BAL'ın Ayranını İçtim de Geldim Heleley

İhtiyar bir bunak olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum efendim. Ayran günü olalı neredeyse bir ay oldu ve yazısını yeni yazıyorum. Kınayın beni rica ediyorum.

Ayran Günü nedir, ne değildir?
Ayran Günü, BAL'da -Bornova Anadolu Lisesi, okulum. *küçüktürüç*- her sene yaza beş kala yapılan güzide bir etkinliktir. Bir nevi pilav günü gibi, ama okula bir kamyon ayran geliyor. Dünyayı akça pakça görene kadar ayran içilebilir, müessesenin ikramıdır. Mezunlar gelir, bazıları biz minik BALlılara mektup bırakır, bazıları tavsiye verir. -mesela ben birinden müthiş bir 'kaçma yeri' öğrendim. bug gibi düşün, tellerden sorumlu beyamcanın dalgınlığına gelmiş bir yer.-

Ayrıca bir müzik grubu filan gelip konser verir. Festival gibi. Bahçenin -dönümlerrrce bir arazi- muhtelif yerlerinde bizim mutlu olmamız için türlü eksantriklikler yapılır. Mesela bu sene -her sene geliyor da olabilir, bilmiyorum. çömezim ben daha.- devasa bir langırt kurulmuştu koruya yakın bir yere. Takım arkadaşlarınla birlikte mil benzeri şeylere bağlıyorsun kendini. İzlemesi çok keyifli.


Bu sene ne oldu ne kaldı Gevezeciğim, anlatır mısın lütfen?
Ah, çok naziksin benim dear okurum. Tabii ki anlatırım, sen yeter ki iste. Ah, yirim bu kibarlığı.

Bu sene epey yağmur yağdı. Hızlı değil, ince ince ama çok uzun bir süre.
Pinhani devat edilmişti, ne kadar istediği konusunda epey spekülasyonlar var. Bir grup 2.000 tl gibi komik ötesi bir rakamdan bahsederken, daha realist kesim 12.000 lira ile 20.000 lira arasında bölünmüş durumda.
Ama eğer Pinhani'ye, PİNHANİ'YE gidip 20.000 lira verdiyse BALEV, çok gülerim. -çok densizce bir açıklama yaptım sanırım. öyle böyle değil.-

Gönül isterdi ki bir Teoman gelsin, günler öncesinde okul kapısında yerimi alırdım. GÜNLER diyorum bak.

Pinhani'nin bildiğim tek şarkısı Kavak Yelleri'nde dur durak bilmeden çalan o malum şarkısı. Bu yüzden birbirlerine ahtapot gibi sarılıp koyun gibi bir suratla şarkılara eşlik edenlerden olamadım. Ama dürüst olayım, ortalama üstü diyebilirim şarkılar için. Müzikal anlamda performanslarını da beğendim, detone filan değillerdi.
Ama biraz agresiftiler, hatta bir ara yağmur sebebiyle yapılan fizibilite çalışmalarına trip attılar. Sanatçı huysuzluğuna veriyorum.

Bu arada çok çok çok geç sahneye çıktıklarını da belirtmekte fayda var sanırım. Onlar gelmeden en az 45 dakika önce ön gruplar şarkılarını bitirmişlerdi..


Ön gruplar! Oh la la.
Evet, ön gruplar. Kendileri BAL öğrencilerinden oluşmuş olup, toplamda 3 taneydiler. Sahnede parladıklarını söyleyemem. Şarkı seçimleri ve cover çabaları yersizdi. Ama özgüvenlerine diyeceğim yok, şu mitiş müzikal yeteneğimle ben, mümkün değil oraya çıkamazdım. Yani Teoman elini uzatıp 'Gelsene Geveze, bi düet yapalım.' dese bile..

Yalnız epey stil sahibiydiler, haklarını yemeyelim. Sanırım 2. sırada çıkan grubun vokali iyiydi. Ama genel olarak bir ritim duygusu eksikliği ve beceriksizlik hakim. Olucak olucak onlar da.
Bir gün albüm filan çıkartmalarını isterim ama. Ömrümün geri kalanında dahil olduğum her 'lise yılları' muhabbetinde araya sıkıştırırım: 'Falanca grup var ya.. Hani şu çok meşhur olan.. İşte o elemanların hepsi benim okulumdan. Hahah, evet benim okulumdan.. Ekihkih.'

Bu arada en son öğretmenlerden biri sahneye çıktı, hah dedim, nitelikli bir müzik duyacağız. Ama olmadı sayın seyirciler, bu sefer güldürmedi..


Eee sen ne yaptın Geveze?
Bir süre bahçedeki ekşınları takip ettim, sonra da sıkıldım. Mezunlarla konuştum, öğretmenlerle konuştum, üst dönemden birkaç kişiyle tanıştım, fondü yedim. Benim kadar sıkılan bir grupla erik çekirdeği sektirme yarışması yaptım.

Ben bunlarla oyalanırken Pinhani teşrif ettiler. Gidip onları dinledim, arkadaşlarımla über-ergen muhabbetler ettim. Ayran içtim.

Çevremdeki kızların onları ya dehşetengiz ya da 25 yaşında gösteren makyajlarını, yüksek topuklu ayakkabılarını, kıyafetlerini inceleyip puanlama yaptım. Bir ara da bundan bahsederim unutmazsam.


İvit. BAL'daki ilk Ayran Günü'm böyleydi. Unutmazsam ilk koşu maceramı da yazmayı planlıyorum. Ve Deep beni bir kere daha imlemiş, çocukluğumu yazacağım. Stay tuned!

Back to the Future Gibi Mim

Deep beni mimlemiş, o da olmasa mim düşmeyecek bloguma; az önce fark ettim :))


Şimdi zaman makinem varmış gibi davranıyorum ve nereye/ne zamana gitmek istediğimi anlatıyorum. Olay bu. -zaten başlığa bakınca kafanda en küçük bir fikir bile oluşmadı diy mi dear okur-

Profilimde de bahsettiğim gibi Keltlere ve Vikinglere karşı acayip bir takıntım var. Haliyle zamanda seyahat edebiliyor olsaydım 8. yüzyıl Man Adası güzergahım olurdu. Kelt ayinlerini izler, Druidlerle sohbet eder, Vikinglerle engin denizlerde seyahat ederdim.

















Keltler Zamanına Gidince Yapmadan Dönülmemesi Gerekenler




  • Keltçe başta olmak üzere o dönemde konuşulan dilleri öğrenmek

  • Stonehenge ve Newgrange ile ilgili soru işaretlerini aydınlatmak

  • Kelt müziğine dair ne varsa öğrenmek

  • Seyahate çıkmaya hazırlanan bir Viking gemisinin gövdesinde şişe kırmak

  • Halk hikayelerini ve mitolojiyi ezberlemek ya da kaleme alıp geleceğe getirmek

  • Fotoğraf çekmek ambiyansı rezil edeceğinden bol bol resim çizmek

  • Efsane/destan konusu olma potansiyeline sahip olaylarda önemli rollerden birini üstlenmek, 2010lara dönünce Vikipedi'yi açıp kendi kendine gururlanmak

  • Tapınak yapımında çalışmak

  • Önce adanın sonra Viking topraklarının her santimini gezmek, beyne kazımak. Adeta binaları ezberlemek.

  • Birkaç deniz olayına karışmak.

  • O zamanın modasına uymak, o zamanın yemeklerini yemek, o zamanın adetlerine göre yaşamak.

  • Şehir kütüphanesinde ne var ne yoksa okumak.

  • Halkın içine karışmak, öyle karışmak ki kendini bir aileye orada bulunduğun süre boyunca evlatlık vermek.

  • Saçları iki yandan örüp boynuzlu miğfer takmak.

  • Kılıç kullanmada usta olmak.

  • Birkaç sefere katılmak.

  • Saraya kaçak giriş yapmak.

  • Halka petrolü tanıtıp ondan uzak durmaları gerektiğini anlatmak.

  • Aşka gelmek, maddenin yapısından başlayıp nükleer enerjinin ve savaşın dehşetinden bahsetmek.

  • Savaşın hiçbir şeyi çözmediğini beyinlerine kazımak, barutu tedavüle girmeden kaldırmak.

  • Zavallı halkın beynini püre kıvamına getirmekle kalmayıp tarihin akışını yamru yumru etmek.

  • Kömürü hayatlarına sokmasınlar diye manyak mucit ayarında yenilenebilir enerji kaynaklarını zamana uyarlamak, küresel ısınmaya fevkalade bir kroşe çakmak.

  • Sanatçılarla kanka olmak, onlarla yatıp kalkmak.

  • Druidleri canlarından bezdirmek, peşlerinden ayrılmamak.

  • Bir mimara çırak olmak.

  • Bir şaire ilham perisi olmak.

  • 2010lara dönmekten vazgeçmek, anneyi ananeyi dayıyı teyzeyi yanına aldırtmak. İstemezlerse zorla getirtmek, ailecek orada yaşamak.

  • Okula gitmek.

  • Gelecek, çok gelecek nesillere bir iyilik yapıp matematiğin önünü almak.

  • Vücudun dört bir yanını sembollerle süslemek.

  • Anılarını yazmak, gömmek.

  • Filozoflarla tanışmak ama onlarla az takılmak.

  • Vikinglerin yanında 7/24 balık yemek. Viking gibi yemeyi ve eğlenmeyi öğrenmek.

  • Bir geminin mürettebatına dahil olmak. Daha iyisi, gemide çıkan isyana şahit olmak.

Süper bir şey varmış burada. Müthiş bir şey varmış burada. Harika bir şeymiş.

Ga-ga, Ri-ri, Ae-rob.. Rica Ediyorum Bu Kadar Samimi Olmayalım

Merhaba dear okur. Son günlerde o denli nalet bir tembel oldum ki, mimler de olmasa elimi klavyeye sürmeyeceğim. *kına beni.. kına beni.. kına beni..*


Sayın müdürüm, sevgili öğretmenlerim, cici arkadaşlarım; bugün burada bulunma nedenim Virgin Radyo'ya olan öfkemi çıkartacak birini bulamamamdan başka bir şey değildir.

Zaman zaman Rammstein ve Pantera gibi güzide gruplarla okul servisimiz şenlenirken, zaman zaman da Virgin Radyo tarafından istila edilmekte. Ve bu istilalar sırasında fark ettim ki, bu radyo istasyonunda çalan toplam 15, bilemedin 17 şarkı var.. Playlist gibi düşün, çevirip çevirip aynı şarkıları dinletiyorlar beyni püre kıvamına gelmiş zavallı ergenlere..

Ve işte bu yüzden, hiç de bayılmadığım Rihanna'nın 2 şarkısını ezbere biliyorum. Hasstası olmadığım Gaga'nın galiba 3 şarkısında karaoke yapabilirim.. Ve kim tarafından performe edildiğini bilmediğim ve hoşlanmadığım 7 şarkıyı daha liriklerine bakmadan söyleyebilirim..
Tüm bunlar, dear okur; korkunç istatistikler..

İşin fenası da, misafirperverliğin dibine vurup orta kulağımı sevimli aeroblarla paylaşmamdan mütevellit kulaklıklardan uzak durmak zorunda kalmam..

Sen benim için üzüledur dear okurcuğum, ben kulağımda tepişen ve dayanılmaz bir ağrıya sebep olan misafirlerim, beynimde hasar bırakmasından korktuğum müziğim ve o çok sevdiğin incelikli mizah anlayışımla sırf senin için kaleme aldığım yeni yazı dizimin başına geçeyim.

Yarın Geveze'de...
BAL'ın Ayranını İçtim de Geldim.

Ay Lav Yeşilçam

Deep beni mimlemiş sağ olsun, 10 senedir filan da mimi yazıcam ben de, ehi ehi. -şirinlik yapıp suç bastırmak.-


Mimin konusu en sevdiğimiz Yeşilçam filmi. Yaşımdan dolayı mı diyeyim ne diyeyim bilemedim, çok fazla Yeşilçam filmi bilmiyorum. -burada mola verip bir köşede utandım.-


Ama şöyle bir düşününce ilk aklıma gelen Yeşilçam filmi Yol oluyor. Yanılmıyorsam -ki yanılıyor olmam pek muhtemel- 1982 yapımı bir film kendisi. Yandaki afişin tepesinde de görüldüğü gibi Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye almıştır.


Hakkında o kadar çok şey söylenmiştir ki, bana bir şey bırakılmamıştır. Ne söylenmiştir, nedir ne değildir diyen dear okurum aşağıdaki linklere göz atabilir.







Ben, Blogum ve Yine Ben

Uykucu'm bebeyim beni mimlemiş sağ olsun :) Blog açma hikâyemi sormuş. Öyleyse başlıyorum anlatmaya..


Hemen her blogger gibi ben de okur kitlesinden geliyorum.

Ben bundan daha da küçükken, minicik ufacıkken biz Ankara'da yaşardık. Orada iyi bir çevrem vardı, bütün arkadaşlarımı bebekliğimden beri tanırdım ve çok iyi anlaşırdık. Sırf bu yüzden bile Ankara'ya derinden bağlıyımdır, ama bir ekstra sebebim de Devlet Opera Balesi ve Devlet Tiyatrosu'dur, zira annem orada kurum doktorluğu yaptığı için sık sık oyun, opera izlemeye giderdim. Ulus'taki tiyatro binası, antika asansörüyle, duvarlarındaki oyun afişleriyle, televizyonda gördüğüm oyuncuların yanaklarımı mıncırmasıyla bambaşka bir dünyaydı benim için. Bayılırdım oraya :)

Derken annem TUS'u kazandı, Aydın'a yerleştik ve benim depresyonum başladı. Aydın küçüktü, Aydın sıkıcıydı, Aydın'ın tiyatrosu ve alışveriş merkezi yoktu, Aydın'daki sinemada yeni film yoktu, Aydın'da basketbol kursu yoktu, Aydın'da resim sergisi açılmıyordu...
Tüm bunlar beni manyak yapmaya yetecekken bir de okulumu hiç mi hiç sevmedim. O zamanlar bana çirkin gelen normal bir devlet okuluydu, ve okulu güzel bir hale getirmek için arkadaş edinmem gerektiğini maalesef çok sonra öğrendim..
Ben zırt pırt ağlamayayım diye beni oyalamaya çalıştı annemle ananem -ki pek başarılı olduklarını söyleyemem; su çok kireçli diye ağladığımı biliyorum, o kadar psikopatlaşmıştım..

Sanırım bu sıralarda blogları keşfettim. O zamanlar okumak beni tatmin ediyordu, başkalarını dinleyerek arkadaş eksiğimi gideriyordum. Tanımadığım birinin beğenileri hakkında fikir sahibi olmak, üzüntülerini kendimce paylaşmak dikkatimi Ankara vs. Aydın'dan başka bir yere çekiyordu. Derken bir kere daha okul değiştirdim.
Ankara hasreti alt metinli ağlama nöbetlerimi bertaraf etmiştim ki beni dinlerken uyuyakalmayacak bir arkadaşımın olmaması gerçeği yeni okulumda iyice gün yüzüne çıktı.

Beni dinleyecek birinin olmaması; beni okuyacak birinin de olmaması anlamına gelmezdi ki.. İşte bu gazla blogumu açtım :))


Ve mimi demin söyledim'e paslıyorum.
Bu arada soru sorma ihtiyacı duyarsan ya da ne bileyim, canın sıkılırsa da yapacak bir şey bulamazsan buraya tıklayabilirsin bence..