Gorki'nin Çocukluğu Halt Etmiş!

Dikkat: ÇOK u z u n bir yazı.

Merhabalar dear okurum, canım ciğerim, bir tanem. Bugün burada bulunuş amacım yine bir mim, hep bir mim. Deep ve Uykucu beni yaklaşık 6 ay kadar önce mimleme inceliğini göstermişler, ama ben o incelikten yoksun bir odun olduğum için daha yeni cevap veriyorum.

Konu, -başlıkta hiçbir ipucu vermememe rağmen kolaylıla tahmin edebileceğini bildiğim- çocukluğum. Az laf çok iş -bunu benim söylemem tabii ki ucuz ironiden başka bir şey değil-, başlıyorum.

*****

Konuya tabii ki Geveze'nin doğumuyla başlıyoruz.. Yanımda Senirkent Doğumevi'nden bir ebe var. Kendisi izlenimlerini bizimle paylaşacak.

"Yıl 1996. Takvimler 18 Şubat'ı gösterir, saat gece 10'u geçerken süpersonik bir insan, aynı zamanda bir doktor hanfendi doğumhanemize teşrif etti. Kendisi Geveze'nin annesiydi.
"Saat 11'e 20 kala o kış gecesi birden ısınıverdi, gökteki yıldızlar daha bir parlak; ay ise daha bir tabbak gibiydi. Etraf birden sessizleşmiş, bütün dünya bir bekleyiş içine girmişti. Derken doğumhanemizin etrafı bir ışık halesiyle kaplandı.

"Tam o heyecanlı bekleyiş anında Fransa'da kendini bilmez bir çikolata şefi işini yapmaya devam ettiği için zavallı çocukcağız bir çikolata bağımlısı olarak dünyaya geldi. Tabii ki o muhteşem sessizlik bozuldu, zira küçük, sevimli ve huysuz Geveze'cik doktora 'Neaaber moruk! Agugahahahah!' diyerek hepimizi şaşkınlığa gark etmişti.

"Bu şaşkınlığın ardından birkaç gün geçti geçmedi ki, Isparta'ya bir bolluk bir bereket çöktü. İnsanlar daha mutlu, güller daha kokuluydu. Bense tüm bunlar arasındaki bağlantıyı aradan geçen 16 yıldan sonra kurabiliyorum. Geveze sağ olsun, Isparta'mızın tarhinide bir mihenk taşı. Bugün Isparta'yı Isparta yapan o muhteşem şubat gecesidir..."

-evet, böyle mübarek bir insan olduğumdan daha önce size hiç söz etmediğimi biliyorum. tevazu başka bir şeye benzemez tabii-

Bu harika doğumdan sonra sarılık olmuşum. Kanımın değişmesi gerekmiş, ve benim kahraman ananem bana kan vermiş. Başka bir deyişle, ananemle ben kan kardeşiyiz.
Belki de bu yüzden, ananemle aramdaki ilişki klasik bir anane-torun ilişkisinden çok daha fazlası oldu hep.
Ananem bana bakmak için doğduğumdan beri bizimle kalıyor. Ki kendisi benim ilk öğretmenim, ilk sırdaşım, ilk arkadaşım ve birçok şey daha.

Çocukluğum da bu motiflerin etrafnda dönüyor zaten. Kelimenin tam manasıyla bir apartman çocuğu olduğum için hiçbir zaman etten kemikten arkadaşlarımın sayısı çok olmadı. Daha çok boyalarım ve kitplarımla eğlendim diyebilirim.
Bir sürü hikâye kitabım vardı, anneme, ananeme, dayıma ve teyzeme okuta okuta ezberlemiştim. -ki bu ezberlerin okumayı öğrenmemde büyük bir payı var- Birinden birini kıstırdığımda bütün kitaplarımı baştan sona okuturdum ve bu da malum, saatler sürerdi. Birkaç defa dayım satır, sayfa filan atlayarak okumayı denemiş ama yememişim yani: 'Hayıır, orada şu vardı!!!11! Hayır, yanlış okuyorsun!1!!!'

Sokak maceralarım hiç olmadı. Evde legolarım, yapbozlarım, teletabilerim ve ananemle zaten çok eğleniyordum, eksikliğini hissetmedim diyebilirim.
Hatta onların yerine ballandıra ballandıra anlattığım tiyatro anılarım oldu. -ben küçükken annem ankara dt'de kurum doktoruydu ve bu benim için zamanın en forslu işiydi.- Arkadaşlarıma hâlâ Rüştü Asyalı'nın başımı okşayışını, benimle muhabbet edişini bir Oscar töreniymişcesine anlatırım :))

Sanırım arada manyaklaşmamın sebeplerinden biri de küçükken yüksek dozda aldığım Esra Ceyhan. Zira küçüklüğümde tam bir televizyon bağımlısıydım. Sırf bu yüzden mutfakta duran televizyonu uyuduğumuz odaya taşımıştı annem, televizyonsuz uyumuyordum çünkü.

Fazla hareketli olduğum için pek zapt edilemediğimi anlatır annem hep. Ananem evde beni oyalamak için daha 4 yaşındayken filan matematik öğretmişti bana. Durmadan sayıları birbiriyle çarpıp çıkartıp oyalanmışım bir süre. Ama ondan da sıkılmışım. 4,5 yaşındayken fiilan da okumayı keşfedişimi buna bağlıyorum: uğraşsızlık.
Ama bu bilimsel çalışmalar enerjimi harcamamda bana pek yardımcı olmadığı için spora başlatmaya karar vermişler. Byoum da hayli kısa olduğu içn basketbolun iyi bir seçim olacağı kanısına varmışlar.
İyi de yapmışlar. Zira Efes'te çok ama çok eğlendiğimi hatırlıyorum. Bayılırdım oraya. Tiyatrodan sonra en büyülü yerdi benim için.

Derken okula başlamışım işte. Anaokulunun yeri ayrı olsa da genel itibariyle belli saatler arasında belli bir mekanda bulunup bana söylenenleri yapmak pek hoşuma gitmiyordu. Etrafımdakilerin de bu kadar yavaş öğrenmesi pek yardımcı olmuyordu, ÇOK sıkılıyordum. Bu yüzden müdür yardımcısı annemle konuşup bana sınıf atlatmayı teklif etmiş. Ama annem kabul etmemiş.
İyi de yapmış aslında, yaşıtlarımla birlikte okumam daha mantıklı bence.


Evet, bu çocukluğumun Ankara'da geçen kısmı. Bir de Aydın var pek tabii.
Ankara'da Aydın'dakienden daha sosyal olduğumu söyleyebilirm. Daha çok arkadaşım vardı ve özellikle birkaç tanesiyle frekansımız tutuyordu, her şeyi konuşabiliyorduk ve birlikte çok eğleniyorduk.
Ama Aydın çok farklıydı. Şehir ufacıktı, mabedim tiyatro yoktu, insanlar değişikti, iklim değişikti. Suları bile kireçliydi! Kimse beni anlamıyordu, kimse okuduğum kitapları okuyup izlediğim filmleri izlemiyordu. Haldun Dormen'i tanımıyorlardı bile.
Okul değiştirene kadar epey asosyaldim Aydın'da. Yazıp çizmeye abandığım dönemlerdi. Yetenekli olduğumu keşfedişim çok güzel bir duyguydu. Demek ki farklıydım, o yüzden böyle oluyordu. -egom boyumdan büyükmüş yahu-

Günlük tuttum, defterler doldurdum. Ama birilerinin okumasını istiyordum, defterler bana yetmiyordu. Derken blogumu açtım.
Bu sıra okul değiştirdim. Öğretmenlerimi çok ama çok sevdim; beni dinliyor, benimle vakit geçirmekten hoşlanıyorlardı. Sınıfımdakilerle kaynaşmam için epey uğraştılar. Büyümenin de getirdiği bir sosyalleşme çabasıyla pek çok arkadaş edindim, dünya gözüme daha güzel görünmeye başladı.


Çocukluğumun özeti budur herhâlde. Şimdi uykucu'mun mimine geçeyim o halde. 'Ben çocukken .... sanırdım'


  • Ben çocukken çikolatanın bir element olduğunu sanırdım.

  • Ben çocukken dünyada hâlâ keşfedilmemiş kıtaların olduğunu sanırdım.

  • Ben çocukken herkesin Türk olduğunu sanırdım. Mesela İngilizler de Türk'tü, İngiliz demek o dilde Türk demekti aslında. Yani hepimiz aynıydık, ifade ediş biçimimiz farklıydı.

  • Ben çocukken birini ikinciye öptüğümde öpücüklerini geri verdiğimi sanırdım.

  • Ben çocukken Rusya'nın hâlâ Puşkin'in, Gorki'nin veya Dostoyevski'nin anlattığı gibi bir yer olduğunu sanırdım. -çok ütopikti benim için. ideal ortam gibi düşün-

  • Ben çocukken insanların ölünce lavabodaki su gibi kaybolduğunu sanırdım.

  • Ben çocukken 'McDonald'a klipsi yook' diye bir reklam metninin olabileceğini sanırdım.

  • Ben çocukken Prens Charles'ın kral olduğunu sanırdım.

  • Ben çocukken sayların birer karakteri olduğunu sanırdım. -bir Pisagor olma potansiyeli taşıyormuşum-

  • Ben çocukken Amerika'nın ,AB'ye üye olduğunu sanırdım. -coğrafyam zayıfmış.-

  • Ben çocukken başkenti İstanbul sanırdım. -Ankara olduğunu öğrenince çok gururlanmıştım.-

  • Ben çocukken bir Kelt'in reekarnasyonla 2000lere gelmiş hali olduğumu sanırdım.

  • Ben çocukken Cüneyt Arklın'ın isminin Cüney Tarkın olduğun sanırdım. -ulamanın suçu-

  • Ben çocukken Peter Pan'in gerçekten varolduğunu sanırdım.

  • Ben çocukken Tarkan'ın gelmiş geçmiş en süper şarkıcı olduğunu sanırdım.

  • Ben çocukken Enflasyon Canavarı'nın elinde bono ve çeklerle gezen, canı itediğinde her şeyi enflasyona uğratan manyak bir ekonomist olduğunu sanırdım.

  • Ben çocukken yavru kedilerin hiç büyümediğini, hep yavru kaldığını sanırdım. Enikler büyür, yavru kediler öyle kalır.


Evet, bu devasa yazının da sonuna geldik dear okur. Buraya kadar gelebildiysen alnından öptüm.
Deep beni çok mimlemiş, daha bir sürü mim yazacağım. Takipte ol.