**Bir milenyum sonra yine birlikteyiz okurum canım. Nassın burnunu ısırdığım?
**Geçen gün söylemesi ayıp Starbucks'a giriyorum, yine söylemesi ayıp kahve alacağım. Kapıyı açtım, sağ ayağım ulu Starbucks sınırları içerisinde, sol ayağımsa hâlâ halktan kopmuş samimi bir parça gibi kaldırımda duruyor, sen Bob Marley çalmaya başlamasın mı? Get up, stand up! Stand up for your rights! Benim gözler nasıl yaşardı, nasıl duygulandım, kendimi tutamayıp önlükleri emek kokan baristalara sarıldım, ağlamaya başladım. Bir yandan da kapitalizm, proletarya, amağrika, ironi, ezilmiş halklar, kahve çekirdeği, muz cumhuriyeti anahtar kelimelerini savuruyorum ama görmen lazım, bütün entelijansiya ayakta. -merhaba ben yılmaz özdil'in aktivist yeğeni. bu mikro köşe yazısı aracılığıyla tanıştığımıza memnun oldum. izmir'e beklerim, ege'nin incisi, türkiye'nin birincisi. izmir <3- br="">
**Benim kedim var bu arada. Birkaç aydır bizimle, şapşal bir Ankara oğlanı. Gölgesini yakalamaya çalışıyor filan. Adı da Yulaf. -norveç krallarının en şahanesi olaf olacağıdı ama kısmet yulaf'mış. ananem sağ olsun-
**Teoman evlendiğinden beri ben eski ben değilim. Hayat bir boş, bir manasız. Allah aşkına söyleyin bütün o şarkıları o kadına mı yazmış? Ona mı yani? Ya da hayır, söylemeyin. Beni acımla baş başa bırakın................... -atarlı çok nokta.-
**Yulaf tam bir ayak fetişisti. Bazen düşünüyorum adını Quentin koysaydık daha mı isabetli olurdu diye. -blogger burda üstad tarantino'ya selam çakmış. swh swh- Cidden, bütün ayak parmaklarımı birkaç tur dişlemiştir sabahtan beri.
**Şu an yanımda bir termos dolusu çay var. Bir emmiye doğru evrilişimin 4. fazındayım. Alnıma okey taşı yapıştırdığım gün faz 5'e geçeceğim. Kasket takıp yelek giydiğimde benden korkun sizi keratanın damatları sizi. Zira o vakit gün benim günümdür.
**Her yıl düzenlediğimiz, artık geleneksel hale gelen 'Ben tel taktırayım diyorum.' şenliğiyle 'Ben rasta yaptırayım diyorum.' şenliği bu yıl aynı vakitlere denk geldi. Tamamen sizin göz sağlığınızı düşünerek söylüyorum ki gelecek bir ay boyunca ne rasta ne de diş teli hakkında güzel şeyler söylemeyin. -örnek vermek gerekirse: "diş teli takan kızları sevimli buluyorum.", "rasta çok marjinal değil mi baabi yaa.", "diş telinin böyle bir 'nee düşündüğünüzü iplemiyorum, ağız sağlığım söz konusu.' havası yok mu, bayılıyorum."- Cidden, bir cümleye bakar kemik çerçeveli gözlük takan, telli ve rastalı aktiviste dönüşmem. Sonrası bana şenlik size post-apocalyptic. -tam bir boğaziçili gibi kafiye yaptım.-
**Yazmayı özlemişim sevgilim okur. Valla bak.
**Bazen kendimi aptal aptal sırıtırken yakalıyorum. Ne hoş şey sırıtmak. Macaronum'un da dediği gibi, 2013 bana geldi azizim.
**Fringe ne şahane dizi fakat. Bölümleri çok uzun, popom uyuşuyor oturmaktan ama güzel yani.
**Midnight in Paris'i her izleyişimde 'hığğğğğğğğğğ' demekten içime kaçıyorum. Dakika başı bir bomba abi yaa, Dali'ye kadar iki defa ara vermeden çıkamıyorum. Gergedanları sever misiniz? Bence bu durum tam bir gergedan. Woody Allen nasıl bir herif öyle, adeta bir gergedan. Hayat çok tuhaf, gergedanlar filan.
**Şimdi bir sorum olacak. Kate Moss neden bu kadar güzel? Yani, NE-DEĞĞN?
Yüzünü parçalara ayırıp inceleyince -sakatatçı hikmet emmiye selam çakıyorum yaa, bi durum allaseniz.- böyle ahım şahım bir şey yok, ama birleştirince aman tanrım çok güzel yahu. Bayaa da güzel. Mango'nun yüzü olunca çok sevinmiştim ben, şimdi Miranda Kerr olmuş, tam bir hayal kırıklığı. Macaronum'la da yaptık bunun muhabbetini, Kate Moss bir hayli Mango iken Miranda Kerr markanın imajına, popi tabirle 'Mango kadını'na hiçbir şekilde yakın değil ki. Iıı, cık.
**Yalnız Radikal neler yapmış öyle.
**Beni Paris'in yağmurlarında yıkasınlar.
**Ölüm sebebim üşengeçlikle sakarlığın mükemmel karışımından olacak. Bir hayli eminim bundan.
**Bazı t-shirtleri çamaşır makineleri dişliyor. Pintik pintik yırtıkcıklar oluşuyor. İşte o zaman o t-shirtlerle aramızda bir sevgi bağı kuruluyor ki sorma. Alıp bağrıma basasım, öpücüklere boğasım geliyor. O t-shirt ki çileli, o t-shirt ki cefakar, o t-shirt ki Scarface'deki Al Pacino. -şu an üzerimdeki ev tişörtünde dört tane diş izi var. bunu bi şekilde karizmatik hale getirmem gerekiyordu yani.-
Hadi bana müsaade, tez zamanda görüşmek üzere. Yokluğumda sizi mutlu etmesi için adamın hası Bob Marley'yi bırakıyorum buraya, kalın sağlıcakla.
3->
6 yorum:
ay ne güzel kedin mi var artık? benim yerime de sev, okşa, mıncıkla, ıssır ^^
bu arada boşver canım olaf'ı. yulaf güzel isim bence, sevdim -dünyanın tüm kedileri üzerinde hak iddia eden okur-
ufuuuu mıncık manyaa yaptım, burnunu dişledim, kulaklarıyla oynadım. selamlarını da ilettim ehehe ^.^
di mi, söylemesi güzel böyle yulaf yulaf yulaf.
aaa ne demek, bu blogda her şey komün usulü, benim kedim varsa okurumun da kedisi var demektir eheh :>
oh oh yerim ya. şimdi farkettim de mıncık kelimesi adeta bir kedi ismi değil mi? mıncıııık gel kızım.
aman fazla yaklaşırsan o da senin burnunu dişleyebilir. based on a true story. :))
çok sorumlu bi insan olduğum için iki gün sonra cevap veriyorum yorumlara, affola :((
enee hakkaten, mıncık çok güzel kedi ismi olur. mıncık, hemen sehpanın üzerinden in!
aslında oyun hamuru markası da olur ki. eheh.
ahahah yaa ne yalanmadık ne de dişlenmedik yerim kaldı zaten :( bi iletişim şekli olarak dişlemeyi kullanıyor aslan ufağı :D
ben bir iki ay sonra tel taktırabiliriiiiimm ^.^
sen de taktır, birlikte tel acısı çekelim, birbirimize destek olalım filan eheh :D
eneee hadi yaa. zor günler seni bekler beth'im :(
valla ben bi niyetlendim de sonra macaron'um beni sarsarak kendime getirdi, 'senin dişlerin gayet düzgün ne teli!!' diye. ama tel çok şirin bişe değil mi yahu ehehe :>
ben sana her türlü destek olurum, blogdan bloga karşılıklı çorba içer ühühühü çiğneyemiyom deriz, olur mu :D
Yorum Gönder