark edip kahkaha atmaya başlayan, yüzündeki birtakım fondöten zerrecikleri yok olduğu için panikle kulise kaçan, ne söyleyeceğini unuttuğunu otuz saniye kadar sonra fark eden sempatik bir sarışın geliyor. Hehe. Yirim.


6. Galatasaraylı milli futbolcu Arda Turan: Koskoca haber metinndeki kayda değer tek edebi partikülü buldum çıkardım. Nasıl uzun bir tamlamadır Yarabbi, futbolcu Arda Turan de geç. Hatta futbolcu bile deme, hepimiz Arda Turan'ı tanıyoruz. Bu ne etiket kaygısıdır yahu. Resmen sanatlı bir anlatım söz konusu.


7. oynamamıştı: İşte bu Türk halkının şansıydı. Hatırlar mısınız bilmiyorum, -ki niye hatırlayasınız saçma bir dizinin saçma bir sahnesiydi ya, usulen soruyorum.- bir bölümünde -yalnız hatırlar mısınız diye başlayıp araya bir kısa çizgi sokuşturmamla sıkıntıya girdiğini fark etmedim değil dear okur.. *hatırlar mısın? *neyi?!!!- bu baş kahraman Su depresyonlara girip girip çıkmış, kendini bir fotoğrafçının kollarına atmıştı. Sonra da sözde şuh bakarak poz vermişti.

İşte o bakışlar var ya, günlerce kabuslarımın baş kahramanı oldu. Yani oyunculuk yeteneği böyle bir şey, nasıl da etkilendim.. Düşündükçe tüylerim ürperiyor.
İşte bu şuh bakamayışlı oyucunun bir öpüşme sahnesinde oynaması fikrinin bile eline hiçbir Alfred Hitchcock filmi su dökemez.


8. Arda Turan da Sinem’in yapımcılığa geçmesine destek veriyor. Güzel yıldızın, kameranın önünde olmasındansa, arkasında bir iş seçmesini telkin ediyor. : Yazıyı burada bitirip yorumu okuyucuya bırakıyor, Arda Turan'a hınzır bir gülüş yolluyorum.

Gözünüze Afiyet, Çizimlerimi Yayınlıyorum da..

Erken saatlerde yazdığım nadir yazılardan biriyle karşındayım dear okurcuğum. Yaklaşık 2 hafta kadar önce formspring'deki bir soru sorancığıma çizimlerimden birini burada yayınlayacağıma söz vermiştim. Eheh, rötarıyla ve faiziyle sözümü tutuyorum, yeteneksizliğimin kusuruna bakmayınız.



















Picasso sapıklığımın bir eseri. Aynı zamanda Can Yayınları kendini kaybetmeden önce Şeker Portakalı'nın kapağında bu vardı. -hangi akla hizmet bilemiyorum, gidip bisikletli bişey koydular güvercinli kız yerine. ayıp.- Hâlâ Zeze dediklerinde de aklıma bu gelir. Sanırım geçen sene yapmıştım, şimdi üzülerek fark ediyorum ki eteği çok beyaz olmuş. -geri kalanı hayli düzgün ya, eteğine takılıyorum.- Görüntü kalitesi de Nokia c6. Ayrı bir yazı konusu adeta.
--o fiş orada çünkü altında adım yazıyor. evet, adımı kamufle edecek daha yaratıcı bir şey bulamadım :)







Eheh bu da Death Note'dan L beyefendi :) Orijinali daha karizmatik. Gölgelendirme konusunda ne kadar kötü olduğumu adeta yüzüme yüzüme çarpan bir çizim olmuş bu da. Sağ olsun var olsun.




Bu şirin şey de çocukluğumun çizgi filmlerinden Powerpuff Girls'ün bir kahramanı, Buttercup. Sahi, hâlâ yayınlanıyor mu ki Powerpuff Girls? Mojococo diye harika ötesi bir kötü kahraman ismini şimdinin çizgi filmlerinde bulamıyorum da :/


Bu manasız da bir karalama aslında. Telefonla konuşurken köşelerden taramaya başlamıştım, düşün artık nasıl sıkıcı bir telefon konuşmasıydı.. Sol üst köşe bu kadar parlak değildi ama dediğim gibi Nokia c6 kalitesi böyle bir şey, boru değil 5.0 mp. -megapikselle kameranın müthişliği arasında 1/1lik oran olduğunu sananlara selam olsun-

Pinokyo'yla Ben, Sadece Arkadaşız!

Deep'in yolladığı mimlerden birini yazıyorum pek tabii :) Konu yine başlıktan da anlaşılamayacağı gibi yalan hakkındaki düşüncelerim.


Yüksek Ökçeler'i hepiniz bilirsiniz herhalde. Olay bir konakta geçer. Evin hanımı kısa boyundan şikayetçi, hep yüksek ökçeli pabuçlar giyer. Ve sevgili yüksek ökçeleri navigasyon cihazıymışcasına evin namuslu çalışanlarına hanımın nerede olduğunu bildirir ki onlar da namuslu hayatlarına devam edebilsin.
Bir gün sağlık nedenleri dolayısıyla yüksek ökçeler rafa kalkar, yerine pofidik terlikler gelir. Hiç ses çıkarmaz bu terlikler, hanım nerede ne yapıyor anlamak mümkün olmaz. Haliyle konaktaki namuslu, dürüst çalışanlar kendilerini muhafaza edemezler, namusları da dürüstlükleri de elden gider. Sessizce onları izleyen hanımları konakta fır dönen dolaplar yüzünden çok daha rahatsız olduğunu fark edip güzel yüksek ökçelerine geri döner.


Yalanla aramızdaki çalkantılı ilişkiyi bundan daha iyi anlatan bir öykü bulamam sanıyorum.
Evet, bazen ben de bazı gerçekleri saklama ihtiyacı duyuyorum. Ama berbat bir yalancı olduğum için genelde retorik denen muhteşem sanat yardımıma koşuyor.
Yalanı yaklama konusunda pek başarılı değilim, ama rasyonalizme duyduğum büyük tutku bazı gerçekleri bir şekilde bilememe olanak sağlıyor. Yine de ayakta uyutulmaya hayli müsaitim.

Eğer yalanı performe eden zat benim için pek de kıymetli değilse öyküdeki gibi yaşamaya devam ederiz. Ama sevdiğim, değer verdiğim biri bana yalan söylerse bir parça şirretleşirim. Elm Sokağı'nda kabus görürüz birlikte. Zira birini seviyorsam güvenebilmem gerekir, güvenemiyorsam zaten sevmiyorumdur.

El Amor en Los Tiempos del Colera



En sevdiğim Latin, Gabriel Garcia Marquez'dir şüphesiz. Yanakları mıncıklanır ki onun.


Ve bu arada, /haviyer/. Söylemekten bıkmadım, /haviyer/. Hatta /ibitha/. İspanyolca'ya saygı kuşağıın sonuna geldik böylece -ödül bekliyorum bu çabalarımdan ötürü, duy sesimi ispanya, kolombiya!-. Kendine iyi bak dear okur.

Yaş Odunla Ağızlarına Ağızlarına Vurulasıcalar!

Deep'in sponsorluğunda bir yazıyla daha karşındayım dear okur. En son geçen yüzyılda yazı yazdığımın farkındayım, komşunun batmasından istifade ada görmeye gittim.
Malum, 2015'e kadar adaları elden çıkartacaklarmış. Dedim Kos'u alsam ne güzel olur. Şimdilik 461 liram var, destek çıkarsanız adayı aldıktan sonra bulvarlara sokaklara isminizi veririm. -politika damarlarımda akıyormuş, şu an keşfettim.- Birkaç milyon dolar tek ihtiyacım. Orada Geveze Cumhuriyeti'ni, ya da ne cumhuriyeti yaaa Geveze Krallığı'nı kurmayı planlıyorum. Oh.

Konuyu dağıta dağıta nerelere geldim fekat. Mimim var, onu yazacağım: Gıcık olduklarım.



  • Matematik. En saf haliyle, gerek dört işlem gerek modüler aritmetik. Nefret ediyorum, gıcık oluyorum.

  • Naylon poşet insanları. Onlar ki küresel ısınmayı hiç ciddiye almaz, onlar ki 'Ben öldükten sonra penguenleri kim takar oolum yeeeaaa' der. Geveze ki onları yaş odunla döver.

  • B sınıfı filmler. Bugün bir sinema endüstrisinden söz edebiliyorsak sebebi bu filmlerdir kanımca.

  • Amerika. Hakikaten, Kafka'cığım yazsa bile sevemiyorum. Bir soğukluk var ki içimde, sorma gitsin. -o da bana bayılıyordu zaten olanca 250 milyon nüfusuyla..-

  • El bileklerim. Özellikle de sol. Zira durduk yerde inciniyor ve beni deli ediyor. Sorumluluklarının farkında olmaması da cabası. Saat taktığım bilekte bir oturaklılık, bir saygı arıyorum efendim. -oturaklılık dedim ya, ananem resmen gururdan ağlayacak şu anda.-

  • Sabahları uyanmak. Evet, sabah uyanmak istemiyorum ben, gece uyanmak istiyorum. Gün ışığını göre göre uyanmak çok sinir bozucu. Saat 9 da olsa 12 de olsa az uyumuşum gibi geliyor.

  • Kabuğu soyulmamış domates. Yerken o kabuk öylesine gıcık ediyor ki beni.

  • Fransızca ve/veya İspanyolca bildiğimi bir şekilde duyduktan sonra benden o dilde küfür öğrenmeye çalışan insanlar. Öylesine deli ediyorlar ki beni..
    'Fransızca/İspanyolca konuşsana biii..' diyenlere gıcık olmuyorum mesela, onlar öylesine naif, şirin insanlar ki. En güzel duygunun insanı onlar! Sırf onlar için ezberimde 11 İspanyolca, 6 Fransızca şiir var. Okuyorum, mutlu oluyorlar.
    Ama o küfür insanları fıtık ediyorlar beni. Günlük konuşmayla böylesine ilintili bir şeyde yetkin olmam için o ülkede en azından birkaç ay bulunmam gerektiği gerçeği bir yana -ki ben ne fransa'ya ne ispanya'ya gittim. ühü.- neden küfür öğrenmek isteyeyim ki yahu!

  • Öğrencileri SBS puanlarıyla sınıflandıran manyaklar. Yerleştirme puanımın 491 olması beni Albert Einstein yapmıyor, sakin olun lütfen! -ama onun kadar güzel dil çıkartırım, o ayrı.-

  • Notla tehdit eden öğretmenler. Çölde kaybolmuş yolcuyu susuzlukla tehdit etmekle aynı şey bu yaptığınız.

  • Aşırı duygusal insanlar. Ama çok aşırı böyle. 'Gevezee, elbisem nasııl?' diye çirkiiiin mi çirkin bir elbiseyle çıkıp geldiklerinde 'Eehem, fena değil :)' gibi bir yanıt alıp da 'Sen beni hiç sevmiyorsun ama yaa, hep bana soğuk davranıyorsun zaten.' diyen korkunç insanlar. Gıcık ediyorlar beni.

  • Kaybolan eşyalar.

  • Heyecanla yaptığım programımın dış etkenler yüzünden bozulması.

  • Sabit fikirlilik.

  • Yüzmek. Çok sıkıcı. Bir sporda heyecan ya da rekabet olmaması uykumu getiriyor.

  • Sarı.

  • Fırfır.

  • Odamı toplamak zorunda kalmam.

  • Diplerimin çıktığını göre göre 'Saçının kendi rengi mi buu?' diye soran insanlar.

  • Bembeyaz ayakkabılarını her daim temiz tutan insanlar. Çok kısıkanıyorum onları, öyle böyle değil.

  • Kırılan ucun kalemin içine sıkışıp kalması. Kanser bile eder insanı.

  • Ütüsü bozulmuş gazete. Sayfaları cetvelle ayarlanmışcasına muntazam bir düzene sahip değilse bir gazeye okunmaz bence. Hep diyorum benim gibi takıntılılar için zımbalasınlar şu gazeteleri diye ama kimsecikler duymuyor sesimi. Sırf bu yüzden kapıda pusu kuruyorum evdeki herkesten önce gazeteye ulaşmak için.

  • Kağnı hızında bilgisayarlar.

  • Şiir okuduğunu zannedip aslında bağıran, ağlayan, sümküren ve tükürenler. İçim sıkışıyor onları görünce.

  • Yazılı olmak. Çok geriyor beni.

  • Sıcak hava. Sırf bu nefret yüzünden emeklililk günlerimi İzlanda'da geçireceğim. Hatta manyaklığın dibine vurup tanıdıklarımı İzlanda'daki yazlığıma davet edeceğim. -şair burada ne demek istemiş: kimse gelemeyeceği için bir başıma serin havada björk dinleyip aurora izleyeceğim. nihohoh-